21 Aralık 2015 16:04
Çözüm süreci bir süredir yerini doğudaki çatışmalara, operasyonlara ve sokağa çıkma yasaklarına bıraktı. Bu dönemi değerlendiren HDP'li İdris Baluken, "Biz bu güvencelerle gittiğimizde bir günde hendekler kapandı. Ancak hendekler kapandıktan sonra bir günde 6 genci katlettiler" dedi.
Hendek kazanın saldırmadığını söyleyen Baluken, verdiği röportajda "Hendek savaş tarihinde bir savunma aracı olarak ortaya çıkmıştır." dedi.
Al Jazeera'dan Gonca Şenay'ın sorularını yanıtlayan İdris Baluken'şn söyleşisi şöyle:
Bölgede yaşananları siz nasıl okuyorsunuz?
Şu anda Kürt illerinin tamamında biz sivil halka yönelik hukuksuz bir katliam girişimi olduğunu düşünüyoruz. Bu sokağa çıkma yasaklarının tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasına ve yasalarına aykırı. Bunlar 5442 sayılı İl Özel İdare yasasının bir bendine dayandırılarak yürütülüyor. Bir kentte yaşayan tüm insanlar adeta hükümet ve devlet tarafından cezalandırılmak isteniyor. Bunu tesadüfi bir durum olarak değerlendirmiyoruz. Bu bir konseptin parçası. Yerleşim alanlarını tamamen boşaltma, ciddi yönelimlerle, ağır silahlarla yapılan müdahalelerle halkın iradesini kırma politikası devrede. Son derece tehlikeli sonuçlara doğru sürüklendiğimizi düşünüyoruz. Bölgeden gelen ölüm haberleri son derece vahim bir tabloya doğru gittiğimizi gösteriyor. Bu şekilde devam ederse ülkenin sürükleneceği uçurumdan düşeceği bir dönemi yaşayabiliriz.
Nasıl başladı bu süreç? İlk Lice’de hendekler kazıldı. Ondan sonra da bir hendek siyaseti girdi Türkiye’nin gündemine…
Ben bunu biraz kronolojik olarak izah etmeye çalışayım. Bu savaş konsepti 30 Ekim 2014 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alındı. 10.5 saat süren toplantıda çözüm sürecinden sonra ilk kez KCK bir tehdit olarak ifade edildi, “legal görünümlü illegal yapılar” diyerek de demokratik siyasete operasyonlar yapılacağı kamuoyuna aktarıldı. Hemen o toplantıdan sonra Meclis Genel Kurulu’na İç Güvenlik Paketi getirildi. Bugün Kürdistan’da insanlığa karşı işlenen suçların tamamı neredeyse o güvenlik yasasına dayandırılıyor. Polise vur yetkisi, valiye olağanüstü yetkiler, yargı yerine kaymakamların, idari mülki amirlerin karar almaları tüm bunlar güvenlik yasasının getirmiş olduğu düzenlemelerle yürütülüyor. Biz güvenlik yasası Meclis’e geldiği zaman çıktık, kamuoyunu uyardık. “Yapılması gereken güvenlik yasaları değil, demokratikleşme adımlarını hızlandırmaktır” diyerek defalarca kamuoyuna açıklamalarda bulunduk. Bugünleri gördüğümüz için bunları yapıyorduk. Yasa çıktıktan sonra AKP süreç ile ilgili ayak diretmeye başladı. Alınan savaş kararını sahaya sürmek için gerekçe yaratmanın peşine düştü. Mart ayında Erdoğan, masayı, çözümü, mutabakatı reddeden değerlendirmelerde bulundu. 7 Haziran seçimleri yakın tarihte olduğu için AKP kapsamlı savaş konseptini göze alamadı. O nedenle Diyadin’den başlayarak Adana, Mersin ve Diyarbakır bombalamaları ile bu savaşı seçim sonrasında çok kapsamlı olarak sahaya süreceğini ortaya koymuş oldu. 7 Haziran seçimlerinde başarılı olamayınca da AKP Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararları pervasızca Kürt illerinde hayata geçirdi.
7 Haziran’dan sonra PKK’nın saldırıları da Türkiye’nin gündemine girdi... Bunu nereye koyuyorsunuz?
7 Haziran’a kadar olan süreçte PKK’nin saldırısı yok. Hatta Diyadin’de çatışmaya sürülen askerleri gerillanın özellikle çatışmaya girmeyerek ya da öldürmeyecek şekilde ateş ederek süreci provokasyonlardan koruma durumu var. Diyarbakır katliamından sonra herkesin beklentisi sürecin bozulması yönündeydi, ona karşı da yine son derece sağduyulu bir tavır vardı. 7 Haziran’dan sonra bir değişiklik oldu. 7 Haziran’dan önce devlet kurumları arasında homojen bir bakış yoktu. Ordu’nun itirazları, devlet içerisinde güvenlik politikaları ile sonuç alınamayacağını düşünenlerin itirazı vardı. Daha çok Erdoğan’ın gücü ve otoritesi üzerinden süreç yürütülüyordu. Ancak 7 Haziran’da HDP’nin yüzde 13 oy alarak Türkiye’nin demokratik geleceği ile ilgili çok etkin bir söz sahibi olacağı görüldükten sonra devlet içerisindeki, hükümet içerisindeki çelişkiler, ayrıksı duruşlar giderildi. HDP şahsında Kürtlerin ve diğer ezilenlerin Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olması konusunda duydukları kaygı nedeniyle bir araya geldiler. Top yekûn bir savaş konseptine dönüştürdüler. Suruç ve Ankara katliamları ortada. Suruç’tan sonra Adıyaman ve Ceylanpınar provokasyonları gerekçe gösterilerek PKK’ye savaş ilan edildi. PKK’nin o tarihe kadar herhangi bir saldırısı yok. Adıyaman’da bir askerin, Ceylanpınar’da iki polisin infazı kesinlikle bir provokasyondur. Suruç katliamını yapan aynı merkez tarafından planlanıp, hayata geçirilmiştir. Devlet ve hükümet bir gerekçe üreterek topyekûn savaş konseptini sahaya sürmenin, PKK’ye operasyon başlatmanın gerekçesini yarattılar. Bunun bir nedeni de İŞİD’i rahatlatmadır. PKK’nin çatışmaya girmesi de bundan sonradır. Şunu da göz önünde bulundurmak lazım, Kandil’e bir gecede 400 sorti yapıldığı zaman, her gün ölüm operasyonları yapıldığı zaman PKK istemese de kendisini o çatışmaların içinde bulacaktı zaten. Burada savaşı başlatan, bilinçli olarak hedef alan AKP hükümetinin kendisidir.
Bu çatışmaların ilçe merkezlerine ve hatta Diyarbakır ile birlikte şehir merkezlerine taşınması hendeklerle birlikte oldu. Hendekler neden kazıldı?
Hendekler sonuçtur. Bu kadar kapsamlı askeri operasyonlarla birlikte, binlerce tutuklamaya yol açacak siyasi soykırım operasyonları başlatıldı. Hemen hemen her şehirde insanların tutuklandığı operasyonlar oldu. Halka yönelik ağır saldırılar geliştirildi. Halk bu saldırılar karşısında kendisini koruma refleksine girdi. “7 Haziran’da ben bir irade ortaya koydum ama bu irade tanınmadı. Meclis’in kapısına kilit vuruldu, Meclis çalıştırılmadı. Tekrar benim iradem dışında seçim kararı alındı. Siyasetin çözüm alanı kapatıldı.” değerlendirmesi yapıldı halk tarafından. Tüm bunların üzerine de “Bana karşı büyük bir saldırı başlatıldı, benim kendimi bir şekilde korumam gerekir” refleksi geliştirildi halk tarafından.
Yani siz hendeklerin halk tarafından kazıldığını mı söylüyorsunuz?
Bu gidip görülebilir. Orada bazı gençlik yapılanmaları, örgütlülük de var ama çoğu hendeğin başında duran 70 yaşındaki insanı getirip YDG-H üyesi olarak kimse gösteremez.
Ne yapılabilir hendek kazarak? Ne yapılmak isteniyor?
Kendisini saldırılardan korumaya çalışıyor, bu kadar nettir. Hendek dünya siyaset, savaş tarihinde de bir savunma aracı olarak ortaya çıkmıştır. Hendek kazan insan saldırmaz. Bir yerde hendek kazılmışsa orada ciddi bir saldırı var demektir. O saldırı karşısında da kendisini savunmasız hisseden bir halk gerçekliği var demektir.
Silahlar peki… Hem de ağır silahlarla karşılık veriliyor güvenlik kuvvetlerine…
Bakın, iyi anlaşılsın diye biraz detaylandırayım. Çözüm süreci devam ederken de Lice’de, Cizre’de bu hendekler meselesi sorun oldu. Biz heyet olarak Kandil ile İmralı ile Ankara ile yapmış olduğumuz toplantılarda iki güvence üzerinden hendek meselesini bir günde çözdük. Birincisi devlet o gençleri katletmeyecekti, ikincisi o mahalledekilerin hepsini tutuklamayacaktı. Biz bu güvencelerle gittiğimizde bir günde hendekler kapandı. Ancak hendekler kapandıktan sonra bir günde 6 genci katlettiler. Bizim söz verdiğimiz o gençleri burada bize söz verenler talimatlarıyla katlettirdiler. O mahallelerde anında tutuklamalar yaptırdılar. Şimdi AKP meseleyi hendek üzerinden farklı bir yere çekmek istiyor ama hendeklerin nasıl kapanacağını çok iyi biliyor. O hendeklerin kapanmasıyla ilgili verdiği sözü yerine getirmeyen, bugün de o arayışta olmayan kendisidir. AKP’nin hendek kapatma gibi bir niyeti yoktur. Hendeği açan AKP zihniyetinin ta kendisidir. Bugün de o saldırgan tavırlar olmasaydı, katliam politikaları, halka yönelik düşmanca tutum olmasaydı o hendekler olmayacaktı. Kaldı ki şu hiç gündemleşmedi; hendeğe bu kadar karşı olduğunu söyleyen AKP Kürtlerin arasına son iki üç yılda yüzlerce kilometre hendek kazdı. Bunu görmüyor mu? Rojava sınırına, Güney sınırına hendek kazıldı, duvarlar ördü. Bunlar kimse tarafından ciddi bir sorun olarak görülmüyor. Saldırdığın mahalledeki gençler, “Kendimizi güvencede hissetmiyoruz, o yüzden bunu yapmak zorunda kalıyoruz” dediği zaman onun etrafında fırtına koparılıyor. Bu çok samimiyetsiz bir yaklaşım.
Bu kadar ağır silah nasıl geldi şehirlere?
Ortadoğu coğrafyasında bir meseleyi silahla ele almak istediğiniz zaman silaha ulaşmanız problem olmuyor. Bu Türkiye için de Suriye için de Irak için de böyledir. Bu böyle çok üzerinde düşünülmesi gereken çok farklı bir şey değil bence.
Silahlı olanlar da mı halk sizce?
Orada örgütlü bir gençlik yapısının olduğu kesin zaten. Onlar da bunu saklamıyorlar. YDG-H üzerinden bir örgütlülük olduğunu ve saldırılara karşı direniş içinde olduklarını söylüyorlar zaten. Ancak ben şunu söylemeye çalışıyorum, eğer demokratik siyasi çözümü esas almışsanız orada silahların devreye girmesini engelleyecek şekilde onu hızla çözüme götürmelisiniz. Eğer siyasi çözümden geri atıp silahla bastırma yöntemini seçerseniz yaşadığınız coğrafya maalesef ki silaha en rahat ulaşılan bir coğrafya.
Devlet ne yapabilirdi? Hendekler kazılırken bunu görmezden mi gelmeliydi? Güvenlik boyutuyla yaklaşmak dışında ne yapabilir devlet?
Sanırım anlaşılmakta biraz problem çekiyoruz. Burada hendekler kazıldığı için bir güvenlik tedbiri hayata geçmiş değil. Güvenlik konsepti hayata geçtiği için hendekler kazılmıştır. Bu denklemi doğru oturtmak lazım. Bu güvenlik konsepti, devletin topyekûn savaş konsepti olmasaydı hendek diye bir şey olmayacaktı. Velev ki oldu, hendekler kazıldı. Devlet ve hükümet bunun nasıl çözüleceğini biliyor. Bunu halka yönelik saldırılardan vazgeçme iradesi ve bir siyasi çözüm iradesi doğrultusunda çözeceğini geçmişteki pratikten dolayı biliyor. Ama bunu işletmeye bile gerek görmedi. Daha önce bu meseleyi çözen Sayın Öcalan üzerinde 8 aydır ağırlaştırılmış tecrit var. Bunu nereye koyacağız? Hendek meselesini çözmek isteyen bir devlet bir hükümet eğer bu konuda bir çaba içerisinde olmuş olsaydı, geçmiş deneyimlere bakarak o hendekleri kapatan çağrının sahibi olan Sayın Öcalan’a başvururdu. Devletin bu yönlü bir çabası yok. Devlet oradaki savaşın derinleşmesini istiyor. Kürt halkının iradesini kırmak istiyor.
Nereye varmak istiyor sizce devlet bu yolla?
Kürt halkının iradesini kırmak istiyor. Ortadoğu’da çok dinamik bir süreç var. Rojava’nın statüsü giderek tüm dünya tarafından kabul ediliyor, meşru görülüyor. Herkes oradaki statünün demokratik Suriye Cumhuriyeti için bir model olabileceğini tartışıyor. Türkiye de bundan kaygı duyuyor. Bunu boğmak, engellemek istiyor. Bunu yaparken de içerideki Kürtlerin iradesini boğarak, o süreçte sorun yaşamak istemiyor. Kürt halkının bir statü sahibi olarak önümüzdeki yüzyılda eşit hukuk temelinde bu coğrafyada yaşamasını istemiyor. Bu kadar nettir.
Bu koşullarda 6 ay öncesiyle karşılaştırdığımızda siyaset daha az rol sahibi. Siz ne bekliyorsunuz bundan sonrasında? Çözümün konuşulması için ne olması gerekiyor?
Bir an önce rasyonel bir aklın devreye girmesi gerekiyor. Bu gidişat gerçekten uçurumun eşiğine getirilmiş bir ülke gerçekliğini bize gösteriyor. Bu kadar net, artık bir yol ayrımına gelindi. Silopi ve Cizre mahallelerini, sivil yerleşim alanlarını artık tanklar bombalıyor. Ordunun zırhlı birlikleri bombalıyor. Ordu kendi halkına karşı savaş açmış durumda. Suriye’de ya da diğer Ortadoğu rejimlerindeki uygulamalar neyse bugün Kürt illerinin çoğunda o durum yaşanmaya başladı. Bu anlayış devam ettirilirse bir süre sonuç alamadığını gören devlet havadan bombalayama başlayacak. Suriyelileşme, Beyrutlaşma dediğimiz şey de bu zaten. Ya bunu yapacak, çünkü oradaki irade teslim olmayacak, diz çökmeyecek gibi görünüyor. Ya da rasyonel bir akılla bu meseleyi tekrar bir çözüm mekanizmasına kavuşturabilirim diye düşünecek. Bunu yapmak için de çok olağanüstü arayışlara girmesine gerek yok. Devlet bu konuda yeterli deneyim sahibidir. Süreç içinde tıkanıklığın yaşandığı tüm dönemlerde kilidi Sayın Öcalan açtı. Hükümet ve devlet Sayın Öcalan ile görüşmenin önünü tıkayarak, tecridi devrede tutarak bir yönüyle böyle bir arayışı olmadığını gösteriyor. Buradan bir çıkış olacaksa mutlaka Sayın Öcalan’ın devreye girmesi sağlanmalı. Bu operasyonel, çatışmalı süreç mutlaka durdurulmalı. Her iki taraf mutlaka önce çatışmasızlık, sonra tahkim edilmiş ateşkese girmeli. Müzakere masasına da Dolmabahçe mutabakatından başlayarak geri dönülmeli diye düşünüyoruz.
Yeniden çözüm masasına dönülse bu defa “özyönetim” şartlardan biri haline mi gelir bu koşullarda? En son masada “özyönetim” başlığıyla yer almıyordu…
Kürtlerin özyönetim talebi hep vardı. Orada yerel demokrasi şeklinde ifade ediliyordu. “Yerel demokrasi ve ulusal demokrasinin demokratik anayasa içinde güvence altına alınması” olarak ifade edilen şey halkın karar süreçlerine katılmasıydı, yani öz yönetimin kendisiydi. Bugün de masaya dönüldüğü zaman tabii ki Kürt halkı öz yönetim ile ilgili talebini masada tutacaktır.
Suriye’de çözüm olmadan yeniden masaya dönülmesi ihtimalini görüyor musunuz?
Olması gerekir. Bu Türkiye’nin yanlış Suriye politikasından dolayı böyledir. Türkiye, Suriye’de Kürtlere karşı olan düşmanlığı bir kenara bırakırsa, PYD’ye karşı IŞİD ile iş tutma saçmalığını bir kenara bırakırsa, statüye düşmanlık yaklaşımını bir kenara bırakırsa bu Türkiye’deki çözüm sürecinin tekrar hızla canlanmasını ve Suriye’deki kaotik sürecin de hızla çözüme kavuşmasını sağlayabilir.
Öz yönetim ilan edilen, hendekler kazılan yerlerde insanlar göç ediyorlar. Büyük bir mağduriyet var. Ne olacak bu mağduriyetin sonu? Ayrılırken HDP’ye tepki gösterenler de var. Kendilerine yeterince sahip çıkılmadığını söylüyor insanlar… Sur’da esnaf tepkili.
Bunu anlamak için Başbakan’ın yapmış olduğu açıklamalara, hükümetin kendi emrindeki medyaya attırdığı başlıklara bakmak lazım. Başbakan “ev ev temizlik” ten bahsediyor. Yandaş medya bir “temizlik harekatından” söz ediyor. Biz bu başlıkları, bu terminolojiyi Ağrı’dan, Zilan’dan, Dersim’den bugüne kadar biliyoruz. Bu terminolojinin kitlesel imha, katliama kadar giden süreçler olduğunu biliyoruz. Devletin kodlarında olan etnik temizliğe başvuruluyor. İnsanların yerinden yurdundan edilmesi, bölgenin insansızlaştırılması hükümet tarafından bilinçli bir konsept olarak işletiliyor. Burada meseleyi HDP’ye tepki üzerinden tartışmak başını kuma gömmektir. Kürt halkının 100 yıldır kendi taleplerini dile getirdiği tüm arayışlara karşı devletin ezberinde olan yaklaşımlar neyse onlar bugün AKP tarafından devreye konuyor. Devlet Bahçeli bile orada bir etnik tasfiye olduğunu söylüyorsa, meselenin ne kadar vahim bir boyuta geldiğini görmek lazım. HDP’ye yönelik bir tepki olduğu kanaatinde değiliz. İnsanlar yaşadığı sıkıntılar ile ilgili sitemde bulunabilirler, demokratik siyasetin daha çok müdahalede bulunmasını isteyebilirler, bir çözüm geliştirilmesini isteyebilirler. Ama HDP elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor. Şu anda siyasetin çözüm gücü AKP ve devlet tarafından bilinçli olarak kabul edilmiyor. Bizim ile diyaloğa bile girmeyen bir hükümet anlayışı var.
Hendeklerin kapatılması için gösterilecek bir çabadan söz ediyorum…
Onları da yapıyor HDP. Gençlerle görüşüyor. Daha büyük katliamlar olmaması için kendisini canlı kalkan olarak ortaya koyuyor. Hak ihlallerini, insanlığa karşı işlenen suçları uluslararası kamuoyuna duyurmak için de olağanüstü çalışıyor. Ancak burada şunu görmek lazım; demokratik siyasetin elini güçlendirecek bir argüman devlet tarafından biliniçli olarak geliştirilmiyor. Biz gençlerle konuştuğumuz zaman oradaki gençlerin tamamı 30 yıllık savaş sürecinde birinci derecede yakınlarını kaybetmiş. Babası faili meçhul cinayetlerde devlet tarafından katledilmiş gençler. O gençler babasından sonra o saldırı dalgasının kendisine yöneldiğini düşünüyorlar. Biz Ankara’dan, “Size karşı bir saldırı olmayacak, sizi katletmeyecekler, sizin taleplerinize demokratik siyasi çözüm geliştirecekler” tavrı var diyemiyoruz. Ankara bize böyle bir argüman vermiyor. Dolayısıyla HDP’nin bu dönem yaşamış olduğu sıkışmışlığın sebebi budur. Demokratik siyasetin etki gücü bizzat AKP hükümeti tarafından ve Türkiye devleti tarafından bilinçli olarak devreden çıkarılmış durumdadır.
© Tüm hakları saklıdır.