Alejandro Almanza Pereda, işlerini Meksika-New York hattında üreten ve bu hareketliliği eserlerine de yansıtan bir sanatçı. Fotoğrafları ve heykelleriyle tanıdığımız Pereda 15. İstanbul Bienali’ne 2010’den beri ürettiği Horror Vacui (Boşluk Korkusu) serisiyle katılıyor. Doğa-insan ilişkisi üzerinden özel ve kamusal alan arasındaki gerilimi konu alan enstalasyonda, anonim doğa resimlerinin beton duvarlar tarafından ele geçirildiğine şahit oluyoruz. Perada, "Çalışmalarımın konusu yıkıma uğrayan nesnede güzellik bulmak" şeklinde özetliyor.
Pereda’yla 12 Kasım’a kadar Pera Müzesi’nde sergilenen işini, üretim pratiğini ve sanatın rahatsız edici yapısı hakkında soruları yanıtladı.
15. İstanbul Bienali’ne nasıl dahil oldunuz? Projenizin gelişim sürecinden bahseder misiniz?
Bienale küratörler Ingar ile Michael tarafından bizzat davet edildim. Berlin’de buluştuk. İstanbul, Berlin ve genel anlamda şehir kavramı gibi pek çok konudan bahsettik. Bu çalışmamla bienale katılmamı teklif ettiler. Daha önce bu denli kararlı kişilerle çalışmamıştım; hemen konuya girdiler.
Böylesi sanatçı için çok daha iyi. Bana “ne istersen yapabilirsin” demediler. Ne istediklerini biliyorlardı, bu da benim işimi kolaylaştırdı. Başka bir görüşmemiz olmadı. Bu çalışma önceden başka mekânlarda da sergilenmişti ama her seride kullandığım tablolar farklı olduğundan iş de her sefer farklı oluyor.
Bu çalışmanızı nasıl tarif edersiniz? Nereden ilham aldığınızı ve bienalin iyi bir komşu teması ile nasıl bir bağlantısı olduğunu anlatır mısınız?
Bu çalışmanın konusu, doğayı nasıl gördüğümüz ama bundan da önemlisi, nasıl parçalara ayrılmış bir şekilde gördüğümüz. Doğayı hep dışarıda görüyoruz ama benim çalışmamda kullandığım resimler insanların duvarlarında görmeye alışık olduğumuz güzel manzara tabloları.
Bu güzelim tabloları götürüp dünyadaki en yapay ortama asıyoruz: oturma odalarımıza! Oturma odalarımız kendimizi rahat ve doğadan uzak, güvende hissettiğimiz yerler. Bu barınaklara ihtiyacımız var, çünkü onlarsız hayatta kalamayız.
Tabloları heykel gibi görmeye başladım
Böyle düşününce de doğanın etrafını duvarlarla çevirmiş olmamız bana ilginç geliyor. Bence doğa bizi büyülüyor. Dışarıda olma isteği duyuyoruz ama duvarlar arasında kalmamız gerek. Bu çalışma aslında içerisi ile dışarısı arasındaki bu gerilimi konu alıyor.
Bir başka unsur ise tablonun duvara olan gereksinimi. Büyük müzelerde kocaman tabloları duvarlarda asılı hâlde görürüz. Duvara duydukları bu gereksinim, son zamanlarda tabloları heykel gibi görmeye başlamama sebep oldu.
Tabloların müzelerde sergilenebilmek için duvarlara ihtiyaçları var; tıpkı bizim de duvarlara ihtiyacımız olduğu gibi. Tablo duvara gereksinim duyacağına, duvar tabloya gereksinim duysa ne olur? Ben bunu düşündüm ve böylece duvarı tabloya dâhil ettim.
Bienalin temasını da göz önünde bulundurursak, bu çalışmamın konusunu betonla doğa arasındaki gerginlik olarak yorumlayabiliriz. Bir başka boyutu ise, gereksinim.
Bu tablolar sizin eseriniz olan orijinal çalışmalar mı?
"Ben fırça bile tutamam"
Açık konuşmak gerekirse ben fırça bile tutamam. Bu tabloları ikinci el dükkânlarından bulup derliyorum; pek çoğunun sanatçısı bilinmiyor. Bu yıl, tabloları bulmam konusunda bienal ekibi bana yardımcı oldu, dolayısıyla bu yılki tablolar İstanbul’dan.
Şansımız yaver gitti de serideki bu üç tabloyu bulabildik, normal şartlar altında bulması zor ve çok ağırlar. Müzede alçıya batırılacaklar, Pera Müzesi’ne yeni bir bölüm eklenmiş gibi olacak. Göze hitap eden duvarlar olmadıklarının farkındayım; modernistler ama güzel görünümlü değiller.
Çalışmalarınız çoğunlukla nesnelerin ilişkiselliğini keşfe çıkar türden. Heykellerinizde ise gündelik hayatta kullandığımız eşyaların birbirine ampullerle bağlanması yoluyla denge ve gerginlik kavramlarını işliyorsunuz. Bu çalışmanız, sanatınızın geneliyle nasıl bir ilişki içinde?
"Çalışmalarımın konusu yıkıma uğrayan nesnede güzellik bulmak"
Benim çalışmalarım maddesellik, fizik, maddeler ve nesnelere dair algılarımız ve varsayımlarımız üzerine. Varsayım ve kıymet; nesneleri bu iki kavram üzerinden değerlendiriyoruz.
Bir nesneyle aramızdaki ilişki onun maddeselliği üzerine kurulu olsa da bununla sınırlı değil. Örneğin; plastikten yapılma bir nesne size babanızın hediyesidir, bu yüzden sizin için kıymeti ederinden çok daha fazladır.
Ben çalışmalarımda madde ve kıymet arasındaki gerginliğe dikkat çekmek istiyorum. Bu anlamda çalışmalarımın konusu, yıkıma uğrayan nesnede bir güzellik bulmak olarak da düşünülebilir.
Bir tablonun değeri ve güzelliğiyle ilgili belirli fikirlerimiz var; işte ben bu seride onları beton bir duvarla yıkıyorum. Çalışmalarım agresif; göze hoş görünen parçalar değiller. Ben bakanı hoşnut bırakmaktan değil, ona kafa tutmaktan hoşlanan bir sanatçıyım.