HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili kanunun yürürlükten kaldırılması için bir kez daha TBMM Başkanlığı'na kanun teklifi verdi. Altan Tan'ın kanun önerisinin sokağa çıkma yasakları ve operasyonların yoğun olduğu bir dönemde verilmesi, sosyal medyada tepki çekti.
Tekke ve zaviyelerle ilgili yasakların kaldırılması durumunda, ‘Nakşibendîlik, Kadirilik, Halvetilik, Uşşakîlik, Cerrâhîlik, Şâbânilik, Sa’dîlik gibi Sünnî tarikatların’ dini değerlerlerini özgürce yaşayacaklarını savunan Altan Tan, 2013 yılında da aynı kanunla ilgili Meclis'e teklif sunmuştu.
Zete'de yer alan habere göre, HDP milletvekili Altan Tan’ın TBMM’ye verdiği teklif, 30/11/1925 tarih ve 677 Sayılı Tekke Ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men Ve İlgasına Dair Kanunun yürürlükten kaldırılması, 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’da ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nda değişiklik öngörüyor.
Sosyal medyada eleştiriler
Altan Tan’ın dün TBMM Başkanlığı’na sunduğu kanun teklifi, Twitter’da gündem oldu. Habere yorum yapan kullanıclar, Tan’ın sokağa çıkma yasağı ve operasyonların devam ettiği bölgelerle değil de tekke ve zaviye yasağıyla ilgilenmesini eleştirdi. Kimi kullanıcılar ise Tan’ı ‘muhafazakar’ eğitim sistemini savunmakla suçladı.
Altan Tan: İstedikleri gibi eleştirsinler
Sosyal medyadaki tepkiler üzerine ZETE’ye konuşan Altan Tan, “İsteyen istediği gibi eleştirsin. Bu saatten sonra kimseyi değiştiremeyiz. Daha önce verdiğimiz bir teklifin kadük olmaması için takibini yapmamız gerekiyor. Geçen dönem verdiğimiz bir teklifi prosedür gereği yeniden sunduk” diye konuştu. Meclis’e çok sayıda teklif sunduğunu belirten Tan, birçoğunun bölgedeki sorunlarla ilgili olduğunu da ekledi. Tan, sunduğu kanun teklifinin genel gerekçesini şöyle açıkladı:
“İslam kültürünün önemli bir kurumu olan tekkelerin kuruluşu 8’inci yüzyıla kadar uzanır. İslam’ın sosyal hayatının aktif birer unsuru olan tekke ve zaviyeler İslam dünyasının hemen her yanında farklı isimlerle de olsa mevcut olmuştur.
"'Dini kontrol altında tutma’ yönünde bir politika geliştirildi"
Tevhidi Tedrisat yasasıyla birlikte devletin aynı zamanda ‘dini kontrol altında tutma’ yönünde bir politika geliştirdiği görülmektedir. 677 sayılı tekke ve zaviyelerin seddine dair kanunda bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir kanundur. Bu aynı zamanda çok kültürlüğe ve çoğulculuğa vurulan ağır bir darbedir. Bilindiği gibi ulus devletçi sistemlerin ‘hâkim ideolojisi’, iktidarı elde tutmanın en önemli aracıdır. Bu bakımdan tek bir dini, tek bir okulu, tek bir dili, tek bir mezhebi ve ortak duygusu olur. Çıkardıkları kanunlarla da toplum tüm renklerinden arındırılarak tek-tipleştirilmesi ön görülmüştür. Gerek resmi eğitim, gerekse toplum bazındaki sivil eğitim üzerinde kontrol sağlayan devlet bu yolla ‘bilgi’ ve ‘inanç’ kaynağını tamamen eline almayı başarmıştır.
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile uygulamaya konmuştur. Bu kanunla beraber bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik ve çelebilik gibi unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde tarikatlara fayda sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1925’teki ünlü Kastamonu söylevinde ‘Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz’ sözleriyle tüm yurtta tekke ve zaviyelerin kapatılacağının işaretini vermiştir. 2 Eylül 1925 tarihli kararname ile tekke ve zaviyelerin kapatılması kararı alınmıştır. Ceza yaptırımı içeren yasanın çıkması da, Refik Bey ve arkadaşlarının hazırladığı 677 sayılı yasa önerisinin 30 Kasım 1925 günü Meclis’te tartışılması sonucu yürürlüğe girmiştir.
"Kanunen yasak olmasına rağmen birçok tarikat, tekke faaliyetini sürdürmektedir"
677 sayılı yasa, önce 1950 yılında çıkan 5566/1 numaralı yasa daha sonra 1990 yılında çıkan 3612/5 sayılı yasa ile değişikliğe uğramıştır. Yasa değişikliği konusu, ilk defa 1947’de CHP’nin VII. Kurultayı’nda gündeme gelmiş, kurultayda programın milliyetçilik maddesine ilişkin söz alan Hamdullah Suphi Tanrıöver, gençlere milliyet duygusunun verilmesi için türbelerin tamir edilmesini, açılmasını önermiştir. Kanun değişikliği içeren yasa tasarısı, 21 Ocak 1950’de Başbakan Şemsettin Günaltay tarafından meclise sunulmuş; geniş bir mutabakatla 5 Mart 1950’de yasalaşmıştır.
Yeni yasa, türbelerin bir bölümünün Milli Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına olanak sağlamıştır. İlk olarak İstanbul’da Koca Mustafa Reşit Paşa türbesi, ardından Gazi Osman Paşa türbesi açılmıştır. Bunu Barbaros Hayrettin Paşa türbesi, Osmanlı sultanlarından Kanuni ve Yavuz’un, Bursa’da Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbelerinin ve Yeşil Türbe’nin açılışı izlemiştir. Mimar Sinan’ın, Fatih’in türbesi, içinde Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in de yatmakta oldukları II. Mahmut Türbesi, Bolayır’da Şehzade Gazi Süleyman Paşa, Kırşehir’de Âşık Paşa, Konya’da Selçuklu sultanları, Akşehir’de Nasreddin Hoca türbeleri de ilk etapta açılan türbelerdendir.
Günümüzde de kanunen yasak olmasına rağmen birçok tarikat, tekke ve medrese faaliyetini sürdürmektedir.
"Bu yasa günümüzde anlamsızlaşmıştır"
Alevi yurttaşlarımızın cemevi talepleri de mevcut 677 sayılı yasa gerekçe gösterilerek reddedilmektedir. Demokratik bir ülkede vatandaşların dini ve mezhebi inançları gereği Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı örneğindeki gibi yüzyıllar içinde oluşan kurum ve kuruluşların yasaklanması doğru değildir. Bu yasa günümüzde anlamsızlaşmıştır.
2981 sayılı ve 3194 sayılı yasalarda yer alan ‘cami’ ibaresinin düzenlenerek ‘ibadet yeri’ olarak değiştirilmesi tek başına yeterli olmamış, bu sefer de hangi yerlerin ibadet yeri sayılıp sayılmayacağı tartışılmaya başlanmıştır. Devletin ülkemizde yaşayan tüm dinlerin ve mezheplerin ibadetlerini yaptıkları ibadethanelerine eşit yaklaşması gerekmektedir. Bu nedenle ibadet yeri kavramı daha net bir biçimde ortaya koyulmalıdır.”