Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki (TSK) cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimini tüm yönleriyle araştırmak ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu'nda MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın dinlenmesi talebinin AKP'li üyeler tarafından reddedilmesiyle ilgili olarak "Gelip milletin temsilcileri önünde olayı anlatmalarından ve karanlıkta kalan soruların aydınlatılmasından neden çekiniyorsunuz?" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Darbenin aydınlatılmasından niye çekiniyorlar?" başlığıyla yayımlanan (2 Aralık 2016) yazısı şöyle:
15 Temmuz darbe girişiminin, devlet tarafındaki en önemli iki figüründen birisi Genelkurmay Başkanı ise diğeri MİT Müsteşarı.
Binbaşı H.A.’nın MİT’e giderek darbe girişimini haber vermesiyle, darbe girişiminin başlaması arasında geçen saatlerde, bu ikilinin neden öyle davrandığı konusunun aydınlatılması, aslına bakarsanız bu kalkışmanın neden engellenemediğini de açıklığa kavuşturacak.
TBMM’de bunun için güya bir komisyon kuruldu, insanlar gelip o günle ilgili “hatıralarını” anlatıp gidiyorlar.
Meselenin özünü araştırma yönünde herhangi bir girişim yok çünkü iktidar partisi bunu engelliyor.
En son olarak Orgeneral Hulusi Akar ile Müsteşar Hakan Fidan’ın komisyona çağırılıp dinlenmeleri talebi, TBMM Komisyonu’nun AKP’li başkanlık divanı tarafından reddedildi.
AKP’li üyeler neden bu işin karanlıkta kalan yönlerinin aydınlatılmasını istemiyorlar?
Bu tavır, doğrusunu isterseniz ilginç ve kuşku uyandırıcı.
Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’dan tutun da en sıradan yöneticiye kadar bütün AKP’liler her fırsatta darbe girişiminin nasıl bastırıldığını, kahramanlıkları filan anlatıyorlar.
Toplantılarda filan konu açıldığında gözyaşlarını tutamıyorlar.
Ama iş bu konunun en önemli iki tanığının bildiklerini anlatmasına gelince sırtlarını dönüyorlar.
O darbe girişimi zamanında engellenemediği için 246 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı, hayat boyu bu yaralar nedeniyle engelli kalacak insanlarımız var.
Onlara karşı hiç mi vicdan borcunuz yok?
Yoksa “milli irade” dediğiniz şey, sizin için sadece bir sözden mi ibaret?
Genelkurmay Başkanı’nın ve MİT Müsteşarı’nın gelip milletin temsilcileri önünde olayı anlatmalarından ve karanlıkta kalan soruların aydınlatılmasından neden çekiniyorsunuz?
'Üç harfliler' yapmış olmalı
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, El Bab’da 4 askerimizin şehit olmasıyla sonuçlanan hava saldırısını Rusya’nın ve Suriye’nin yapmadığını söyledi.
Bizim Genelkurmay Başkanlığı ise olayın Suriye tarafından gerçekleştirildiğinin “değerlendirildiğini” söylüyordu.
Böylece ortada büyük bir sır var.
Bölgede uçak uçurabilenler belli: IŞİD karşıtı koalisyon, Rusya, Esad rejimi.
Türkiye IŞİD karşıtı koalisyonun bir parçası. Dolayısıyla bu koalisyondan şüphelenmek için bir neden yok.
Tabii ABD uçakları, Muavenet gemisinin başına gelen türden bir “kazaya” neden olmadılarsa!
Rusya ve Esad da “Biz değiliz” dediğine göre geriye kalıyor “üç harfliler”! Yani bildiğiniz cinler.
Fetullah Hoca, bu iktidarla al gülüm ver gülüm yaşar, birçok insanın başına çoraplar örerken kendi dergilerine yazdığı bir yazıda büyük devletlerin cinleri kendi amaçları doğrultusunda kullanabildiklerini söylüyordu.
Melih Gökçek de çarpılmaktan korktuğu için “cin” diyemediğinden “Fetullah Gülen insanları üç harfliler ile kontrol edebiliyor” demişti.
İşte o Fetullah, cinleri şimdi de uçakları ele geçirmek ve Türkiye’den intikam almak için kullanıyor olmasın?
İşin şaka kaldırır tarafı yok tabii.
Bir devlet uçağıyla saldırdı ve askerlerimizi şehit etti.
Genelkurmay’ın elinde radar izleri yok mu, uçağın nereden kalkıp nereye indiğini göremiyor mu?
Devlet büyüklerimiz neden bu konuda suspus?
Başbakan 'o insanların' başında
Başbakan Binali Yıldırım, Adana’da 11 çocuk ve bir öğretmenin ölümleriyle sonuçlanan yangın ile ilgili olarak “Ümidimiz ve emelimiz bu ve buna benzer acıları yaşamamak, ama insanın olduğu yerde hata eksik olmuyor” dedi.
Kendisinden iki önceki Başbakan da maden kazalarını filan “İşin fıtratında var”diyerek geçiştiriyordu.
Yıldırım, aslında aynı şeyi söylüyor, sadece farklı ifadelerle.
Bu tür kazalar, yangınlar aslına bakarsanız demokrasi ve hukuk devleti olmak ile de yakından ilgilidir.
Eğer bir ülkede demokrasi varsa, hukukun üstünlüğüne inanılıyorsa, o ülkenin kamu yönetimi mecburen şeffaf olur.
Şeffaf kamu yönetimine hesap sorulabilir, o da yaptıklarının hesabını, soran olmasa bile belli dönemlerle açıklar.
Böyle kazaların, yangınların bizimki gibi ülkelerde olmasının nedeni budur.
Bu son yangında kamu görevlileri üzerlerine düşen sorumlulukları zamanında yerine getirmiş olsalardı, zaten o binada bir yurt açılmasına izin vermezlerdi.
Verdiler diyelim, pencerelerin, kapıların plastik olmasını, halının kolay yanan cinsten olmasını engellerlerdi.
Düzenli aralarla denetlemeleri yaparlar, çocukların yangın vs gibi durumlar karşısında ne yapacaklarını bilip bilmediklerine bakarlardı.
Bizde bunların hiçbiri olmadı. Olmadığı gibi 2007 yılında yönetmelik değiştirilmiş, bu tür yurtlarda yangın alarmı vb zorunluluğu kaldırılmış.
Neden acaba? Nedenini tahmin edebiliriz: Bu tür yurtları işleten tarikatlar vs maliyet düşürmek için AKP hükümetinden bunu rica ettiler.
Onlar da tıpkı Fetullah’a yaptıkları gibi “Aynı menzile gidiyoruz, bunlar da namaz kılıyor” diyerek bu istekleri kabul ettiler.
Evet, bir bakıma bu kazanın nedeni de “insan faktörü”!