Gündem

Hrant Dink, katledilişinin 18. yıl dönümünde anıldı; "Bizden biriydi, onun direnişi bizim direnişimizdir"

Anmaya katılanlar; “Hakikat”, “Hayat”, “Hasret” ve “Hafıza” yazılı Kürtçe, Ermenice ve Türkçe dövizler taşıdı

19 Ocak 2025 14:35

Güncelleme: 19 Ocak 2025 17:22

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, gazeteci yazar Hrant Dink için katledilişinin 18. yılında, öldürüldüğü yerde Sebat Apartmanı önünde dostları tarafından anma töreni düzenlendi. Anmada, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Buradayız ahparig”, "Hepimiz “Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganları atıldı. Oyuncu Tülin Özen, Gezi davası hükümlüsü Çiğdem Mater'in mektubunu okudu ve "Hrant Dink varlığıyla ve yokluğuyla bu topraklarda eşiğinden geçmek bize düşen kapılar açtı şimdi o kapıların neresindeyiz? Bize düşen Hrant'ın açtığı kapılardan geçmek, konuşmak, dinlemek, anlamak" ifadelerini kullandı. Oyuncu Eraslan Sağlam'ın okuduğu Gezi davası hükümlüsü iş insanı Osman Kavala ise mektubunda; "Ben de kendimi orada sizinle birlikte Hrant'ın vurulduğu yerde, Hrant'ın yanında hissediyorum. Her türlü zorbalığa rağmen adaletin egemen olacağı günleri görmeyi umut ediyorum" dedi. Anmada, Dink'in yakın arkadaşı Takuhi Tovmasyan da konuşma yaptı. Tovmasyan konuşmasında bir hikaye anlattı ve "Yüreğimizin sevinci de acısı da ortaktı seninle, ama sanki sevinçler az, acılar çoktu" ifadelerini kullandı.

Anmaya; Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, DEM Parti Milletvekilleri Cengiz Çandar, Ayşegül Doğan, Meral Danışbeştaş, Özgül Saki, EMEK Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, HDP Eski Milletvekili Sebahat Tuncel, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, CHP Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan katıldı. Anmaya katılanlar; “Hakikat”, “Hayat”, “Hasret” ve “Hafıza” yazılı Kürtçe, Ermenice ve Türkçe yazılı dövizler taşıdı. Anma töreni Dink'in öldürüldüğü kaldırıma karanfil bırakılmasıyla sona erdi.

Sabiha Gökçen'in Ermeni olabileceğine yönünde yaptığı bir haberden sonra hedef haline getirilmeye başlanan, dil uzmanlarının bile, "hakaret" olmadığını söylediği bir yazısından sonra, "Türklüğe hakaret" suçundan hapse mahkûm edilen, bu süreçte aşırı milliyetçi çevrelerin hedefi haline gelen Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından 18 yıl geçti. 

19 Ocak 2007'de silahlı saldırıya uğrayarak hayatını kaybeden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink için saat 15.00'te, öldürüldüğü Agos Gazetesi'nin eski merkezinin bulunduğu Sebat Apartmanı önünde anma töreni düzenlendi. Sebat apartmanının bulunduğu Halaskargazi Caddesi polis ekipleri tarafından kapatılırken çevrede geniş güvenlik önlemleri alındı. 

TIKLAYIN - 80 soruda Hrant Dink cinayeti dosyası: Öldürülmesinin üzerinden 18 yıl geçti, hedef gösterenler bugüne kadar yargılanmadı

Oyuncu Tülin Özen, Gezi davası hükümlüsü Çiğdem Mater'in mektubunu okuyor (Fotoğraf: Can Öztürk / T24)

Mater: Bize düşen Hrant'ın açtığı kapılardan geçmek, konuşmak, dinlemek, anlamak

Gezi davası hükümlüsü Çiğdem Mater'in mektubunu oyuncu Tülin Özen okudu. Mater, ilettiği mektupta şunları kaydetti:

"Sevgili Hrant Dink, Sevgili Hrant Dink'in ailesi, Hrant'ın sevgili arkadaşları

Hrant Dink aramızdan alınalı 18 yıl oldu, ben üçüncü kez onu uzaktan anıyorum, memleket cezaevlerindeki pek çokları gibi. Hrant Dink İstanbul'un ortasında "geliyorum" diyen bir “Milli Mutabakat cinayeti” ile öldürüldü. Ama o "Milli Mutabakat”ın muhtemelen hiç tahmin etmeyeceği şekilde uğurlandı. İstanbul sokaklarını dolduran on binlerce insanın muhtemelen farklı farklı gerekçeleri vardı, her biri farklı bir sebeple çıkmıştı sokağa, çoğu Hrant Dink'i tanımıyordu. Kimi bir hemşerisine veda etmek için sokaktaydı; bu şehrin kadim sakinlerinden birinin şehrin ortasında, güpegündüz herkesin gözü önünde öldürülmesi, kimini yüz yıl önceye götürüp, o zamanlar neler yaşadığını düşündürdü; kiminin aklına kendi ailesi, hikayesi düştü. Sonuçta şehrin sokaklarına akan on binler adı konulmamış bir sözleşmeyi ihlal ederek, tarihimizde ilk kez bunca kalabalıklarla Ermeni’yi bir kimlik olarak kabul etti, var etti. Hrant Dink varlığıyla ve yokluğuyla bu topraklarda, eşiğinden geçmek bize düşen çok önemli kapılar açtı.

Şimdi, 18 yıl sonra, o kapıların neresindeyiz, neredeyiz diye sormalıyız. Kimimiz hapishaneden, kimimiz sürgünden yanıtlayacağız belki bu soruyu, hayat o cenazenin ardından yürüyenleri nar tanesi gibi savurdu belki ama işte yine buradayız. Bugün eminim Sebat Apartmanı'nın önünde Hrant öldürüldüğünde henüz doğmamış olanlar var, kuşaklar değişiyor ama neredeyiz sorusunun yanıtı gücünü sebatla burada olmaktan alıyor. İnatla hala buradayız.

'Milli Mutabakat'a yüksek sesle itiraz edenlerin, geçmişle yüzleşmeden geleceği inşa edemeyeceğimizi bilenlerin, barış demekten vazgeçmeyenlerin inadı ve umuduyla buradayız. Bize düşen Hrant Dink'in açtığı kapılardan geçmek, konuşmak, dinlemek anlamak ve yeni bir gelecek inşa etmenin yollarını bulmak.

Hrant Dink'e sözümüz olsun."

Kavala: Adaletin egemen olacağı günleri görmeyi umut ediyorum

Oyuncu Eraslan Sağlam'ın okuduğu Gezi davası hükümlüsü iş insanı Osman Kavala ise mektubunda; "Ben de kendimi orada sizinle birlikte Hrant'ın vurulduğu yerde, Hrant'ın yanında hissediyorum. Her türlü zorbalığa rağmen adaletin egemen olacağı günleri görmeyi umut ediyorum" dedi. 

"Bizden biriydi, öldürüldüğü haberini aldığımda kardeşimi kaybetmiş gibi hissettim"

Hrant Dink'in binlerce seveni anma töreninde yer aldı. O gün Dink'in vurulduğu bölgeden geçtiğini anlatan bir kişi ise Dink için şu ifadeleri kullandı:

"O gün canice katlediği haberini aldığımızda ben ve arkadaşlarım kahrolduk. Yazılarını takip eder asla kaçırmazdım. Böyle bir insan bize fazla geldi. Onu bağrımıza basıp benimsememiz gerekirken kaybettik. Çok acı. Hrant adeta bir barış elçisiydi. Asla şiddete çağıracak ifadeler kullanmaz nefret söylemine karşı çıkardı. Açık açık hedef gösterildi. Bırakın cinayete engel olmaya çalışmayı, resmen destek oldular ve bir arkadaşımızı aramızdan aldılar. Hrant yaşasaydı dünya nasıl bir yer olurdu bilemiyoruz tabii ama öldürülmesiyle neler olduğunu gördük. Bugüne kadar açığa kavuşturulamamış bir cianyet olarak kalması da birçok şeyi gösteriyor. Bizden biriydi, öldürüldüğü haberini aldığımda kardeşimi kaybetmiş gibi hissettim. Hrant'ın öldürülmesi Türkiye'deki özgür seslere, azınlık gruplara, 'farklı kişilere' korku salmak için gerçekleştirildi. Bugün aramızda olmayabilir evet ama onun anısını yaşatacak, varlığını sürdüreceğiz. Onun direnişi bizim direnişimizdir." 

Fotoğraf: Can Öztürk / T24

"Dink burada öldürüldü"

Birçok oyuncu, yönetmen ve vatandaşın katıldığı Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, DEM Parti Milletvekilleri Cengiz Çandar, Ayşegül Doğan, Meral Danışbeştaş, Özgül Saki, EMEK Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, HDP Eski Milletvekili Sebahat Tuncel, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, CHP Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve Dink'in yakın arkadaşı Takuhi Tomasyan, da yer aldı. Tomasyan, burada bir konuşma yaptı. Anmanın ardından Dink'in öldürüldüğü noktaya karanfiller bırakıldı. 

Fotoğraf: Can Öztürk / T24

Takuhi Tovmasyan: Yüreğimizin sevinci de acısı da ortaktı seninle, ama sanki sevinçler az, acılar çoktu

Hrant Dink'in yakın arkadaşlarından Takuhi Tovmasyan anma töreninde konuşma yaptı. Tovmasyan konuşmasında "Canım Hrant’ım, yüreğimizin sevinci de acısı da ortaktı seninle, ama sanki sevinçler az, acılar çoktu" ifadeleriyle Dink'i andı. Tovmasyan'ın konuşması şöyle:

"O korkunç 19 Ocak Cuma 2007 tarihinden bugüne tam 18 yıl geçti. Her yıl 19 Ocak’ta seni anmak için binlerce can kardeşin burada toplandı. Her yıl, senin de çok sevdiğin kişiler bu pencereden sana seslendiler. Senin insan sevginden, toprak sevginden, adalet sevginden, demokrasi sevginden, barış ve özgürlük aşkından bahsettiler. Sana kalkan elleri lanetlediler, sana kalkan elleri hazırlayan iklimi lanetlediler. 18 yıl sonra hâlâ ve daima hep birlikte lanetliyoruz. Canım kardeşim; güzel Hrant’ım… Bu yıl çok sevgili arkadaşların, Hrant’ın Arkadaşları, bu pencereden benim sana seslenmemi istediler. Nasıl “yok yapamam” diyebilirdim ki? Ben ki Aras’ın, Agos’un o güzelim gençlerinin bir dediğini iki etmeyen Takuhi’yim,Tabii” dedim. Dedim ama gel de bana sor!

Acının eskisi yenisi olmaz, acı acıdır. Senin acın yetmiyormuş gibi bir de yenisi eklendi kardeş kayıplarıma. 40 gün önce Tomo’yu getirdim Balıklı’ya, ellerimle gömdüm Tovmasyan’ların koynuna. Biliyorsun, senden iki adım ötede.Dostların Torkom Beşiktaşlıyan’ın, birkaç adım daha gidince, Ermeni Kurbanlar Anıtı’nın yanındaki Sarkis Çerkezyan’ın, onlara komşu mezarlarda, şairler, Misak Medzarents ve Garbis Cancikyan’ın yanına. Ğazaros dedemin Takuhiyayamın, evlatları Sarkis’in Bedros’un, gelinleri Sirvart’ın Mari’nin, kısacası Tovmasyan’ların toprağına.

Her mezarlık ziyaretimde, her yitirdiğim sevdiklerim aklıma geldiğinde, her can için kavurduğum irmik helvasında Mardik amcamın acısı cayır cayır yakıyor yüreğimi. Canım Hrant’ım, yüreğimizin sevinci de acısı da ortaktı seninle, ama sanki sevinçler az, acılar çoktu. Bir araya geldiğimizde şarkılar hep hüzün doluydu. Rakel’in o insanın içini titreten sesiyle “Yes pılpul yem, mi pun unem, mi pun unem, sarin e, sirdıs pots e, sirdıs khots e, meçi likı arin e” deyişinde, yani “Ben bülbülüm, bir yuvam var, dağdadır, yüreğimde ateş, kalbimde yara, içi hep kan doludur” türküsünde, atalarımızın 100 yıllık, 150 yıllık söyledikleri veya söyleyemedikleri acılar dile gelir.

Nesilden nesile aktarılan bu ağıtlara bir son vereyim diye, bir cesaret geldi içime. Bundan 20 yıl önce, cahil cesareti. Unuttum… hesaba katmadım bu topraklarda, her 10 yılda bir, her 20 yılda bir yeniden acılarımızı tazelemek için hazırlanan senaryoları. Dedim ki, Takuhi yayamın babam Bedros’a bıraktığı acı miras, babamın da bana aktardığı bu dayanılmaz vicdan sızısını, ben 90 yıl sonra evlatlarıma bırakmayayım. Onlar bu topraklarda büyüsünler, güzel günler görsünler, 100 yıl önce yaşananları bizler gibi yaşamasınlar.

Neydi Takuhi yayamın vicdan sızısı dostlar, anlatayım:

Çorlulu Takuhi yayam 20’li yaşlarının sonuna doğru, dedem Ğazaros efendi ile evlenmeyi kabul etmiş. Ğazaros dedem Takuhi’den önce Çorlu’da Sofig adında güzel bir kadınla evli imiş. Mardig, Garbis ve Ağavni adında üç de evlatları varmış. O tarihlerde Çorlu’dan kalkıp İstanbul Yedikule’ye gelip yerleşmişler. Gel gör ki Sofig yaya genç yaşta veremden ölmüş. Ğazaros dedem üç çocuğuyla dul kalmış. Yeniden evlenmeye karar vermiş ve memleketleri Çorlu’dan bir gelin aramaya başlamışlar. Akrabalar el birliğiyle Takuhi’yi razı edip söz kesmişler. Ğazaros efendi gelin adayının gözünü korkutmamak için çocuklarının sayısında bir iskonto yapmış, üç değil de iki çocuğu var dedirttirmiş. Yeni gelin Takuhi ancak Çorlu’dan Yedikule’ye gelin geldiğinde görmüş çocukları ve “Bana iki dediniz, kabul ettim, üç de deseniz kabul ederdim, yeter ki beni aldatmasaydınız, şimdi birini istemem, iki çocuğa kendi evladım gibi bakarım, diğeri büyükanne ve büyükbabasıyla düğün ertesi Çorlu’ya geri gitsin, oradan yaşasın ve büyüsün” demiş.

Takuhi hanım yayam sözünü tutmuş, Ğazaros Efendinin iki çocuğunu bağrına basmış; onları sevmiş, büyütmüş, bu arada kendisinin de iki evladı doğmuş. 1911’de babam Bedros, 1913’te amcam Sarkis dünyaya gelmişler. Takuhiyayamın mutluluğu hepi topu 5-6 yıl sürmüş. Gelmiş o gelmez olası 1915 yılı. “Ne var ki” diyecekler var, biliyorum. Adana, Sivas, Kayseri, Van, Erzurum, Erzincan nere, Trakya Çorlu, Silivri Tekirdağ, Malkara nere… Hani savaş bölgesindeki Ermeniler kendi güvenlikleri için tehcir edilecekti ya. Birinin bir suçu mu var, birinin bir cezası mı var, topyekûn bir milleti cezalandırmanın mantığı nerede? Sözün kısası, daha çocuk yaşındaki Mardig amcam, ailesi, bütün Çorlulular ve Trakya Ermenileriyle birlikte, adına resmen “tehcir” denenyolculuğa çıkmak zorunda kalmış. Takuhi yayamın ise o tarihten sonra yüzü hiç gülmemiş. Evlatlarını büyütmüş ama aklı hep o reddettiği küçük Mardig’tekalmış.

Aylar, yıllar geçmiş, Takuhi yayam, onu sağ bulabilmek için umudunu hiç yitirmemiş. Mardig’i aramak için her çareye başvurmuş, ama nafile, ne gören ne bilen çıkmış. Mardig şimdi büyümüştür, delikanlı olmuştur, kim bilir kimin evladı olmuştur, belki Kürt olmuştur, belki Türk olmuştur, belki Amerikalı misyonerlerin yetimhanelerinde büyümüştürYayam Mardig’in ölmüş olma ihtimalini hiç aklına getirmedi. 1957’de 80 yaşında sarkomdan öldüğünde halkının diğer evlatları gibi ne acılar çekmişti ama hiçbir acıdan çekmedi vicdanından çektiği kadar.

Babam Bedros da anacığının ardından bu acı mirası sırtladı. O da yavaş yavaş dünyanın çeşitli ülkelerinden bulduğu Ermenilerin adreslerine mektup yazdı durdu, Mardig’i sordu soruşturdu. O da ağabeyinin izine rastlamadan, 1975 yılında gözü açık gitti öteki tarafa. Bana da yayamdan babamdan intikal bu vicdan meselesi kaldı miras olarak. 23 yaşındaydım babamın canına irmik helvası kavurduğumda. Çok zordu, çok ağladım. Sonra kendi kendime bir yol tutturdum, babamla konuşmaya başladım, sağmış, karşımda oturuyormuş gibi ona sorular sordum, onun yerine cevaplar verdim, bu diyaloglar bana iyi gelmeye başladı. Her irmik helvası kavurduğumda onu ve sevdiklerini anıyor ve bu hareketim öte dünyada onun da çok hoşuna gidiyor diye düşünüyordum, buna inanıyordum.

Geldik 1915’in sekseninci yılına… Babamın ve sevdiklerimin canlarına irmik helvası kavururken düşünmeye bile cesaret edemediğim Mardig amcam geldi aklıma. Bu yayadan babadan intikal vicdan sızısını bir şekilde tatlıya bağlayayım ve ben de artık evlatlarıma bu taşıması ağır mirası bırakmayayım diye karar aldım. Mardig amcam bir yerlerde yaşamış olsaydı bile artık yaşından dolayı ölmüş olabilirdi. En iyi bildiğimi yaptım, onun canına bir irmik helvası kavurdum, bundan böyle her irmik helvası pişirdiğimde Mardig amcamı daanıyor ve yaptığım helva yiyenlerden de Mardig amcamı anmalarını rica ediyordum. Böylece Takuhi yayamın sızlayan kemikleri rahata kavuşacak, gözü açık giden babam gözlerini yumacak ve en önemlisi ben çocuklarıma acı bir miras bırakmamanın huzurunu yaşayacaktım.

Yaşadım, hem de öyle bir hafifledim ki sormayın gitsin… Az önce cahil cesareti dedim ya, işte tam da öyle oldu, 2007’nin Ocak ayının 19’unda bir Cuma günü tam bu saatlerde, tam burada, canımı, Hrant’ımı vurdular… Evlatlarımın, yeğenlerimin, bütün gençlerin üstüne titriyordum, onlar bizim büyüklerimizin bize aktardıkları acı hikâyeleri artık duymasınlar, bu güzelim topraklarda gönüllerince yaşasınlar diye. Vay, cahil cesaretim, vay! Güpegündüz, İstanbul’un orta yerinde, hepimizin gözleri önünde, Ermeni bir gazeteciyi katlettiler.

Suçu neydi? Suçu aşikardı: İnsan sevgisi, demokrasi ve insan hakları tutkusu, ifade özgürlüğüne inancı, o da yetmedi iki halk arasında barışı savunması ve Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasını istemesi…. Bütün bunların üzerine bir de Tanrı vergisi insanları ikna etme yeteneği. İşte bu sonuncusu bazı insanları çok ama çok korkuttu.

Canım Hrant’ım, 18 sene oldu, aynı Takuhi yayamın Mardig amcamın öldüğüne inanmadığı gibi, ben de senin öldüğüne inanmıyorum, inanamıyorum, kabul edemiyorum, senin canına bir irmik helvası kavuramıyorum! Yüreğim ilk günkü gibi sızlıyor. Kıvranıyordum ki, kendimi bu acıya katlanabilir bir teselli ile avutuyor buldum. Bak güzel kardeşim, sana söz veriyorum, günün birinde,hayali ile yaşadığın, yüreğini, aklını, nefesini tükettiğin o sınır kapısı var ya… Şayet bir gün açılırsa, Takuhi yayamdan kalma bakır tenceremi alıp, açılan sınır kapısında bir irmik helvası kavuracağım. Senin hayallerinin gerçekleşeceği o günü ben görür müyüm bilmiyorum… Ama şayet yaşarsam bu sözümü tutacağım. Bu fikir beni ancak teselli ediyor. Hatta bazı coşuyorum, hayalimi büyütüyor, bir kazan değil, onlarca kazan irmik helvası yapmayı / yaptırmayı düşünüyorum. Bu topraklarda bir fikir uğruna, bir hayal uğruna can veren veya canı elinden alınanlar için…

Canım kardeşim, seninle oturup buna benzer hayaller kurduğumuzda nasıl parlardı gözlerin, nasıl gülerdi yüreğin, gözümün önüne geliyor şimdi. Sonra hayal dünyasından gerçek dünyaya geçtiğimde “yine dağıtma peynirleri Takuhi” diyorum kendi kendime. Kardeşin de demedi mi “bu ülkede güvercinleredokunmazlar” diye… Ne oldu, güvercinlerin en ak yüreklisine dokunmadılar mı? Ne yaşımdan ne de sağlığımdan bir kuşkum var. Ama o günleri ben göremem diye düşünüyorum. Maalesef o günler çok uzakta gibi görünüyor. Sizler görebilirsiniz diye inanıp vasiyet ediyorum, benim yerime lütfen siz gerçekleştirin benim irmik helvası hayalimi. Alın tencerelerinizi, gidin Kars sınır kapısına, dağıtın iki yakanın halklarına. Yetmedi, bu ülkeye barış geldiğinde gidin her sınır kapısına, Habur’a, Sarp’a, İpsala’ya, Kapıkule’ye, Karkamış’a, Ceylanpınar’a, her dilden bildiğiniz dualar eşliğinde kavurun irmikleri. Dağıtın sınırların iki tarafındaki halklara.

Bakın bu hikâyenin hayali bile nasıl içimi ferahlattı. Gerçeğini yaşamanız dileğiyle, hepinize teşekkür ederim."

Hrant Dink’in öldürülmesinden günümüze neler oldu?

Türkiye’deki Ermeni nüfusunun önemli isimlerinden gazeteci Hrant Dink, 18 yıl önce bugün, kurucusu ve genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi'nin önünde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti. Cinayet, Türkiye'de ifade özgürlüğüne ve toplumsal barışa yönelik bir darbe olarak tarihe geçti ancak geçen yıllara rağmen Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin sorumluluk zinciri aydınlatılamadı.

Hrant Dink, hem Türkiye hem de Ermeni toplumları köprü olmak isteyen bir gazeteciydi. Agos Gazetesi'ndeki yazıları ve barış odaklı söylemleri, onu geniş bir kitlenin sevgisini kazanmış bir simge haline getirdi ancak bu barışçıl çabaları, bazı milliyetçi çevrelerin hedefi olmasına yol açtı. 2004 yılında Türklüğe hakaret suçlamasıyla yargılanması, onunun medya ve kamuoyunda yalnızlaşmasına neden oldu.

6 Şubat 2004 tarihli yazısında, Sabiha Gökçen'in Ermeni kökenli olabileceğini ifade eden Dink, Genelkurmay Başkanlığının sert bir açıklamasıyla hedef gösterildi. Ardından dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergün Güngör, MİT'in talebiyle Dink'i İstanbul Valiliği'ne çağırdı. Görüşme sırasında, Güngör'ün yanında bulunan iki MİT görevlisi, Dink’e açıkça uyarılarda bulundu.
Öldürülmeden önce kaleme aldığı son yazısında Dink, "Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce" ifadelerini kullandı.

19 Ocak 2007 tarihinde saat 15.05’te, 17 yaşındaki tetikçi Ogün Samast, İstanbul Şişli'de bulunan Agos Gazetesi'nin önünde Hrant Dink'i silahla vurarak öldürdü. Olay sonrası Samast, babasının ihbarıyla Samsun Otogarı'nda yakalandı. Cinayetin ardından çekilen bir fotoğraf ve bu ana ilişkin görüntüler, Samast'ın Türk bayrağı ve Atatürk posteri önünde poz verdiği, emniyet görevlilerinin ise övgü dolu sözler söylediği bir skandalı daha ortaya çıkardı. Soruşturmanın ciddiyetini tartışmaya açan görüntüler kamuoyunda infial yarattı.
18 yaşından küçük olduğu için yetişkinlere uygulanan cezadan muaf tutulan Samast, üçte bir oranında indirimle 21 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 15 Kasım 2023'te ise şartlı tahliye edilen Samast, cinayeti organize eden daha büyük bir planın parçasıydı.

Cinayetle ilgili soruşturmalarda, Hrant Dink'in öldürüleceği bilgisinin hem Trabzon hem de İstanbul Emniyet Müdürlüklerine öncesinde iletildiği ortaya çıktı. Yardımcı istihbarat elemanları Erhan Tuncel ve eniştesi Coşkun İğci'nin verdiği bilgiler, cinayet planının bilinmesine rağmen hiçbir önlem alınmadığını gösterdi. Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek ve İstihbarat Daire Başkanı Ali Fuat Yılmazer gibi isimlerin istihbaratı yok ettiği veya gereken adımları atmadığı da ortaya çıktı.

Ramazan Akyürek, cinayetten sonra kayıtları silmek ve ihmallerle bağlantılı suçlardan ağırlaştırılmış müebbet dahil çeşitli cezalara çarptırıldı. Aynı şekilde Yılmazer de benzer suçlardan mahkumiyet aldı. Cinayetin planlanmasında rol alan Yasin Hayal, daha önce Trabzon'da McDonalds'a bombalı saldırı düzenlemiş, ancak terör suçu yerine basit bir adi suç kapsamında yargılanmıştı. Dink cinayetinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Hayal, ceza indirimleri çıkmadığı takdirde 2047 yılında tahliye edilecek.

Davanın bir diğer kritik ismi olan Erhan Tuncel, cinayeti azmettirmek dahil birçok suçtan toplamda 96 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz de sahtecilik ve adam öldürmeye azmettirme suçlarından 28 yıl hapis cezasına mahkum oldu.
Dink cinayetinden yedi ay öncesine kadar Trabzon Emniyet İstihbarat Şube Müdürü olan Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç ve dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ise ihmal suçlamalarıyla yargılanmalarına rağmen beraat etti. Zamanaşımı ve delil yetersizliği, bu süreçte dikkat çeken unsurlardan oldu.

Ogün Samast'ın 16 yıl 10 ay hapis yattıktan sonra şartlı tahliye edilmesi de tepkiye yol açtı. Dink ailesi ve avukatları, Ogün Samast'ın ana davada cinayetin yanı sıra örgüt üyeliğinden hüküm giymemesine itiraz etmiş, bunun üzerine mahkeme Samast'a örgüt üyeliği cezası da vermişti. Ancak Yargıtay, Samast'ın örgüt üyeliğini 220'nci madde kapsamında değerlendirerek davayı zaman aşımı kapsamına soktu. Böylece Samast örgüt üyeliğinden ek ceza almadı.

Tahliye kararının ardından Samast hakkında, "FETÖ'ye üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" suçundan yeni bir dava açıldı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 10 Ocak 2025'te yapılan duruşmasında mahkeme heyeti, zaman aşımı gerekçesiyle davanın düşmesine karar verdi.

Hrant Dink'in ölüm yıldönümlerinde, her yıl Agos Gazetesi'nin önünde toplanan binlerce kişi "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeniyiz" sloganlarıyla adalet taleplerini dile getiriyor. Dink'in anısını yaşatmak ve fikirlerini savunmak için etkinlikler düzenleniyor.