Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a razı ettiler. Birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'la verdik. Kıta sahanlığı ne olacak, havada ne olacak, karada ne olacak hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz. İşte bunun nedeni, o anlaşmada masaya oturanlar. O masaya oturanlar bunun hakkını veremediler, veremedikleri için onun sıkıntısını şimdi biz yaşıyoruz" hatırlatarak "Göreceksiniz, sonunda bir gün, bir televizyon kanalında, kendisine gazeteci ya da bilim adamı süsü vermiş bir AKP'li bunu da söyleyecek. Fetullahçı çetenin ilk temellerinin Lozan’da atıldığını, İsmet İnönü’nün de FETÖ’nün CHP imamı olduğunu dinleyeceğiz" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "FETÖ'nün temeli Lozan'da atıldı!" başlığıyla yayımlanan (26 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Göreceksiniz, sonunda bir gün, bir televizyon kanalında, kendisine gazeteci ya da bilim adamı süsü vermiş bir AKP'li bunu da söyleyecek.
Fetullahçı çetenin ilk temellerinin Lozan’da atıldığını, İsmet İnönü’nün de FETÖ’nün CHP imamı olduğunu dinleyeceğiz.
Hayır, bu bir kehanet değil.
Bu hızla giderlerse varacakları yer orası çünkü.
Başbakan Binali Yıldırım, partisinin toplantısında “FETÖ, AK Parti döneminde palazlanmadı” dedi, gazetelerde okumuşsunuzdur.
15 Temmuz’dan sonra işten atılan memurların sayısı 100 bini buldu.
“Bank Asya’ya para yatırın, batmasın” talimatına uyan 90 bin memurun yatırdıkları paranın miktarı 4.7 milyar lirayı buluyor.
Ve 14 yıldır iktidarda olan partinin başındaki politikacı diyor ki “Bizim zamanımızda palazlanmadılar”!
Bu durumda “palazlanma” adresi olarak bulabileceğimiz yerler Lozan’a kadar uzanıyor tabii. Çünkü bu arkadaşların kendilerince her kötü şeyi Cumhuriyet’in kuruluşuna ve kurucularına bağlamak gibi bir huyları da var.
Uydurduklarını tarihi gerçekmiş gibi cesaretle ve yüksek sesle defalarca tekrarladıklarını da biliyoruz.
Onun için yakında şu “tarihi gerçekleri” de duyabiliriz:
KPSS’de soruların Fetullahçı çete tarafından çalındığını öğrenen ve bunun örtbas edilmesini sağlayan Başbakan, Şükrü Saracoğlu’ndan başkası değildi.
Türkiye’de Fetullahçıların ordunun üst kademelerini ele geçirmek için önlerindeki diğer subayları tasfiye etmek amacıyla kurdukları komplo, CHP’li İçişleri Bakanı Orhan Öztrak’ın tayin ettiği polis şefleri tarafından yönetildi.
YARGIMIZ BAĞIMSIZ OLSAYDI
FRANSA Dışişleri Bakanı ile bizim Dışişleri Bakanı polemiğe girmişler. Bizimki, Fransa’daki olağanüstü hal ile Türkiye’dekinin aynı olduğunu söylemiş. Fransız olan da “Ama bizde yargı hâlâ bağımsız” diye taşı gediğine koymuş.
Adam haklı.
Bakın Nasuh Mahruki, televizyon programında Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve Genelkurmay Başkanı’nın gelecekte mahkemelerde hesap vereceklerini söyledi.
Neredeyse hapse tıkılıyordu, adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.
Mahkemeler gerçekten bağımsız olsalardı, bu sözde bir suç bulabilirler miydi? Bunun neresi hakaret?
Mahkemeler gerçekten bağımsız olsaydı, insan haklarını ve barışı savundukları için Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay hapiste olurlar mıydı?
Mahkemeler gerçekten bağımsız olsaydı, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan gibi şiddeti öven, darbeyi ve darbecileri savunan tek satır yazmamış
gazeteciler hapiste olur muydu?
MHP DEMOKRASİ İÇİN DE 'HASSAS' MI?
ÖYLE anlaşılıyor ki AKP’nin hazırladığı anayasa taslağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye verilecek, onun onayından sonra da TBMM’de AKP-MHP oylarıyla referanduma götürülecek.
Taslağın Devlet Bahçeli’ye sunulmasının nedeni “MHP’nin hassasiyetleri” ile ilgili.
Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişmemesini istediklerini biliyoruz.
Bahçeli, bundan başka bir konuda “hassas” değilse AKP’nin hazırladığı taslak, aynen referanduma gidecek demektir.
Peki MHP’nin çoğulcu demokrasi, güçler ayrılığı, insan hakları vs gibi çağdaş demokrasi meseleleriyle ilgili hassasiyetleri var mı?
Bana sanki bu konularda bir hassasiyetleri yokmuş gibi geliyor.
Kendi partisinde iki-üç aykırı sese tahammül edemeyen bir yapı, toplumdaki aykırı seslere tahammül edebilir mi?
Hiç sanmıyorum.
İnsan hakları ile ilgili konular da MHP’nin ve Bahçeli’nin hassasiyet alanına girmiyor olmalı.
Çünkü bu konuda bugüne kadar bir sürpriz yapıp insan hakları savunucularını savunduklarına tanık olmadık. Tam tersine tanık olduğumuzu da söyleyebiliriz.
Güçler ayrılığı konusuna gelince.
Sistem ister parlamenter olsun, ister başkanlık, eğer gelecekte bir diktatörlükte yaşamak istemiyorsak herkesin hassas olması gereken konu güçler ayrılığıdır.
Sistem ne olursa olsun, parlamento çoğunluğu kimde olursa olsun, başkan kim olursa olsun, güçler ayrılığı demokrasinin olmaz ise olmazıdır.
AKP’nin bu işi güçleri ayırmak için değil, tam tersine iyice birleştirmek için istediğini daha önce TBMM’ye verdikleri önergeden biliyoruz.
MHP’nin buna ne kadar hassas olduğunu ise bilmiyoruz.
MHP yöneticileri, şu hassasiyetler meselesini iyice bir açıklasalar da hepimiz öğrensek iyi olacak.