Gündem

Hülya Gülbahar: AKP'nin kadın politikaları kadınları öldürüyor

“Yasaların uygulanmamasıyla ilgili ciddi bir sorunumuz var"

07 Aralık 2015 18:42

Feminist avukat Hülya Gülbahar, AKP’nin kadın politikalarının kadınları öldürdüğünü ve Türkiye’de yasalarla ilgili bir sorun olmadığı söyleyerek,  “Yasaların uygulanmamasıyla ilgili ciddi bir sorunumuz var. Eleştirmemiz ve teşhir etmemiz gereken şey de bu olmalı” dedi. Gülbahar, AKP döneminde şiddetin çok başka bir boyuta ulaştığını ifade etti.

Bakurpress’ten Ruken Tuncel’e konuşan Gülbahar’ın söyleşisi şöyle:

Hemen hemen her gün kadına yönelik bir şiddet haberi okuyoruz-duyuyoruz ya da seyrediyoruz.  Kadına yönelik şiddette mi bir artış var yoksa şiddetin görünür olmasında mı?

Bu soru kadın hareketlerinin de yıllar yılıdır kafa karışıklığı yaşamasına neden olan bir soru… Bu kafa karışıklığının bir an önce giderilmesi gerekiyor. Ama esas olan şu ki; Türkiye’de kadına yönelik şiddet gün geçtikçe hem daha görünür ve tartışılır oluyor, hem de daha da artıyor.

Özellikle 2002 yılı sonrasında karşı karşıya olduğumuz tablo çok vahim bir tablo. Yani, AKP hükümeti döneminde şiddet çok başka bir boyuta ulaştı. Hem arttı hem de vahşice, canavarca, işkence ederek uygulanmaya başlandı.

Veriler peki, bu konuda yapılan araştırmalar neyi gösteriyor?

Bu konudaki gerçeği yansıtan tek ve son istatistik Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in 2009 yılının Temmuz ayında Meclis’te açıkladığı kadın cinayeti raporu. Bu sayılara göre; 2002 yılında 66 kadın, 2003 yılında 83 kadın, 2004 yılında 164 kadın, 2005 yılında 317 kadın, 2006 yılında 663 kadın, 2007 yılında 1011 kadın, 2008 yılında 806 kadın, 2009’un sadece ilk yedi ayında 953 kadın öldürülmüş. Bunlar kayıtlara cinayet olarak geçen kadın ölümleri. Kaza süsü verilenler, intihara sürüklenenler ya da intihar süsü verilenler, zehirlemeler bu sayıların içinde yer almıyor. Bu verilere dayanarak gazeteciler 2002 ile 2009 yılları arasında kadına karşı şiddetin değil, sadece kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığını hesapladılar. Bu hesaplamayı kadın hareketi değil, gazeteciler yaptı.  Ve bu hesaplamaya göre Türkiye’de günde en az 5 kadın öldürülüyor. Bu sayılar doğru olmayabilir de… Ama eğer ki yanlış ise; bize inandırıcı verilerle bu sayıların yanlış olduğu gösterilmelidir. Biz 2009 yılından bu zamana kadar yetkililerden kadın cinayetleriyle ilgili sağlıklı bir bilgi alamıyoruz. Bilgi alamadığımız gibi adeta ölen kadınlar da diriltiliyor.

Nasıl yani?

Bunun bir örneği; Aile ve Sosyal Politikalar eski Bakanı Fatma Şahin’in verdiği sayılar. Şahin 2009 yılında 171 kadının öldürüldüğünü söyledi. Oysaki Sadullah Ergin 2009’un ilk yedi ayında 953 kadın öldürüldüğünü söylemişti. Yani aradaki fark bunların dirildiği anlamına geliyor. 2014-2015 istatistikleri konusunda ASPB Bakanı Ayşe Gürcan polis ve jandarmaya dayandırdığı bir sayı açıkladı. Aynı günlerde Umut Vakfı bir sayı açıkladı. Yine aynı zamanda GESAM bir sayı açıkladı. Bu sayılar dahi birbirini tutmuyor.

Bu veriler de gösteriyor ki biz Türkiye’de günde kaç kadının öldürüldüğünü bilmiyoruz. Kadın cinayetleri farklı sayısal manipülasyonlar ile düşük gösterilemeye çalışılıyor.

Bu neden yapılıyor peki, bir özensizlik mi söz konusu?

Bu tamamen ideolojik bir algı operasyonu. Cinayetlerin sayısı düşük gösterilerek iktidarın bundaki sorumluluğu örtbas edilmeye çalışılıyor. Ne yazık ki, kadın hareketlerinin “şiddet artmıyor, görünür oluyor” demesi de iktidarın bu politikasını amacına ulaştırmış oluyor. Kadın cinayetleri konusundaki bu istatistikler, kadın istihdamı ve diğer tüm alanlardaki istatistiklere de yansıyor. Bizler kamuoyuna yıllarca bu sayıların çarpıtıldığını bu sayılara güvenilmeyeceğini gerçek hayattaki gözlemlerle çeliştiği anlatmaya çalıştık. Bu sayılar kadın istihdamı söz konusunu olduğu zaman yüksek, kadın cinayetleri söz konusu olduğu zaman da düşük gösteriliyor.

Bu sayede dünya ülkeleri sıralamalarında toplumsal cinsiyet eşitliği istatistiklerinde Türkiye hep sondan üçüncü beşinci sıralarda yer alıyor. Ama bu oynanmış istatistikler, eğer oynanmasaydı Türkiye kadınlarla ilgili her konuda en dipte yer alırdı. İstatistiklerle oynanmasının nedeni Türkiye’yi yukarı çekmek değil, aşağı düşüşünü engellemek.

Peki, istihdam raporları nasıl yüksek gösteriliyor?

Mesela; İŞKUR’un ve İSMEK’in iki günlük kurslarına katılanları sigortalı göstererek ya da evde engelli bakımı yapan kadınları veya sosyal yardım verilerek evde tutulan kadınları iş gücü istatistiklerine dâhil ederek şişiriliyor.

Birde ‘kadına yönelik şiddetin geçmişte de var olduğu bugünün ve AKP hükümetinin bir sorunu olmadığı ama şimdilerde çok abartıldığı’ söylemleri var. Günde 5 kadının öldürülmesine karşı verilen tepkiler abartı mı oluyor?

Kadına karşı şiddette artışın olduğunu söyleyen kadınların karşısına çıkarılan birinci engel “hayır artmıyor görünür oluyor” klişesi ise; ikinci engel de budur. Bu sorunların eskiden de var olduğu klişesi. Kuşkusuz bu sorunlar eskiden de vardı. Fakat bunun yüzde 1400 gibi rakamlarla artış göstermesi bu dönemin, iktidarın sorunudur ve iktidar kaynaklıdır.  Geçmişte kadın cinayetlerinde hep bildiğimiz “kafasına sıktığı tek kurşunla öldürüldü” klişeleri bugün “elli bıçak darbesiyle öldürdü” “öldürdü ve yaktı” “önce boğdu sonra parçalara ayırdı” şeklinde canavarca hislerle yapılıyor. Geçmişte münferit vakalar sayabileceğimiz yüze kezzap atma tehditleri, bugün erkeklerin eline geçirdiği her yanıcı maddeyle kadınları yakmaya çalışmasına dönüştü. Bunun son örneği ise; evde bulduğu ispirto ile karısını yakmaya çalışan adam. Cinayetlerin işleniş şekillerindeki bu canavarlık hissiyatını göz ardı edemeyiz.

“Kadınlar hak talep ettikçe erkekler şiddet uyguluyor”

 

Şiddetin bu şekilde boyut değiştirmesinin nedeni ya da nedenleri olmalı, nedir onlar?

Bunun bir neden ülkede yaşanan savaş koşullarının militarist erkek dilini kışkırtması, diğer bir nedeni bu iç savaş koşullarının zorunlu göçe mecbur bırakması. İnsanlar kendi yaşam alanlarından koparılıp kentlerin varoşlarında işsiz, sosyal güvencesiz, sağlıksız yaşam koşullarına mahkûm ediliyor. Yine diğer taraftan bireysel erkek silahlanmasının ciddi şekilde artması da bir faktör. Ayrıca bir başka durumsa kadınların haklarına dönük daha bilinç kazanması ve hak talep ediyor olmalarının erkekler tarafından yüksek perdeden şiddetle bastırılmaya çalışılması. Ve en önemlisi AKP hükümeti döneminde gün geçtikçe artış gösteren muhafazakârlık. Bu rolü iyi görmemiz gerekiyor. AKP tüm devlet kurumlarına hâkim olarak diyanet işlerinden sağlık bakanlığına, milli eğitim bakanlığından aile bakanlığına kadar buralarda kadınları kendi ideolojik formatlarına göre yeniden yoğurmaya çalışıyor aynı zamanda erkeği de yeniden yoğuruyor. Bu politika nedeniyle tüm yasalar, uluslararası sözleşmeler kâğıt üzerinde bırakılıyor. Bu toplumun kafasında karışıklık yaratıyor çünkü insanlar bunların propaganda amaçlı, göz boyamak amaçlı çıkarıldığını- imzalandığını göremiyor. kadın-7

“Sorun yasa sorunu değil, yasaların uygulanmaması sorunu”

Kadın cinayetlerinde ya da cinsel saldırılarda sürekli cezaların azlığından şikâyet ediliyor, yasaların değiştirilmesi gündeme getiriliyor. Sorun yasalarla mı, yasaların yetersiz olmasında mı yoksa uygulamada mı bir eksiklik var?

Kadın hareketlerinin ciddi mücadelesi sonucunda yüzde doksan oranında eşitlikçi bir anayasaya kavuşmuş durumdayız.  Yasalarda basit sayılabilecek birkaç teknik sorun dışında ciddi bir sorun yok. Asıl sorun yasaların uygulanmamasında. O yüzden kadına dair yaşanan her sorunda feministlerin bile gözünü yasalara dikmesini ciddi şekilde eleştiriyorum. Hemen “haydi yasaları değiştirelim” refleksi veriliyor. Bütün çabalarda bunun üzerinden oluyor. Bu çok ciddi ve büyük bir hata. Altını çizerek bir kez daha söylemem gerekiyor ki sorun yasa sorunu değil yasaların uygulanmaması sorunudur.

O zaman Özgecan Yasası mevcut durumu değiştirmeyecek, öyle mi?

Uygulanmayacak yeni yasalar çıkarmak demek. Bizler var olan, 6284 sayılı şiddet yasasının, TCK’nın ve Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin ilgili maddelerinin uygulanması gerektiğini vurgulamalıyız, bunların uygulanmadığını teşhir etmeliyiz. Taleplerimizi bunlar üzerine kurmalıyız, kanunlarda rötuş yapmak üzerine değil.

Uygulamada karşılaşılan sorunlardan söz eder misiniz?

İktidarın kadına yönelik genel politikası mevcut yasaları ve imzaladığı sözleşmeleri uygulamamak üzerine kurulu olduğu için yargıda bu temelde hareket ediyor. Yani yargı cinsiyetçi davranıyor TCK’da kadına yönelik şiddetin cezaları çok açık bir şekilde belirtiliyor. Fakat bizim mahkemelerimiz erkeği korumayı tercih ediyor.

İktidarın kadın politikası mı erkeği cesaretlendiriyor?

Tabi ki… AKP üst aklının siyasal ajandasında iki konu çok önemli; birincisi eğitim, ikincisi kadınlar. Ve AKP bütün zihinsel enerjisini, zamanını ve parasını bu iki alanı düzenlemek üzere tahsis ediyor. Kadınlar, muhafazakârlığın ve toplumun muhafazakâr olmayan kesimine de nüfuz etmesini sağlayacak en önemli faktörler. Bu tüm dünyada geçerli toplumsal bir gerçeklik. AKP bunu çok iyi biliyor ve nüfusun yarısını oluşturan kadınları kendi siyasal kadroları, siyasi ajanları haline getirmek istiyor. Nüfuz edemediği kadınları ise, düşman ve marjinal ilan ediyor. Kadınlar üzerinden geliştirdikleri bu politika hem çocukları hem de erkekleri kontrol altına almaya dönük. Öyle ki, AKP için önem arz eden bu iki alanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vakıflar kurdurdu.  Ve eğitim alanındaki TÜRGEV’in başına oğlu Bilal Erdoğan’ı, kadın alanındaki KADEM’in başına ise kızı Sümeyye Erdoğan’ı yerleştirdi.  İktidarın bu politikasına karşı muhalefetin politika üretemediğini görüyoruz. Günlük parça politikalara cılız itirazlarla tepki gösteriliyor sadece. Kürt Siyasi Hareketi’nin bu anlamdaki çabaları övgüye değer çabalar olmakla birlikte iktidarın bu güçlü politikası karşısında yetersiz kalıyor.

Bugün Türkiye’de hem 6284 sayılı yasanın, hem de İstanbul sözleşmesinin uygulanmasıyla görevli Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Başkanı Ayşe Gürcan, 1 Kasım seçimlerinden önce Eskişehir’de yaptığı bir toplantıda “ ‘Zorla güzellik olmaz’ diyorlar, yanlış güzellik zorla olur” demişti. Kadınların ailenin sevgi bağlarını korumakla görevli cins olduğunu kolayca terk edip gitmemelekadina-siddet-katlanarak-artiyor-4864628ri gerektiğini, şiddet dahi olsa kalıp direnmeleri gerektiğini söylemişti. “ Güzellik zorla olur” sözleri erkeklere de aileyi korumak adına kadınlara şiddet uygulamaları gerektiğini telkin ediyor.

Kadını şiddetten korumakla görevli bakanlığın şiddeti propaganda ediyor olması gerçekliği ile karşı karşıyayız.  Özetle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 2015 yılı itibari ile devlet politikası şiddeti tasfiye etmek değil, kadına karşı şiddeti körükleyen toplumsal cinsiyet rollerinin propagandasını yapmak.

Ayrıca AKP kadına yönelik bu politikasını sadece kendi tabanına değil, dalga dalga toplumun muhalif kesimine de yayıyor. Daha önce muhafazakâr olmayan kesimlerde muhafazakârlaşıyor. Sosyal demokratlar, liberaller, solcular muhafazakârlaşıyorlar farkında olmadan.

Liberaller, solcular nasıl muhafazakârlaştırılıyor? Bu sözlerin zihnen normalleştiriliyor mu ya da zihnen kabul görmeye mi başlıyor bu cümleler?

Örneğin;  yerel seçimlerden önce birçok muhalefet partisinin belediye başkan adaylarının “kadınlara hizmet” adına vaatleri, semt pazarlarında kadınların evde yaptığı ürettiği ürünlerin satılması için reyon açmak.  Kadınlar için dikiş-nakış kursları açmak, meslek edindirmek adı altında aile politikalarını desteklemek belediye içinde kadın erkek eşitliği birimleri yerine, kadın ve aile birimleri oluşturmak gibi bir zihniyet sadece iktidarın değil, toplumun zihniyeti haline geliyor.  En radikal unsurlara gidersek,  fuhuşla mücadele adı altında devrimci sıfatlı birtakım hareketlerin gece saat on birde arabasının içinde bira içen bir çifte fiziksel saldırısının meşrulaşması, solcuların da nasıl muhafazakârlaştığını gösteriyor.

Solcular eleştirdiğine mi benzemeye başlıyor? Yani, çoğunluğu ya da iktidarı eleştirirken onun karakterine mi bürünüyor?

Elbette… Özgecan cinayetinden sonra kadın erkek eşitliğine inandığını söyleyen bir siyasi parti lideri, “tertemiz kızımız Özgecan’ın öldürülmesini kınıyoruz” dedi.  Bu toplumda bir kadın eğer evli değilse ve bekâretini kaybetmişse  “tertemiz” olmayabileceği gibi bir algı var.  Bu muhafazakâr algının en eşitlikçi parti liderini bile nasıl etkiliyor, bu sözlerle görüyoruz.

Az önce iktidarın iki önemli alana yatırım yaptığını söylediniz. Birinin eğitim diğerinin ise kadın politikaları üzerine olduğunu belirttiniz. Kadınla ilişkili kısmında bir çelişki yok mu, hem kadına dönük politikaları merkezinize alacaksınız, hem de şiddetin önüne geçmeyeceksiniz, burada bir tezatlık yok mu? 

Kadına yönelik politikaları kadının içinde bulunduğu koşulları iyileştirmek için değil, bu yüzden çelişki olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü yapmak istediği şey kadınlar üzerinden topluma bir şekil vermek. Mesela 1 Ocak 2002’den beri yeni Türk Medeni Kanununa göre aile reisi erkek değil, aile konutu dâhil olmak üzere aile ile ilgili tüm kararları kadınlar ve erkeklerin eşit olarak alması gerekiyor. Buna karşın Erdoğan’ın “evlerimize baba ocağı denir. Babalarımız evin direğidir “ söylemi resmi bir devlet politikasıdır. Bu politika doğrultusunda son yerel seçimler öncesinde Malatya’da tüm billboardlar bir STK adı ile imzalanmış “kadına köle olma ailene reis ol” afişleriyle donatılmıştı. Bir kentteki tüm kadın ve erkekler günlerce billboardlardaki o afişleri gördüğünde ne düşüneceğini hepimiz tahmin edebiliriz. Erkekler “ben evdeki kadının kölesi mi oluyorum, ona reis olmalıyım” diye düşünecek. Kadınlar ise “ fazla ses çıkarmayayım reis erkektir” diyecek.

Bu afişlerle ilgili herhangi bir şikâyette bulundunuz mu ya da bulunulduysa bir işlem yapıldı mı?

Bu afişlerde aleni olarak bir cinsi bir cinse karşı kışkırtma var. Fakat bu afişlere karşı hiçbir yasal işlem yapılmadı. Yine aynı şekilde aynı yerel seçimlerin arkasından Bingöl Belediye Başkanı “ben kadın başkan yardımcısı atamayacağım, toplumsal yapımız ve dinimiz buna izin vermiyor” açıklamasını yaptığında, biz Eşitlik İzleme Kadın Grubu olarak suç duyurusunda bulunduk. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na ve AKP Merkez Disiplin Kuruluna şikâyet ettik. Ama sonuç sıfır! ASPB ve savcılıktan yanıt geldi. ASPB’den gelen yanıtta; bu sözlerin üzerine kadın başkan yardımcısı atandığı için işlem yapmaya gerek olunmadığı belirtiliyordu. Savcılık ise; içişleri bakanlığı imzalı takipsizlik kararı verdi. Yani o sözler söylenmemiş sayıldı.


Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın