Keşmir sorunu, 1948 yılından itibaren Birleşmiş Milletler'in gündeminde yer almakta, BM Güvenlik Konseyi’nin 1948 yılında Keşmir’in geleceğine ilişkin aldığı halk oylaması kararına rağmen, Hindistan bölgeyi işgal etti, Pakistan ve Hindistan iki defa(1947-1965) savaşa girdi ve bölge fiilen ikiye bölünmüş vaziyette. Kuzeydeki stratejik bölgeye Pakistan, güney kesime (üçte ikisi) ise Hindistan hâkim, bölgenin kuzeydoğu kesimi ise Çin’in denetimi altında. Müslümanların çoğunlukta olduğu Keşmir’de Hindistan’ın egemenliği hiçbir zaman kabul edilmiyor, bölge halkı zaman zaman Hint yönetimine karşı ayaklanıyor, Hint güvenlik güçleri bölgedeki Müslüman halka karşı insan hakkı ihlalleri gerçekleştiriyor. Soğuk Savaş döneminde Pakistan, ABD ile güçlü ilişkiler geliştirirken, Sovyetler Birliği de Hindistan ile yakınlaşmış, 1971’de imzalanan Simla Antlaşması’ndan sonra ise sorun ancak ikili düzeyde ele alınarak uluslararası platformlara taşınamamış. Anlaşmaya göre iki ülke arasındaki sorunun hiçbir dış etki olmadan çözülmesinin kararlaştırılmış olması nedeniyle BM de Keşmir sorununda etkili olamamıştır.
Keşmir’de yıllardır süre gelen kanlı bir silahlı çatışma söz konusu. Harika bir vadiyi ölüm tarlasına çeviren on binlerce kişinin hayatını kaybettiği bu coğrafyada Hint halkı, ne çatışmanın doğası ne de orada acı çeken insanların gerçeği hakkında yeteri kadar bilgi sahibi. Hint gazetelerinin ve televizyon kanallarının çoğu hükümetin perspektifinden ve ağırlıklı olarak hükümet kaynaklarından, hükümet açıklamalarını yeniden üretiyorlar. İnsan hakları ihlallerini görmezden geliyorlar. “Ulusal çıkar” tamamen devlet güvenliği ile sınırlanmış vaziyette. Medyanın bu konuda ki en büyük günahı, kasıtlı olarak halkı cahil bırakması bir başka deyişle bu soruna karşı yabancılaştırması. “Keşmir: Hatalar Trajedisi” adlı kitabın yazarı Tavlin Singh medyayı Kashmir hakkındaki olgu ve olayları yanlış yorumladığı için, hükümeti de izlediği yanlış politikaları yüzünden çok katı biçimde eleştiriyor. Gerçekten Hint medyası Keşmir olayını haberleştirirken son derece seçici davranıyor, hassas konuları görmezden gelerek teğet geçiyor ve yalnızca devlet yanlısı fikirlere yer veriyor.
“Hint medyası oldukça şizofrenik, Keşmir’deki gerçeği yansıtan haber yapmıyor” diyen Arundhati Roy, (The Hindu, 31 Ağustos 2005) bunun nedenini İngiltere’den bağımsızlığını kazandıktan sonra Hindistan politikacılarının Keşmir ile ilişkilerini iyi niyet, eşitlik ve demokrasi temelinde kurmayı başaramamalarına bağlıyor.
Noam Chomsky ise, Pervez Hoodohoy’a verdiği röportajda “Hint gazetelerini okursanız, Pakistan için nefret kusan haberler dışında başka bir şey göremezsiniz. Keşmir olayında Pakistan’ın ABD’nin kıymetlisi olduğu ve ABD’nin, Pakistan’ın yanında yer aldığına dair haberlerden geçilmez gazetelerde” demektedir.
27 Nisan 2010’da Muhammad Sharfi (19) Shazed Ahmad (25) ve Riyaz Ahmad (19) Keşmir’in Hindistan tarafında bulunan Nadihal köyünde kayıplara karıştılar. Üç gün sonra Hint ordusu Kuzey Keşmir’deki Kupwara sınırında ellerinde makinalı tüfekleri ceplerinde de Pakistan parası bulunan 3 Pakistanlı teröristi öldürdüğünü açıkladı. Cesetler tanınmayacak haldeydi. Polis ordudan ölü bedenleri teslim alıp yerel gazetelerde boy boy fotoğraflarını yayımladılar. Yakın köydeki bir adam “militan” oldukları iddia edilen bu genç adamların bir aydır kayıp olan köylüler olduğunu fark etti. DNA testleri bu çocukların kayıp olan köylü çocuklar olduğunu kanıtladı. Polis soruşturması sonucunda ordunun bu senaryoyu “nakit para ve hediye” karşılığında kurguladığını ortaya çıktı. Vadide kitlesel protestolar isyana dönüştü, sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu süreçte 100’den fazla genç çocuk öldürüldü, komşu köylerden onlarca çocuk kayboldu. Aileler çocuklarının ölmüş olacaklarından endişe duymalarına rağmen, polise kayıpları bildirmeye korktular.
Syed Nazakat, “Indian Media Coverage of Kashmir: When Stories Clash with National Interest” başlıklı çalışmasında, bu üç çocuğun öldürülmesi ile ilgili çok yerinde saptamalar yapıyor, doğru ve önemli soruları yöneltiyor. Hint medyası bu yaşanan olayı haberleştirmede çok yavaş davrandı. Spor haberleri, siyasi haberler, vizyondaki filmlerden bahsedildi, adeta bir “istisna olay” havasında verildi. Az haber verilmesi bu sahte öldürmelerin yalnızca bir Pakistan karşıtı propaganda olarak senaryolaştırılmasına yardımcı oldu. Pakistan ve Keşmir ayrılıkçı liderlerinin sokak protestolarını nasıl kışkırttıkları üzerine vurgu yapılarak, 3 gencin katledilmesi haberi adeta unutturuldu.
Keşmir sorununun en fırtınalı döneminde(1 Aralık 1991-29 Şubat 1992) Hindistan’ın en çok satan üç gazetesi Times of India, Indian Express, The Hindu’nun 423 haberinin içerik analizine yer verilen bir araştırma yapıldı. Çalışmaya göre; haberlerin 208’i ön sayfada yer almayı hak ederken, yer verilmemişti ve 346 haberin hiçbir arka plan analizi yapılmamıştı. Çalışmanın sonuçlarından bir başkasına göre ise; haber kaynaklarının %78’ini hükümet, ana akım Hint siyasi parti liderleri ile hükümet görevlileri, yalnızca %7’sini Keşmir, %8’ini Pakistan, %7’sini de diğer ülkelerdeki resmi görevliler oluşturmaktaydı.
Keşmir Üniversitesi’nin Medya Eğitimi Araştırma Merkezi’nin Keşmir ve Jammu gazetelerinin Amarnath ihtilafına medyanın nasıl yer verdiğine dair bir araştırma yapıldı. Amarnath ihtilafı; Hindistan devleti ile Jammu ve Keşmir eyaleti hükümetlerinin 26 Mayıs 2008’de Hindu hacılarına barınmaları için 404,685.642 metre karelik (100 acres ) bir alan verme kararına vardıktan sonra, Keşmirli ayrılıkçıların protestoları sonucu geri adım atmaları ile sonuçlandı. Merkezin yaptığı araştırma; gazetelerin kışkırtıcı başlıklar atmaktan özellikle kaçınmadıklarını, Keşmir medyasının özgürlük yanlısı ve ayrılıkçı grupların sözcülüğünü yaptığını, Jammu eyaleti gazetelerinin ise provokatif haberciliği yeğlediğini ortaya koydu. Çalışmaya göre; sürekli biçimde Hindu-Müslüman çatışmasına odaklanan habercilik gündemin başına oturtuldu.
Hint medyası, Keşmir halkının güvenini ve kalbini kazanamadı, daha doğrusu zaten bunun için hiçbir özel çaba da sarf etmedi. Medya, bölge insanının yaşadıkları acıları yansıtmadığı gibi, aksine protestocuları ya holigan ya da paralı ajan olarak etiketledi, polis şiddetine maruz kalanları da görmezden geldi. Bununla ilgili bir olay da şöyle gerçekleşti: Bir polis karakolunda polislerin 2 Keşmirli delikanlıyı soyup kemerleri ile döverken çekilmiş video youtube’a düştü ancak Hint ana akım medyası bu barbarca, insanlık dışı olay hakkında tek bir kelime etmedi.
Keşmir’deki ayrılıkçı grupların iddiası da; Hint ordusunun silahlarla, Hintli gazetecilerin de kalemleriyle Keşmirlilere savaş açtıkları yönünde. Hint medyasını sorumlu tutuyorlar. Bu iddialarında pek de haksız değiller.
Aslında Keşmir’den haber vermek oldukça zor. Güvenlik sorunu var, gazeteciler kaçırılıyor, öldürülüyor, saldırı, tehdit olayları çok sık yaşanıyor. Hiç bir haber ölmeye değmez ama bazı haberler risk almaya değer, buna karar verebilecek sağduyulu gazetecilere ihtiyaç var.
Bir de Hintli güvenlik güçlerinden gelen baskı, kısıtlama, gazete toplamalar, ve bunların doğal sonucu olarak oto-sansür çok yaygın. Gazetecilerin çoğu eğitimsiz, gazetecilik kültürüne sahip değiller. Sıcak haber ve canlı haberin büyüsüne kapılmışlar adeta.
Haberi kasıtlı olarak göstermemenin yanı sıra, bir de dengeli habercilik yapma kaygısıyla veya bahanesiyle insan hakları ihlallerini es geçme sıklıkla yaşanıyor. Bu konuda ülkemizde de geçtiğimiz yıllarda gösterime giren Good Night Good Luck filmine konu olan ünlü Amerikalı TV gazetecisi Edward Murrow’un, gazetecinin soykırım, holokost, çocuk cinayetleri ve bilinçli zülüm olaylarında denge unsurunu gözetme gibi bir derdi olmaması gerektiği fikri yol gösterici olabilir.
Şu can alıcı soruları çatışma bölgesinde gazetecilik yapan her sağduyulu muhabir kendine sormalı: Bu haber risk almaya değer mi? Haberde kamu yararı var mı? Bomba saldırısı, ölüm-öldürme ve işkenceye tanıklık ettim, hükümetin açıklamasını mı beklemeliyim, yoksa artık alanda ve olaya tanıklık ettiğime göre ilk elden haberi mi vermeliyim?...
Aslında Hindistan medyasının Keşmir sorununa bakışı ile ülkemiz medyasının Kürt sorununa ve bölgede yaşanan çatışmalar karşısında takındığı tavra ilişkin büyük benzerlikler var. Ana akım medyamızın Kürt sorununu “terör ve terörizm” ile özdeşleştirerek, yöre halkını “cani, hain, kalleş, çapulcu, dağdan inenler’ olarak adeta sloganlaşmış, korkunçlaştırıcı kalıp yargılar halinde sunduğunu, öldürülen çobanları terörist diye gösterirken, askerler tarafından vurulan gazeteciyi de “teröristler öldürdü” diye duyurduğunu anımsayacak olursak her iki ülkenin ortak paydasının demokrasi karnesi oldukça zayıf olan devlet güdümlü medya olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Özetle Keşmir sorunu Hindistan’ın insan hakları sorunu. Hint medyası, devekuşu misali kafasını kuma gömerek, ulusal kimliğine sadık kalma pahasına olup bitenlerin haberini vermediği müddetçe Hindistan demokrasi sınavını geçemez.