Sabah yazarı Hıncal Uluç, Türkiye'nin tatsız günlerden geçtiğini savunarak "İçinizde "Barış, huzur dolu günler"i özlemeyen var mı? Bir düşünün. O karşılıklı konuşmalar, nerdeyse küfüre varan medyatik yazışmalar güzel günlere ulaşmamızı hızlandırır mı sanıyorsunuz? Geciktireceği kesin" dedi. "O zaman hiç değilse sessiz kalmak en iyisi değil mi? Bakın ülke bir sırat köprüsünden geçiyor" ifadesini kullanan Uluç "Kimin kusuru, kimin kabahati şu anda onu tartışma zamanı değil, çünkü o tartışma da, amaçları ortalığı mümkün olduğu kadar karıştırmak olan hainlerin ekmeğine yağ sürüyor" görüşünü savundu.
Hıncal Uluç'un "Bir kere daha!. Şimdi sabır zamanı.." başlığıyla yayımlanan (3 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Her gün birbirinin benzeri, hatta ayni tatsız haberlerle uyanmak, bütün günü öyle yaşamak..
Ertesi güne gene ayni haberlerle uyanacağını bilmek..
Tatsız günler yaşıyoruz.
Kesin.. Bu ülkede bir numara Cumhurbaşkanı'ndan, en numarasız, sokakta yatıp kalkan evsize dek "Mutlu" bir insan olduğunu söyleyebilir miyiz?.
Bir yanda terör, şehitler, düşük yoğunlukludan apaçık savaşa doğru giden gelişmeler.. Şehitler, yaralılar.. Öte yandan dalga dalga baskınlar, göz altılar, tutuklamalar..
İçinizde "Barış, huzur dolu günler"i özlemeyen var mı?.
İşte o günlere ne kadar çabuk ulaşmak istiyorsak, o kadar soğukkanlı, o kadar sabırlı ve o kadar sessiz olmamız gerek.
Bir düşünün.. O karşılıklı konuşmalar, nerdeyse küfüre varan medyatik yazışmalar güzel günlere ulaşmamızı hızlandırır mı sanıyorsunuz?.
Geciktireceği kesin..
O zaman hiç değilse sessiz kalmak en iyisi değil mi?.
Bakın ülke bir sırat köprüsünden geçiyor..
Kimin kusuru, kimin kabahati şu anda onu tartışma zamanı değil, çünkü o tartışma da, amaçları ortalığı mümkün olduğu kadar karıştırmak olan hainlerin ekmeğine yağ sürüyor.. Evvela belayı def edelim.
Sonra hesap soracak aylar yıllarımız olacak, birbirimizden..
Sorum şu?.
Bu ülkeyi örümcek ağı gibi sarmış, devleti nerdeyse ele geçirmiş Fetö'cüler temizlendi mi?.
Askerde?.. Poliste?. Yargıda, en önemlisi.. Adamların devlette girmedikleri yer yok..
Peki o beğenmediğimiz kararları alanlar, uygulayanların hangi taraftan olduğuna emin miyiz?. Ya yeni karışıklıklar yaratmak için kasten yapıyorlarsa..
Tutuklayan, ya da serbest bırakan yargı mensupları, kararlarını hukuk ve vicdanları ile değil, kişisel hesaplarıyla veriyorlarsa..
Ya, "Bunu bırakırım da, yarın Fetö'cü çıkarsa adam, bana da Fetöcü derler" diye düşünüyorsa polis, savcı, yargıç?. Her ihtimale karşı atıyorsa içeri?. Ya da kendisi hala ortaya çıkmamış Fetö'cü ise?..
Olmayacak şey mi bugün?.
O zaman bunları tartışmak için emin olacağımız güne, yani ülkede düzen sağlanana dek sabırlı olacağız.
Düzenin sağlanması, cemaatin devletten temizlenmesiyle mümkün..
Ülkelerde rejimin adı ne olursa olsun, faşizm, komünizm dahil, düzen "Otorite ve hiyerarşi" ile sağlanır.
Türkiye'de otorite ve hiyerarşi kaynağını Anayasa'dan alır, yasalar, yönetmeliklerle en alt katmanlara kadar inerler.
Örnek.. Düzende Ordu'nun Komutanı Genel Kurmay Başkanı'dır. Kuvvet Komutanları diye başlar, takım, manga komutanlarına kadar iner. Herkes yerini, kimden emir alıp, kime emir verebileceğini bilir.
Ama işin içine cemaatler girdi mi, otorite de kalmaz, hiyerarşi de..
Düşünün.. Genel Kurmay'ın imamı, bir Orgeneral değil, astsubay!..
Yani kıdem sıralamasında en alttaki biri, en tepedekine, Orgenerale emir veriyor..
Çünkü cemaat düzeninde o astsubay daha yukarda..
O astsubayı şeyhi atamış. Onun için otorite devlet değil artık.. O şeyh!.
O şeyh gerçekten dindar birimidir, yoksa dini parasal, siyasal güç temin etmek için kullanan bir sahtekar mı, onu inanan kişi bilmez ve düşünmez. İnanç öyle bir şeydir ki, 18 yaşındaki genci canlı bomba, en iyi okulları bitirmiş, en üst mertebelere ulaşmış birini, onda biri olmayan başkasına köle yapar..
Cemaatçi emrini kendi yasal üstünden değil, önce şeyhinden alır.
Kendi il sınırları içindeki kaymakamlarını hava alanlarına kadar geçiren valiler görmedi mi bu ülke?.
Çünkü kaymakam, cemaatte daha öndeydi. Bu kadar basit..
Niye "Din işleri ile devlet işleri"ni ayırdı Atatürk?. Niye tarikatları, cemaatleri, tekke, zaviyeleri kapadı sanırsınız?.
Bugün, 2016 yılının kasım ayında, bu devlette daha kaç tane emirlerini Pensilvanya'dan alan devlet görevlisi var, bilen var mı?.
Mesele onları temizlemekle bitmiyor.
Yarın onların yerini, emrini kendi şeyhinden alacak bir başka cemaatin almasını da önlemek gerek ki, 10 yıl sonra, bu defa "Metöcüler"le uğraşmayalım!..
Dünyanın en güzel dini Müslümanlık.. En son peygamberin, en son dini.. Öncekilerdenonu ayıran en büyük fark ne?.
İslam'da ruhban sınıfı yok..
Yani Ulu Tanrı ile İnsan arasında aracı yok!.
Peki, o zaman Pensilvanyalı kaçak, nasıl Müslüman oluyor?.
Onun her devlet kurumuna yerleştirdiği İmamlar'ın İslam'da yeri var mı?.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bu sahte Müslüman, bu gençleri zehirleyen örümceklerdenve kurdukları ağlardan temizlememiz gerek. El birliği ile olur bu..
Bunun yolu da, sabırdan, soğukkanlılık ve hoşgörüden geçiyor..
Hatalar olacak.. Ama düzelecek onlar.. Bu temizliği yaparsak, her şey rayına oturacak, otorite, hiyerarşi, düzen yerli yerine dönecek.
Biz de barışa ve huzura kavuşacağız!.