25 Şubat 2015 00:20
Muhalefetin ifade ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, polise öldürme yetkisi veren, kişi özgürlüklerini engellediği gerekçesiyle itiraz ettiği, TBMM'de 16 maddesi kabul edilen İç Güvenlik Paketi'ne ilişkin HDP'nin yaptığı değerlendirme çalışmasında, savcı ve hakimlerin yetkilerinin polise devredildiği belirtildi.
HDP'nin kabul edilen maddelerle ilgili yaptığı çalışması ve değerlendirmeleri şöyle:
Polis bundan böyle kaymakam/vali tarafından görevlendirilecek kolluk amirinin yazılı, acele hallerde ise sözlü emri ile kişinin el ile kontrol haricinde de üstünü ve aracını detaylı bir şekilde arayabilecek. Yani mevcut düzenlemede yer alan “kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez” ibaresi genişletilmekte ve polise bu konuda geniş yetki tanınmaktadır. Polisin arama yetkisini kullanırken var olan savcılık ve mahkeme izin şartı da kaldırılarak yetkileri baypas ediliyor. Sadece kolluk amirinin kararının 24 saat içinde hâkim önüne sunulması öngörülüyor ki arama işleminden sonra gerçekleştirilecek bu işlemin kişi özgürlüğü ve güvenliği açısından hiçbir anlamı olmadığı açık.
4/A maddesi de 2007 yılında getirilen ve toplumsal muhalefetçe karşı çıkılan bir düzenleme olup bu hüküm mevcut haliyle dahi sakıncalı iken, polise tanınan daha geniş yetkilerle mevcut sorunlu hal kişi özgürlükleri aleyhine daha da ağırlaştırılmıştır. Nitekim “durdurma”; yakalama ve tutuklama hallerinden farklı özelliklere sahiptir ve bu nedenle Anayasa’da düzenlenmesi gerekir. Zira tutuklama ancak kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli şüphe nedeni varsa hakim kararı ile mümkündür. Yakalama ise suçüstü hali veya gecikmesinde sakınca olan hallerde yapılabilir. Tasarı ile polise; suç şüphesi, suçüstü hali ve gecikmesinde sakınca bulunan bir durum olmadan, kişileri durdurma yetkisi tanımıştır. Yani polis çarşıda, pazarda, sokakta vb yerlerde istediği kişiyi durdurabilir ver özgürlüğünü kısıtlayabilir. Herhangi bir savcı talimatına veya hakim kararına ihtiyacı yoktur.
Tasarının 3 üncü maddesinde yer alan düzenleme uyarınca; polise savcının veya mahkemelerin yetkisini kullanacak şekilde müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini kişilerin ikamet ettiği yerde alma yetkisi verilmektedir. Kolluk güçlerinin temel görevi, sadece tehlikeyi önlemektir. Suç işlendikten sonraki görevler adli niteliktedir ve ceza yargılaması alanına girer. Ancak tasarının yasalaşması halinde polis bir suç işlendikten sonra suçtan zarar görenleri, tanıkları veya mağdurları gidip işyerlerinde veya evlerinde dinleyebilecektir. Bu düzenleme ile açıkça savcı ve hakimlerin yetkileri polise devredilmektedir. Bu hüküm, yaygın ve önemli eleştiri konularından biri olan polisin suç ve delil yaratma/uydurma yakınmalarını daha artıracak bir düzenlemedir. Hukuk Devleti yerine Polis Devleti’nin inşası niteliğindeki düzenlemelerden birisi de budur.
Tasarının 4 üncü maddesinde yapılan değişiklikler, polise açıkça 'öldürme' yetkisini vermektedir. Nitekim maddeye dair önerilen düzenlemelerde polisin kitlesel gösterilerde kullandığı kimyasal gaz ve boya kullanımı arttırılmaktadır. Polisin hâlihazırda toplantı ve gösterilere yaptıkları müdahaleler yasal değildir. Mevcut düzenlemede polisin basınçlı su sıkabilmesi yasa ile korunmaktadır. Ancak boyalı su veya ilaçlı su polis tarafından her gün acımasızca kullanıldığı halde bu yasadışı idi. Tabii polisin toplantı ve gösterilere uyguladığı şiddete dair yapılan bütün şikâyetlerin sonuçsuz kaldığını da not etmek gerekir. Tasarıda yapılan öneriyle kitlesel gösterilerde polisin kullandığı kimyasal gaz ve boya kullanımı meşru kılınmaktadır. Elbette bu düzenleme polisin bunca zaman boyalı su kullanmasının yasal olmadığının da bir itirafı niteliğindedir.
Söz konusu düzenleme polise; molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı vb. silahlarla açık veya kapalı alanlara yapılan saldırı veya saldırı teşebbüsünde bulunanlara karşı polisin saldırıyı etkisiz kılmak amacı ile ve etkisiz kılacak ölçüde silah kullanma yetkisi tanınmaktadır. Giriş bölümünde de belirttiğimiz üzere bu bend ile insan öldürme hakkını kendinde gören polis 7 yılda 185 kişiyi katletmiştir. Bu madde ile bu yetkisi sınırsız bir biçimde artarken polis cinayetlerinin hiçbir cezai müeyyide ile karşılaşmamasının da garantisi verilmektedir. Bu düzenleme esas itibariyle polisin toplumsal gösterilerde işlediği cinayetlerin yasal hale getirilmesidir. Madde yazılış tarzı itibariyle çok esnek olup, polis öldürdüğü kişilerin silah kullanmaya teşebbüs ettiğini ya da kaçmaya çalıştığını kendisi iddia edecek (polis arkadaşları bu yönde tutanaklar tutacak) ve kendisini o doğrultuda savunacaktır. Madde, AİHM içtihatları ve konu ile ilgili uluslararası belgelerde öngörülen “ ölümcül gücün, ancak yaşamı korumak için son çare olarak kullanılabileceği” kriteri, uluslararası ilgili kurumların tüm uyarılarına rağmen, bu düzenlemede de görmezlikten gelinmiştir.
Uygulamada 10’larca sivilin, polisin açtığı ateş ile öldürüldüğü ve yine polisler tarafından kendilerini aklamaya dönük tutanakların tutulduğunu yakından biliyoruz. Son günlerde Yüksekova’da Rojhat Özdel, Diyarbakır’da 16 yaşındaki Kadir Çakmak, Lice’ye giderken tek kurşunla öldürülen Muzaffer Görür, Adana’da sokak ortasında vurulan 15 yaşındaki İbrahim Aras ve Cizre’de yaşamını yitiren henüz 12 yaşındaki Nihat Kazanhan bu cinayetlerden sadece birkaçıdır. Yani bu tasarı mevcut haliyle dahi insanların ölümüne neden olmaktadır.
Tasarının 5 inci maddesinde yer alan düzenleme ile polise doğrudan gözaltına alma yetkisi verilmektedir. Tasarıda; 24 saat olan gözaltı süresi 48 saate çıkarılmakta, aynı düzenleme jandarma için de geçerli kılınmaktadır. Ayrıca polis ve jandarmanın istihbarat toplama yetkisi de artırılmaktadır. Herkesin dinlendiği ve izlendiği bir ortamda istihbarat toplama yetkisinin arttırılması da, uygulamaya yasal kılıf bulma çabasından başka hiçbir şey değildir. Polis ve jandarmanın yetkilerinin artırılması hükümetin dillendirdiğinin aksine topluma huzur ve güvenlik getirmeyecektir.
Merkezine bireyi, birey hak ve özgürlüklerini oturtmayan bir devlet hukuk devleti olmaktan çıkar. Bu noktada vatandaşı kendisine düşman ilan eden zihniyetten yola çıkılarak vatandaşın en asgari hakları ve demokrasinin rafa kaldırılması söz konusudur.
Tasarı çocuk oyuncaklarını da silah sınıfına koymaktadır. Tasarının 7 inci maddesinde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda yapılan değişiklik ile “demir bilye, sapan ve Molotof kokteyli vb” da “ateşli silah” sayılmaktadır. Basit bir çocuk oyuncağının, ateşli silah kapsamında değerlendirilmesi dikta rejimlerine özgü mekanizmalardır. Sapan ve bilyenin silah kapsamına alınması, elinde bilye ya da sapan olan bir çocuğun (kanundaki diğer düzenlemelerle birlikte değerlendirildiğinde) öldürülebilmesi anlamına gelmektedir. Bir yandan polise sınırsız yetkiler veren bu anlayış diğer yandan da çocuk oyuncaklarını silah kapsamına almaktadır.
Tasarının 8 inci maddesi ile yapılan bir başka değişiklik de 2911 sayılı yasanın 33 üncü maddesine eklenen ifadelerle ateşli silahlar ve Molotof gibi patlayıcı maddelerin kullanılması ve gösteri ve yürüyüşlerde amblem, pankart, afiş vs kullanılması halinde verilecek cezaların artırılması şeklindedir.
Halen yürürlükte olan TCK hükümlerine göre Molotof bulundurmak, TCK 174 üncü maddesi kapsamında patlayıcı madde olarak kabul edilmektedir. Molotof kokteyli biyolojik ve kimyasal silah ile aynı kapsamda kabul edilmekte ve yüksek cezalar verilmektedir. Birkaç Molotof birden yanında bulunduranlar örgüte silah sağlamaktan (TCK 315), bulunduranlar TCK 174’ten cezalandırılmaktadırlar.
Bununla birlikte Molotof kokteylinin neticesinin insan hayatını tehlikeye atması durumunda müebbet cezası da verilebilmektedir. Yani hükümet, kamuoyunu yönlendirmek ve tasarının esas amacını dikkatlerden kaçırmak amacıyla ısrarla kimsenin Molotof kokteyli kullanamayacağını, yüzünü kapatamayacağını söyleyerek propaganda yapmaktadır. Molotof bulundurulması, ya da yüzün kapalı olması, cana ve mala zarar verilmesi mevzuata göre suçtur ve ciddi cezalar da verilmektedir. Bu öneri ile TCK’ da cezai müeyyideye tabi tutulan Molotof için mükerrer cezalandırma söz konusu olacaktır. Yüzlerce insan, genç yaşlı şu an Molotof ait cezai düzenlemeden ötürü cezaevindedir. Bu fıkranın konulmasının yegâne amacı kanundaki diğer önerileri dikkatlerden kaçırmaktır.
Aynı şekilde halen devam eden idari ve yargı pratiklerine göre toplumsal gösterilerde kullanılan bazı afiş, pankart vb malzemelere el konulmakta ve yargılama konusu yapılmaktadır. Bu konuda da sadece cezalar arttırılmaktadır.
Tasarının 9 uncu maddesinde yer alan düzenleme ile toplumsal gösterilerde yaşanan zararlar vatandaşa yüklenmektedir. Yine benzer bir düzenleme 17 inci madde de söz konusu olmuştur. Devletin rücu hakkına dair yapılan düzenlemeler ile ekonomik cezalandırma yöntemi benimsenmekte ifade özgürlüğü rafa kaldırılmaktadır. Devletin toplumsal olaylar esnasında uğradığı zararın tazmini vatandaşa yükleme yaklaşımı oldukça sakıncalıdır. Devlet kendi sorumluluklarından kurtularak meydana gelen zararların tazminini de vatandaşa yüklemektedir. Uygulamada zararın nasıl meydana geldiği ve kimlerin fail olduğu genellikle tespit edilemediğinden çok haksız sonuçlara sebebiyet verecek bir düzenleme olduğunu önemle belirtmek isteriz. Yapılan bu değişiklik işbu yasanın amacı ile de çelişmekte, vatandaşı hem zarar görme hem zarar tazmini gibi risklerle bir başına bırakmaktadır.
Tasarının 10 uncu maddesinde, uzun yıllardır demokratik kamuoyunun kaldırılmasını talep ettiği “Terörle Mücadele Kanunu” adeta “vatandaşla mücadele kanununa” dönüştürülerek daha vahim bir biçimde yeniden gündeme getirilmiştir.
Tasarı toplumsal olaylarda yüz kapatılmasının cezasını ağırlaştırmaktadır. Toplantı ve gösterilerde yüzü tamamen ya da kısmen kapalı olması TMK’nın 7 inci maddesinde yer almakta ve “terör suçu” olarak nitelendirilmektedir. Üstelik bu madde 4. Yargı Paketi ile revize edilirken bu düzenleme bizim itiraz ve önerilerimize rağmen korunmuştur.
Polislerin kendilerini en pahalı maskelerle korudukları gösterilerde, gazdan etkilenen ve kendini puşi veya maske ile korumaya çalışan yüzlerce kişi sırf bu hüküm nedeniyle hapis cezaları almıştır. “Yüzün kısmen kapalı olması” ibaresi hemen her göstericiyi bu maddenin potansiyel mağduru konumuna sokmakta, uygulamada yüzün tamamen veya kısmen kapalı olması, tek başına niyetten bağımsız olarak kişinin cezalandırılması için yeterli görülmektedir. Bu tasarıda ise verilen cezalar artırılmakta, cezanın alt sınırı 1 yıldan 3 yıla çıkarılmaktadır.
Tasarının 13, 15 ve 16 ıncı maddeleri ile Valiye yargı’nın görevi olan gözaltına alma yetkisini verilmektedir. TCK’nin “GÖZALTI” nı düzenleyen 91 inci maddesine eklenen fıkralar ve İl İdaresi Kanunu’nun 11 inci ve 66 ıncı maddesinde yapılan değişikliklerle; mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirlerine, 24 saate kadar, toplumsal olaylarda ise 48 saate kadar gözaltı yetkisi verilmektedir. Önleyici gözaltı düzenlemesi vatandaşların bizzat idari bir birim olan kolluk tarafından suçlu kabul edilerek getirilmiş bir düzenlemedir. Bu durum hukuk devleti ilkesine, masumiyet karinesine açıkça aykırıdır. Bu öneriyle Hükümet tarafından atanan Vali ve Kaymakamlara doğrudan yargı yetkisi verilmektedir.
Tasarıya göre Vali; gerekli gördüğü hallerde kolluk amirine ve memurlarına suçun aydınlatılması ve suç faillerinin bulunması için gereken acil tedbirleri alınması için doğrudan emir verebilecek. Valilik kolluk amirine gözaltına alma yetkisi verecek, kolluk amiri de savcılığa veya hakimliğe bildirmeden 48 saate kadar gözaltı işlemi yapabilecek. Doğrudan siyasi iktidara yargı yetkisi verilerek yargıya yapılan müdahalenin yasal zemini de oluşturulmaktadır.
Tasarının 14 üncü maddesi; düşünce ve ifade özgürlüğünü kullananların otomatik olarak tutuklanacağını düzenlemektedir. Tasarı ile toplantı ve gösteri hakkının kullanımı ve propaganda fiilleri otomatik tutuklama olarak bilinen katalog suç maddesine alınmaktadır. Düşünce ve ifade özgürlüğü tutuklama sebebi sayılmaktadır. Bu durumda herhangi bir konuşma yapan mitinge katılan ya da herhangi bir konuda düşüncelerini kaleme alanlar, hakkında açılan soruşturma neticesinde tutuklanabileceklerdir.
En asgari demokrasi kuralları ile bağdaşmayan bu durum sonucu büyük hak ihlallerinin yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Demokratik siyaset kanallarının açılması, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması milyonlarca vatandaşın talebi iken, tam aksine, oldukça sınırlı olan hak ve özgürlükler de budanmaktadır.
© Tüm hakları saklıdır.