Gazete Duvar Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz bugünkü yazısında, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurulduğu 2002 yılında Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşlarına göre Kürt sorununun bizatihi ve soyut bir terör sorunu değil, o zamana kadarki hatalı devlet politikalarının bir sonucu olduğunu belirterek, "Sebep, yani hatalar kaldırılınca sonuç yani terör de kalkacaktı. Partinin kuruluş beyannamesine giren bu fikirden bugüne köprünün altından ne çok sular akmış. Üstelik keşke sadece akan su olsaydı" ifadelerini kullandı.
Topuz, “Cumhuriyetin ‘ilerici-aydınlanmacı’, Erdoğan ve yoldaşlarının ‘ümmetçi-İslamcı’ ideallerini, yani kulağa güzel gelen sözlerini kaldırınca, geriye şu ortaklık kalıyor: ‘Kürtlerin çoğalması bir sorun.’ Niye? Çünkü varlıkları bir sorun. Terör dedikleri şey budur. İkisinin siyasal hendeselerinde gidiş yolları farklı olsa da hedefledikleri çözüm aynı: Kürtlerin asimilasyonunu tamamlamak; tamamlanmadıkça her Kürt bir terördür. Fobik akıl böyle işler, kendi korkusunu korktuğu şeye, kendi anormalliğini onun anormalliğine atfederek” diye yazdı.
Topuz’un “Her yer Kürt oldu 3: Her Kürt bir terördür” başlığıyla yayımlanan (14 Kasım 2017) yazısı şöyle:
Niye 1990’larda demografik kaygı yeniden ve hızla toplumsallaştı? Sadece eski ve hatalı bir rapor yeniden keşfedildiği için mi?
Pek değil.
Boşaltılan köylerde yaşayan milyonlarca Kürt’ün önemli bir kısmı Batı’ya göçmüş, Batı/Türk illerinde Kürt sayısı hızla artmıştı. “Çoğalmamış”, bulundukları yerden sürülmüşlerdi. Yine de bulundukları yerde Kürtlerin artışına şahadet edenler, “Her yer Kürt oldu. Ama ürüyor bunlar ha…” nutuklarına sığınmıştı. Köylerinin niye yakıldığı, niye sürüldüğü değil, şehirlerde niye birden bire bu kadar çok arttıkları tartışılıyordu.
Nüfus fobisinin icadıyla yeniden kapış kapış tedavüle girmesi arasında bir bağ vardı: Makalesinin yayınlanmasından bir süre sonra (artık olmayan) Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’ın sorularını yanıtlayan Fuat Dündar, nüfus fobisinin icadını şu sözlerle açıklıyordu:
“Devlet söyleminin çok temel karakteri Kürtleri ‘anormal’leştirmekti. Kürtler anomaliyi temsil etmekteydi. Garip bir dil konuşan, geri kalmış sosyal ilişkileri olan, anormal derecede şiddet eğilimi taşıyan, orijini Türk olup kimliğini unutmuş bir gruptu onlar. (…) Bunun kökeninde de Kemalist milliyetçiliğin ideal bir Türk yaratma hedefi vardır. Tüm milliyetçilikler aslında Adolphe Quetelet’in ‘average man’ olarak izah ettiği ortalama ya da bilinen tabiriyle ‘ideal insan’ yaratma derdindedir. Bu ortalama insan, Türk milliyetçiliğinde ortalama-ideal Türk hedefiyle izah edilir. Bu kişi; medeni, laik, bilimin ışığında yürüyen bir Türktür. Türklüğü seçmeyen sadece mutsuz olmayacak, aynı zamanda gayrimedeni de sayılacaktır. Bu kurgunun bir uzantısı olarak Kürtlerin nüfusunun anormal arttığı tezi öne çıkar. (…) Yani aslında sadece sosyal boyutuyla değil, istatistiki olarak da Kürtler anomalidir!”
1990’lar, 1940’a gelindiğinde, yani Dersim Harekâtı da kıyımla tamamlandıktan sonra “bitti” gözüyle bakılan Kürt meselesinin yeniden ve yakıcı biçimde gündeme geldiği dönemdi; devletin yaptıklarının meşruluğunu temin için kamuoyuna çeşitli korkular lazımdı. Anormal Kürt kurgusunun yaşaması ve yaşatılması, milliyetçiliğin istatistiklerle desteklenmesini kolaylaştırıyordu.
Dündar, aynı söyleşide, nüfus artışının modern milliyetçi bakış açısından bir korku nedeni olduğunu, meselenin sadece Türkiye’ye özgü olmadığını, Almanya, İsrail, Filistin, Rusya ve Fransa örnekleriyle anlattıktan sonra, “Başbakan’ın üç çocuk söylemini bu Kürt nüfusu paranoyasına bağlayanlar hata mı ediyor sizce?” sorusuna ilginç bir yanıt verir:
“Bence evet. Doğru olsa bile, bu söylemin Kürtleri rahatlatan, Kürt kadınlarını doğurmasını kriminal olmaktan çıkaran bir tarafı var. Kürtlerin nüfus artış hızını dert etmiş, aile planlamasını etkinleştiren CHP tarzı modernleştirici zihniyet çok daha tehlikelidir. Çünkü sorunu nüfus artışına indirgeyen milliyetçilik en tehlikeli milliyetçiliktir.”
Fuat Dündar hocanın 3 Aralık 2012’de verdiği yanıt bugün artık geçerli değil. Çünkü yanıtta, 2012 itibarıyla Erdoğan’ın Kürt meselesinde tehlikeli “indirgemeci milliyetçiler”den farklı bir yerde durduğuna dair inancın etkisi var. O günlerde çok az kişi Erdoğan’ın milliyetçi argümanlara dört elle sarılacağını düşünebilirdi; düşünse bile dile getirmekte sıkıntı çekerdi. Emre Aköz’ün erken tespitinin, o günlerde Erdoğan’ı Kürtlere taviz üstüne taviz vermekle suçlayanların dikkatini çekmemesinin sebebi de aynı inanç olmalı.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulduğu 2002 yılında Erdoğan ve (bugünlerde bir bir tasfiye olduklarını izlediğimiz) yol arkadaşlarına göre Kürt sorunu, bizatihi ve soyut bir terör sorunu değil, o zamana kadarki hatalı devlet (yani CHP) politikalarının bir sonucuydu. Sebep, yani hatalar kaldırılınca sonuç yani terör de kalkacaktı. Partinin kuruluş beyannamesine giren bu fikirden bugüne köprünün altından ne çok sular akmış. Üstelik keşke sadece akan su olsaydı.
Cumhuriyetin (Erdoğan’ın CHP zihniyeti diye her fırsatta yerdiği) “ilerici-aydınlanmacı”, Erdoğan ve yoldaşlarının “ümmetçi-İslamcı” ideallerini, yani kulağa güzel gelen sözlerini kaldırınca, geriye şu ortaklık kalıyor: “Kürtlerin çoğalması bir sorun.” Niye? Çünkü varlıkları bir sorun. Terör dedikleri şey budur. İkisinin siyasal hendeselerinde gidiş yolları farklı olsa da hedefledikleri çözüm aynı: Kürtlerin asimilasyonunu tamamlamak; tamamlanmadıkça her Kürt bir terördür. Fobik akıl böyle işler, kendi korkusunu korktuğu şeye, kendi anormalliğini onun anormalliğine atfederek.
Mükerrer olacak ama, hukuki görünüm verilmiş bir metafordan ibarettir “terör”, Kürt fobisinin kod adıdır. Giderek, Kürt anlamına gelir. Çok çocuk=terör örgütü üyeliği denklemi ancak böyle mümkün olabilir.