HDP MYK üyesi yazar Hüda Kaya, Gezi Parkı olaylarında Kabataş’ta başörtülü bir kadının saldırıya uğradığı iddiasıyla ilgili, “Kabataş’ta bir laf atma, sözle taciz gibi bir şey yaşanmıştır Allahu alem. Ama ‘Bu cuma videoyu yayınlayacağız, her şey elimizde’ dediği halde bir yıla yakındır ortada video yoktu. Ben böyle bir şey olduğuna da hiç inanmadım. Ve tamamen beklediğimiz gibi görüntüler ortada. Bir kızcağız üzerinden polemiğin kendilerine malzeme edildiğini düşünüyorum. Başörtülü kızlarımızın üzerinden rant yapmanın bir çeşidiydi bu” dedi.
28 Şubat’ta idamla yargılanan ve cezaevine giren Hüda Kaya, Gezi Parkı eylemlerinde yaşandığı öne sürülen Kabataş olayı ve 17 Aralık operasyonunun ardından yaşanan siyasi gerilimle ilgili Zaman gazetesinden Arife Kabil’e konuştu.
Arife Kabil’in Hüda Kaya ile yaptığı söyleşi şöyle:
28 Şubat sürecini, mücadelenizi ve gelinen noktayı özetlemenizi istesek neler anlatırsınız?
28 Şubat, Türkiye Müslümanları açısından ciddi bir sınanma idi. Bu dönemde başlayan yasaklar ve baskılar 28 Şubat’tan sonra sistematik bir şekilde bütün Türkiye’yi kuşatmıştı. O güne kadar önümüzde gördüğümüz nice büyük insanların o gün arkalarda bile olmadığını gördük. Herkes kendini kurtarma derdindeydi. Fakat her birimizin kendimizi kurtarma noktasındaki amaçları farklıydı. Hedefimizin, savunduklarımızın arkasında durmaya çalıştık. Nice insanlar da rızkını kurtarma, makamını, maaşını, konumunu kurtarma derdine düştü. O mağduriyetlerin üzerinden bir siyasal güç ortaya çıktı. Toplumsal bir talep oluştu haliyle. Ve bugün bu mağduriyetler o gücün malzemesi olmaya devam ediyor. Dün 28 Şubat’ta kendini kurtarmaya çalıştı dediğimiz nice insanlar bugün bakıyorsunuz o mağduriyeti yaşayanlar üzerinden egemenliklerini güçlendirmeye çalışıyor. O tarihte, din adına anlatılanların boğazımızdan aşağı geçmediğini görmüştük. Bugün de hâlâ bu minvalde devam ediyor. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı derken ortaya çıkan manzaralar korkunç. Bunları ifade edecek söz bulamıyorum.
Postmodern darbe veya paralel yapı gibi iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son yazdığım yazıda 28 Şubat mücadelemizi rantlarınızla heba etmeyin, demiştim. Şimdi bu karşılaştığı, darbe diye nitelendirdiği gücü 28 Şubat’la kıyas ediyor. Yeni bir operasyonun yapılacağı haberini veriyor. Yani neresinden tutsam elimde kalır. Bugün sıkışıldığı noktada 28 Şubat bir malzeme oldu. Mağduriyetler üzerinden gidiliyor. Benim artık midem kaldırmıyor. Hâlbuki üç yıl önce 28 Şubat operasyonları başladığında bunu gözyaşlarıyla izlemiştim. O gün ile bugün geldiğim noktadaki halime şaşırıyorum. Artık bu yargılamaların hiçbir heyecan veya bir karşılığı yok nazarımda. Sadece dinlemeye bile tahammül edemediğim istismar var. Bunlar bugün mü keşfedildi? Siz on bir, on iki yıldır iktidarsınız, destek gördünüz, destek verdiniz şimdi mi fark ettiniz bunları? Şimdi bu söylenenleri son derece gayri ahlaki buluyorum. Konuşmaları dinlediğim zaman utanıyorum. Kitlelere karşı bunun mahalle diliyle ifade edilmesi de bugünkü siyasetin geldiği nokta itibarı ile çok üzücü.
İlk kez dindarlar bu kadar güçlendi, onu da darbeyle indirmeye çalışıyorlar algısı oluşturuluyor?
Yani insanlar düşünmedikleri, sorgulamadıkları müddetçe bu pislik içinde yaşamaya mahkûm olacak. Toplum kendi halini düzeltirse Allah toplumun halini düzeltir. İnsanlar ne yapıp edip mutlaka aklını kullanacak ve sorgulayacak. Ya da ‘Bu görünenin farklı bir boyutu da olabilir mi?’ demeden kendisini hipnoz etmeye devam edeceklerdir. Türkiye için endişelerimiz büyüyor. Fakat şu da bir gerçek ki, artık insanlar düşünüyor, sorgulamalar başladı. Bugüne kadar asla başka bir partiye oy vermeyi düşünmeyenlerin bugün umutları kırılmış durumda. İstismarın her türlüsü tehlikeli ama en çirkini Allah’ın adına yapılması. İnsanlar bunu inşallah fark edecektir.
Bunlar yaşanırken dindarlar arasında bir ayrılık oluştu denilebilir. Yanı sıra dışarıdan bakanlarda da İslamofobinin körüklendiğini söyleyebilir miyiz?
Tabii. Önceden dindar olmadıkları halde dindarlara saygı duyan kişiler vardı. Şimdi öyle tepkilerle karşılaşıyoruz ki, Allah korkusu olan bir insan nasıl bu kadar büyük zulümler yapabilir. Nasıl bu kadar hırsızlık, haksızlık yapabilir? Bu sadece hırsızlık değil. Roboski mesela. Yani dindar olup da bütün bu haksızlıklara sebep olabiliyorsa, bir parça dindarlara sempatisi varsa, ‘Bunlar nasıl bir Allah’a inanıyor’ sorusu geliyor insanların aklına. Eğer biz gerçekten haklılığı, dürüstlüğü, adaleti, erdemli olmayı becerebilseydik bugün Türkiye çok daha farklı olacaktı. Bugün ‘dindar gençlik yetiştirme’ iddiasındakilerin yetiştirdiği gençlerin konuşmalarının da hangi noktaya gelindiğinin kanıtı zaten.
‘Kabataş’a hiç inanmadım’
Kabataş olayları sürecinde, ‘iddialara karşı temkinli olmalıyız’ şeklindeki yorumunuzdan dolayı çok eleştirildiniz. Başörtüsü mücadelesi vermiş biri olarak Kabataş olayını ilk duyduğunuzda ne düşündünüz?
Bu sistemin ikiyüzlülüğünün, siyahı-beyaz gösterebilme gücünün farkındayım. Kişisel anlamda buna benzer olayı yaşadığım için çok temkinli davrandım. Elbette Gezi’de hareket içine sonradan dâhil olan Kemalistlerin, ulusalcıların fırsat bu fırsat deyip başörtülülere sevimsiz yaklaşımları oldu. Bize 28 Şubat sürecinde bunu yaşatanlar bugün de her an yaşatabilme durumuna sahip. Fakat o zaman Başbakan’ın nefret dilini inanılmaz korkunç şekilde kullanması, insanları ayrıştırması; ‘benim gençlerim sizin gençleriniz’, ‘benim yüzde ellim sizin yüzde elliniz’ sözleri kabul edilemez. Sen Türkiye başbakanısın, yüzde 50’yi nereye ayırıyorsun? Yüzde 50 seninse diğer yüzde 50 kimin? Böyle saçmalık olabilir mi? Bütün bu kışkırtmaların akabinde ulusalcı olmaya gerek yok. En sıradan bir insanın dahi bu nefret diline karşı tepki göstermesi her an olabilecek bir hadiseydi. Kabataş’ta bir laf atma, sözle taciz gibi bir şey yaşanmıştır Allahu alem. Ama ‘Bu cuma videoyu yayınlayacağız, her şey elimizde’ dediği halde bir yıla yakındır ortada video yoktu. Ben böyle bir şey olduğuna da hiç inanmadım. Ve tamamen beklediğimiz gibi görüntüler ortada. Bir kızcağız üzerinden polemiğin kendilerine malzeme edildiğini düşünüyorum. Başörtülü kızlarımızın üzerinden rant yapmanın bir çeşidiydi bu. İnşallah İslami kimliğe sahip kadınlar durumu fark eder de artık bu söylemi iflas ettirirler.
İstismarın son bulması için dindar kesimin sorgulamasına mı ihtiyaç var yani?
Şu andaki cepheleşme açısından bakarsak bu sadece Başbakan’ın sözünden ibaret değil. On iki yıla yakındır devletin egemenliğini bir paylaşım söz konusuydu. Bu süreçte bütün insanlara eşit davranabilme noktasında ne kadar gayret vardı, bu tartışılır. Her iki taraf egemenliği paylaşırken binlerce insan, ‘örgüte meyletme sempatisi olabilir’ zannıyla hapsedildi. Poşu takmışlar diye hapiste bu insanlar, Kürtçe bir kelime yazdı diye hapisteler. Bugün ise kendileriyle ilgili herhangi bir delil ortaya çıktığında, ki inanılmaz deliller ortada gırla giderken bu insanlar sadece zanlarla hapsedildi. Öğrencilikleri, gençlikleri heder edildi bu insanların. Bu zulmün telafisi nasıl olacak? Bakın bir yıldır savaş durdu. Kan akmıyor ama anayasal güvence noktasında ne karşılığı var. Bu insanlar devlete rağmen, iktidara rağmen barışın tarafını ısrarla savunuyor. Yani bugün egemen olan güç çok ufak adımlarla ilerliyor, umutlar aşındırılıyor.
Önümüzdeki seçimlere bırakmıştır belki...
Zaten sadece çözüm sürecinde değil, pek çok mesele malzeme olarak kullanılmaya devam ediliyor. İstismar olarak elde bekletiliyor. Isıtılıp rafa kaldırılıyor, tekrar ısıtılıyor, rafa kaldırılıyor... Ama bu, insanlara en büyük zulümdür. Hepimizin de artık bittiği bir nokta olacaktır. O noktaya getirilmemeli insanlar. Sabah rahat bir şekilde kalkması neden engellensin insanların. Bunun bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor. Bu sadece iktidar açısından değil, diğer kitlesel güç ve cemaatlerin de ağırlıklarını koymak zorunda olduğu bir durum.