24 Eylül 2019 00:00
Asuman Suner
Hong Kong adası 19. yüzyıl ortasında Büyük Britanya İmparatorluğu tarafından sömürgeleştirilmesinin ardından Güneydoğu Asya, Çin, Hindistan ve Avrupa arasındaki ticaretin koordine edileceği bir “ticaret” kolonisi olarak kurulur. Kent nüfusunun büyük bölümünün adanın sömürgeleştirilmesinden sonra Çin’den siyasi ve ekonomik nedenlerle göç edenlerce oluşturulması sebebiyle, Hong Kong toplumunda sömürgecilik karşıtı güçlü bir dalga hiçbir zaman gelişmez. 1970’lerden itibaren gelişen ekonomisi ve iyileşen yaşam standartlarıyla hızla modern bir metropole dönüşen Hong Kong’ta yerel bir kent kimliği ilk kez bu dönemde filizlenmeye başlar. Kentte yetişmiş “yerel Hong Konglular” arasında kendilerini sonradan gelen Çinli göçmenlerden farklı ve üstün görme eğilimi uç verir.[1]
1984 sonunda imzalanan Çin-Britanya Ortak Bildirgesi’yle kentin 1997’de Çin’e iade edileceği, “Tek Ülke İki Sistem” modeli çerçevesinde 2047’ye kadar 50 sene boyunca mevcut yaşam tarzını muhafaza ederek yarı özerk yapıda Hong Kong Özel Yönetim Bölgesi’ne dönüşeceği karara bağlanır. Bu gelişmeyle Hong Kong toplumunda geleceğe yönelik büyük bir belirsizlik ve endişe duygusu oluşur. 1989 yazında Beijing Tiananmen Meydanı’nda özgürlük ve demokrasi talebiyle yapılan protestoların meydana giren tanklarla bastırılması Hong Kong’taki karamsarlık havasını çok daha baskın hale getirir. Katliamın ardından Hong Kong’ta yaklaşık bir milyon kişi hayatını kaybedenleri anmak ve sessiz bir protesto eylemi gerçekleştirmek için sokağa iner. Materyalist ve apolitik olarak bilinen kentte ilk defa güçlü bir politik reaksiyon ortaya çıkmıştır. Egemenlik devrini endişeyle bekleyen Hong Kong 1990’lar boyunca bir yandan ekonomik gelişimini sürdürüp dünyanın üçüncü büyük finans merkezi konumuna gelirken, diğer yandan kendi yerel kent kültürü ve kimliğini, tam da anavatanı tarafından yutulmak tehdidiyle karşı karşıya kaldığı anda, keşfetmeye başlar.[2] Bu dönemde “Hong Kongluluk” algısı, kent aidiyetine sahip çıkma eğilimi belirginlik kazanır.
1 Temmuz 1997 gece yarısı gerçekleşen egemenlik devrinin ardından kentte dramatik bir değişiklik yaşanmaz, hayat eskisi gibi devam etmektedir. Ancak 1997 yazından itibaren Doğu Asya bölgesini sarsan ekonomik kriz ve 2003’te patlak veren kuş gribi salgını, Hong Kong’ta büyük bir ekonomik sarsıntıya sebep olur. Değer kaybeden borsa, dibe vuran turizm, hizmet ve perakende sektörü, tepetaklak olan emlak fiyatları ve hızla yükselen işsizlik oranıyla kent derin bir krize sürüklenir. Otuz yıllık hızlı büyüme sürecinin ardından Hong Kong ekonomisinin ilk kez daralmaya başladığı dönemde kentin imdadına yetişen anavatanı Çin olacaktır. Yeni binyılda küresel bir güç olarak yükselişe geçen Çin, anakıtadan Hong Kong’a geçişleri kolaylaştıran yeni vize uygulaması ve Çinli işadamlarının Hong Kong’taki yatırımlarını destekleyen programlarıyla kent ekonomisinin yeniden ayağa kalkmasını sağlar. Ancak Çin’den gelen muazzam sermaye ve insan akışı, kentin anavatanı tarafından yutulacağı, anakıtadan gelenlerin istilası altında Hong Kong’a özgü hayat tarzının yok olacağı kaygılarını tetikler. Anakıtayla hızlı entegrasyonun yarattığı sorunlar 2003’ten itibaren bir dizi büyük çaplı ve barışçıl protesto eylemiyle açığa çıkar. Yine bu dönemde kentte “Beijing yanlısı” ve “demokrasi yanlısı” gruplar arasındaki ayrışma da belirginleşmeye başlar. Beijing yanlısı grup, küresel bir güç olarak yükselmekte olan anavatanla bir an önce bütünleşmeyi savunurken, demokrasi yanlısı grup kente belirli bir özgürlük alanı sağlayan özerkliğin savunulması ve geliştirilmesi için mücadeleden yanadır.
Yaklaşık 150 yıl boyunca Britanyalı sömürge valileri tarafından yönetilen Hong Kong’ta sömürge dönemi boyunca demokratik bir yönetim anlayışı hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Yasama Meclisi üyelerinin bir bölümünün halk oyuyla seçilmesi gibi bir dizi sınırlı demokratik reform Britanya yönetimi tarafından ancak kentin Çin’e iadesinin kesinlik kazandığı 1990’ların başında gerçekleştirilir. 1992’de göreve gelen kentin son sömürge valisi Chris Patten’ın açıkladığı “demokratik reform paketi” Britanya sömürgeci yönetiminin “giderayak demokrasi” anlayışının ironik bir tezahürü olarak kalır.
Hong Kong demokrasi hareketi egemenlik devrinin kesinlik kazanmasının ardından Britanya sömürge yönetiminin başlattığı reform döneminde serpilerek momentum kazanır. Orta yaş kuşağı Hong Konglu geleneksel demokratlar, insan hakları, özgürlükler, toplumsal adalet, hukuk düzeni gibi liberal değerleri savunan, 1990’larda Britanya sömürge yönetimiyle dirsek teması halinde demokrasi mücadelesini sürdürmeye öncelik vermiş siyasetçilerdir. Kentin ekonomik olarak gücünün zirvesinde olduğu, Çin’inse henüz yükselişe geçmediği dönemde şekillenmeye başlayan geleneksel demokrasi hareketi açısından, Britanya’nın desteğiyle Hong Kong’taki özgürlük alanını genişleterek Çin’i daha demokratik bir sisteme geçişe yöneltmek, temel hedefler arasında yer alır.[3]
Kentte sömürge sonrası dönemin başlangıcında, 2000’lerde gerçekleşen protestoların şekillenmesinde geleneksel demokrasi hareketinin orta yaş kuşağı temsilcilerinin yanı sıra genç kuşak aktivistler de rol oynayacaktır. Sömürge döneminin dinamiklerine yabancı olan, gözlerini Çin yönetimi altında dünyaya açmış, çocukluk yılları ekonomik kriz döneminde geçmiş gençler açısından, kendilerinden önceki kuşakların tecrübe ettiğinin aksine Hong Kong artık fırsatlar kenti değildir. Gelecek beklentileri düşük olan bu kuşak, ılımlı değil radikal bir politik aktivizm tarzı benimseyecek, siyaseti kurumsal yapıların dışına, sokağa ve sosyal medyaya taşıyacaktır. Nitekim 2014 Şemsiye Hareketi bu kuşağın belirgin biçimde sahneye çıkışının ilk büyük işaretini verir. Kentin Tepe Yöneticisinin demokratik seçimlerle doğrudan halk tarafından seçilmesi talebiyle 28 Eylül 2014’de başlayan hareket, kent merkezindeki hükümet binalarının çevresinde on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen 79 günlük barışçıl oturma eyleminin ardından Beijing yönetiminden herhangi bir ödün alamadan, dolayısıyla herhangi bir kazanım elde edilmeksizin sonuçlanır.
2019 yazında ortaya çıkan isyan dalgasının, daha genç ve daha radikalleşmiş milenyum kuşağı tarafından Şemsiye Hareketi’nin başarısızlığından çıkarılan dersler çerçevesinde şekillendirildiği söylenebilir.
2019 yazı protestolarının örgütlenme şekli ilham kaynağını efsanevi Hong Konglu dövüş sanatları ustası Bruce Lee’nin sözlerinden alıyor: “Su akabilir ya da yıkabilir. Su ol dostum!” 2014 Şemsiye Hareketi’nin her düzlemde tanımlı yapısı ve deşifre edilebilir hareket tarzından farklı olarak, 2019 yazı protestoları “su” gibi tanımsız, formsuz, her şekle girebilir, biçim değiştirebilir, farklı ve beklenmedik etkiler yaratabilir bir çerçevede ilerliyor. Hareketin belirgin bir ismi olmayışı dahi bu formsuz kalma, kendini adlandırılabilir ve tanımlanabilir kılmayı reddetme tercihinin bir yansıması olarak görülebilir.
Şemsiye Hareketi’nden farklı olarak 2019 yazı protestoları tamamen lidersiz bir yapıda şekillenmekte, isimleri ve yüzleri kamuoyunda bilinen lider figürleri bulunmamaktadır. Bir grup akademisyen ve öğrenci konfederasyonu temsilcisi önderliğinde başlatılan Şemsiye Hareketi’nin kamuoyunca tanınan tüm lider figürlerinin 2014’ten sonra farklı vesilelerle tutuklanarak ceza almış olmaları, 2019 yazı protestocularını kimliklerini açık etmemek konusunda daha kararlı hale getirmiş gözüküyor. Çoğunluğu gençlerden oluşan eylemcilerin koyu renk, genellikle siyah giysilerden oluşan birörnek giyim tarzı ve hem polis şiddetinden korunma hem de yüzlerini gizleme amacıyla maske, bant, kask, gözlük gibi aksesuarları kullanmaları da, tek tek bireylerin ayırt edilemediği anonim bir görünüm ortaya çıkmasını sağlıyor. Eylemler çoğunlukla internet üzerinden, Telegram gibi şifreli mesajlaşma aplikasyonları kullanılarak örgütleniyor.
“Su” olma taktiğinin bir diğer dışa vurumu eylemlerin sürekli biçim değiştirmesi, öngörülemez oluşu. Şemsiye Hareketi’nin 79 gün süren oturma ve kent merkezini işgal etme eyleminin mekânsal sabitliğinden farklı olarak, 2019 yazı protestoları farklı ölçek ve nitelikte eylem biçimlerinin art arda ortaya konmasından oluşuyor. Bu eylemler arasında, iki milyona yakın insanın katılımıyla gerçekleşen barışçıl yürüyüşler, küçük gösterici gruplarının polisle çatışmaya girdiği ve çevreyi tahrip ettiği şiddet dozu yüksek eylemler, grevler, öğrenci boykotları, havaalanı ve meclis gibi stratejik noktaların işgali var. Aynı şekilde sabit ve belirli eylem alanları/mekanları söz konusu değil. Göstericiler küçük gruplar halinde her gün kentin farklı noktalarında, farklı semtlerde ortaya çıkarak eylemler gerçekleştirebiliyor. Bu akışkanlık, sürekli yer ve biçim değiştirme hali, hareketin polis tarafından kolayca kuşatılması ve kontrol altına alınabilmesini engelliyor.
Protestocuların çekirdek grubunu üniversite ve lise öğrencileri, yarı zamanlı işlerde çalışan ya da işsiz gençler oluşturuyor.[4] Ayrıca eylemcilere medikal ve teknik destek sağlayan kalabalık bir gönüllüler grubu mevcut. Bunun yanı sıra, barışçıl yürüyüş eylemlerine katılarak harekete destek veren her yaş ve meslekten yüzbinlerce kişi var.
İdeolojik yönelim anlamında, tıpkı Şemsiye Hareketi’nde olduğu gibi burada da heterojen bir yapı, farklılaşan görüş ve eğilimler söz konusu. Ancak Şemsiye Hareketi’nden çıkarılan en önemli ders bu farklı eğilimlerin kendi aralarında güç mücadelesine girerek kendi görüşlerini egemen kılmaya çalışmasına fırsat vermemek. Şemsiye Hareketi’nin başarısızlığının tam da böylesi bir iç çatışmadan kaynaklandığı gözlemi yapılıyor. Dolayısıyla hareket içindeki iki temel eğilim, barışçıl eylem yaklaşımını savunan pasifistler ve şiddet içeren daha radikal eylem tarzını benimseyen militanlar, birbirlerinin alanına müdahale etmeden bir arada varolmayı başarıyorlar.[5]
Hareketin içindeki militan grubun artan dozajda çatışma ve şiddet içeren eylemleri benimsemesinin başta gelen sebebi, Haziran ayında barışçıl şekilde başlamış olan Suçluların İadesi Yasası karşıtı protestoların kent yönetimi tarafından beklenmedik oranda şiddet kullanılarak bastırılmak istenmesi. Polisin sistematik biçimde kullandığı yoğun ve orantısız şiddete ilaveten, Temmuz ayında beyaz giysili, ellerinde bambu sopalar taşıyan ve mafyayla bağlantılı olduğu söylenen grupların göstericilere karşı giriştikleri saldırı eylemleri, hareket içindeki militan grubu kendilerini savunmak adına daha saldırgan bir tutum almaya yöneltti. Sonuç olarak, Şemsiye Hareketi’nin “fazlasıyla uslu” eylem tarzından farklı olarak, 2019 yazı protestolarında militan gruplar yüksek dozda şiddet içeren eylem biçimlerine yöneldi ancak bu durum hareket içindeki barışçıl eylem yanlısı gruplar tarafından toleransla karşılandı.[6] Bu iki eğilimin yan yana varolması Bruce Lee’nin sözlerini, suyun hem akma hem yıkma potansiyeli olduğunu anımsatıyor bir anlamda.
Yine de hareket içindeki pasifist ve militan eğilimler arasındaki ortaklığın ne kadar devam edeceği ucu açık bir soru. Kentin Tepe Yöneticisi Carrie Lam’in Eylül başında Suçluların İadesi yasa önerisinin kesin biçimde geri çekildiğini duyurmasının ardından hareket içindeki görüş ayrılıkları keskinleşebilir.
Beijing yönetiminin büyük bir ödün vererek geri adım atmasının nedenleri arasındaysa, 1 Ekim’de gerçekleşecek Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. kuruluş yıldönümü kutlamaları öncesi şehirdeki tansiyonu düşürme çabası kadar, hareketin meşruiyet zeminini ortadan kaldırmak ve hareket içinde bölünme yaratarak Ekim sonrası gerçekleştireceği müdahaleye zemin hazırlamak gayretinin bulunduğu söyleniyor.
[1] Gordon Mathews, Eric Kit-wai Ma ve Tai-lok Lui, Hong Kong, China: Learning to Belong to a Nation. New York: Routledge, 2008.
[2] Ackbar Abbas, Hong Kong: Culture and the Politics of Disappearance, Hong Kong: Hong Kong University Press, 1997.
[3] Sebastian Veg, “The Rise of Localism and Civic Identity in Post-Handover Hong Kong: Questioning the Chinese Nation-state”, The China Quarterly 230, Haziran 2017.
[4] Kevin Lin, “Four Points on the Hong Kong Protests,” Jacobin, 4 Eylül 2019.
[5] Amanda Tattersali, “Be Water: How the Hong Kong Protests Became So Resillient?” Channel News Asia, 5 Ağustos 2019.
[6] Robert Mackey, “What a Protest in Hong Kong Looks Like When Pro-Democracy Marchers Lose Their Fear of the Police?” The Intercept, 8 Ağustos 2019.
© Tüm hakları saklıdır.