07 Haziran 2021 11:11
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclisi, organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in açıklamalarına isim vermeden göndermede bulunarak, "Yıllar önce devleti yönetenlerin kirli elleri, hukuk dışı gayri meşru işlerini ve cinayetlerini arkasına saklamak için ördükleri kanlı duvardan bir tuğla çekilirse, bu duvarın çökeceğini ve altında kalacaklarını söylemişlerdi. Tuğlayı halkların ortak iradesi ve mücadelesi; en geniş demokrasi ittifakında bir araya gelen ezilenler, emekçiler, kadınlar, gençler çekebilir. O nedenle çağrımız vicdan sahibi herkesedir: Gelin güçlerimizi birleştirelim ve hep birlikte o tuğlayı çekelim ve bu karanlık düzeni değiştirelim." değerlendirmesini yaptı.
Parti Meclisi 5 Haziran'da yaptıkları toplantının sonuç bildirgesini paylaştı. Bildirgede şu ifadeler kullanıldı:
"Parti Meclisimiz 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde ağacına, çiçeğine, fidanına, toprağına, göğüne, suyuna, doğaya göz koyanlara karşı direnenlere selam gönderiyor; 5 Haziran 2015’te Diyarbakır’daki mitingimize IŞİD tarafından yapılan bombalı saldırıda hayatını yitiren 5 arkadaşımızı anıyor.
Parti Meclisi toplantısında yapılan değerlendirmeler ve tartışmalar neticesinde, yaşanan iç ve dış gelişmeler karşısında demokrasi ve barış isteyen tüm kesimlerin dahil olacağı yeni bir mücadele hattının oluşturulması ihtiyacına güçlü vurgu yapıldı.
Yıllar önce devleti yönetenlerin kirli elleri, hukuk dışı gayri meşru işlerini ve cinayetlerini arkasına saklamak için ördükleri kanlı duvardan bir tuğla çekilirse, bu duvarın çökeceğini ve altında kalacaklarını söylemişlerdi.
Tuğlayı halkların ortak iradesi ve mücadelesi; en geniş demokrasi ittifakında bir araya gelen ezilenler, emekçiler, kadınlar, gençler çekebilir. O nedenle çağrımız vicdan sahibi herkesedir: Gelin güçlerimizi birleştirelim ve hep birlikte o tuğlayı çekelim ve bu karanlık düzeni değiştirelim. Tuğlayı çekelim, hakikati ortaya çıkaralım; barış ve demokrasi yolunu açalım; iş, aş, ekmek ve özgürlük yolunu genişletelim; doğa talanına, kadın kıyımına son verelim.
Siyaset-mafya-bürokrasi ilişkilerinin Susurluk kazasından yıllar sonra yeniden gündeme gelmesi, devlette ve siyasette ağır bir çürümenin ve yozlaşmış siyasi-ekonomik çıkar ilişkilerinin varlığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu kirli ilişkilerin ve yapıların kökenleri hiç şüphesiz çok eskilere dayanıyor.
Hatırlarsak, Kürt sorununda çözümsüzlük, imha, inkar ve savaş politikalarının böyle bir mafyatik düzeni geliştirdiği konusunda en somut bilgiler 1990’larda ortaya çıkmıştı. O dönemde ‘93 Konsepti’ olarak adlandırılan plana göre, Kürt sorununda çözümsüzlüğü temel alan anlayış, Kürtlere karşı topyekûn bir savaş yürüttü. 1990’larda binlerce faili meçhul cinayet, köy yakmalar ve boşaltmalar gibi büyük suçlar işlendi. Bütün bunları yürütmek için hukuk tamamen bir kenara bırakıldı, devlet içinde yasa dışı ve kayıt dışı ilişkiler kuruldu. İktidar “gün ışığında faaliyet gösteren gizli örgütler”le, çetelerle ve mafyatik yapılarla ilişkiye geçti. Bütün bu çürümenin, bu çöküşün, bu talanın kaynağı Kürt sorununda inkar, imha ve savaş anlayışıydı.
Bugün yeniden gündeme gelen devlet ve mafyatik yapılar arasındaki kirli ilişkiler, devleti yöneten kimilerinin dahil olduğu söylenen uyuşturucu ve silah ticareti gibi kamu-mafya ortaklığıyla yürütülen faaliyetler, tıpkı 90’lı yıllarda olduğu gibi Kürt halkına karşı yürütülen savaş ve çatışmanın öznelerini finanse etmenin de zeminidir.
Son günlerde ortaya dökülen iktidar-mafya kirli ve çürümüş ilişkilerinin üzerinde yükseldiği zemine bakıldığında, temel sebebin Kürt sorununu çözümsüz bırakmak olduğu bir kez daha görülüyor. Üstelik bu kirli birliktelik kendisini ülke sınırları içinde sürdürmekle doyuma ulaşmıyor. Özellikle Suriye’de yaşanan iç savaşa vekalet çeteleri ile dahil olmak ve Kürt halkının siyasal bir statü sahibi olmasını engellemek amacında ortaklaşarak da gelişiyor. Bu iktidarın başta Suriye olmak üzere, silahlı çeteler marifetiyle Kürtlerin kazanımlarına karşı yürüttüğü topyekûn savaş ve çatışma politikaları, ülke içindeki çete düzenini de tahkim ediyor.
Yakın tarihte yaşananlar gösteriyor ki, Kürt sorunu yerel ve bölgesel düzeyde demokratik ve barışçı bir çözüme ulaşmadan, savaş ve çatışma konsepti son bulmadan, gayri meşru ve hukuk dışı ilişkilerin, suç düzeninin, suçlular ittifakının ve çeteleşmenin sonu gelmeyecektir.
Güvenlikçi politikaları finanse edebilmek için bütçenin örtülü ya da açık kaynaklarının yetersizliği kara ekonomiyi yaratıyor. Kirli ilişkiler bu kara ekonomiyle finanse ediliyor. Ortaya çıkan rantın devlet içinde ve devletle ilişkili çeteler arasındaki paylaşımı da her dönemde olduğu gibi iktidar içi kavgayı körüklüyor. İktidar blokunun son dönemlerdeki iç kavgalarının ve çelişkilerinin, pazar ve rant elde etme çekişmelerinin sonucu olarak ortaya dökülen siyaset-mafya ilişkileri bir dönemin kapanmakta olduğunun da göstergesidir. 90’larda olduğu gibi, bugün de birkaç göstermelik dava ve bazı kurbanlar verilmesi ile bu kirli ilişki ağlarının üstü örtülebilse de, sorunlar asla aşılamayacaktır.
O nedenle Türkiye’de hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün demokrasi güçlerine tarihi bir sorumluluk düşmektedir. Türkiye’nin her tarafında yaşayan ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, emekçilerin, tüm vicdan sahibi insanların acı ve yıkımı daha fazla yaşamaması için talan, sömürü ve çatışma politikalarını değiştirmek zorunludur.
Önümüzdeki yol ayrımı açıktır: Ya bu mafyatik düzeni hep birlikte değiştireceğiz ya da bu düzen kendini tamir ederek, yine on yıllarca aynı zihniyetle bu kirli uygulamalarını yürütecek.
Bu düzen, aynı zamanda ekonomide kaynakları bir avuç yandaşa peşkeş çekme, sömürü ve rant düzenidir. Vurgunculuk, hırsızlık ve yandaş beslemeciliğidir. Emekçiyi, işçiyi, esnafı, köylüyü, çiftçiyi, kadını, genci, emekliyi, işsizi yoksullaştırma, işinden ve aşından etme, bu düzenin sonucudur.
Mafya-iktidar ortaklığı sadece insanlara yönelik katliamların değil doğa katliamlarını koşullayan rant ilişkilerinin de kaynağıdır. Suriye’ye silah taşıyan tırların malikleri, kanlı ticaretlerinden elde ettiklerini doğayı talan edip ranta dönüştürmek için de kullanıyorlar. Bugün AKP-MHP iktidarının Türkiye toplumuna yaptığı en büyük kötülüklerden birisi de ekolojik kıyım politikalarıdır. Çevreyi, ekolojiyi ve doğayı tahrip etme ve talan etme anlayışının da somutlaştığı bir düzendir bu. İkizdere’den Hopa’ya, Salda’dan Munzur’a, Van Şêxan’dan Dersim Gözelerine, Cudi’den Marmara Denizi’ne, Lice’den Kazdağlarına kadar, doğaları bir avuç iktidar yandaşına peşkeş çekilen ve tahrip edilen, yaşam alanları yok edilen herkesin bir araya gelmesi ile çözüm yolu açılabilir.
Bu düzenden kurtulmak isteyen herkesi; işinin ve aşının peşinde olan emekçiyi, işçiyi, esnafı, çiftçiyi; tüm ekoloji hareketlerini, toprak ve doğa sevgisine sahip olanları ortak mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.
Bugünün önemli bir mücadelesi de kültürel kırıma karşı kültürel direniştir. Kürt halkı başta olmak üzere farklı kimlikler ve kültürler AKP-MHP iktidarı tarafından bir kırım kıskacında tutuluyor. Asimilasyon ve inkâr siyasetine, dillerin ve kültürlerin tekçi anlayışla yok edilmesine karşı kültürel direniş ekmek ve su kadar önemlidir. Çünkü bizler biliyoruz ki, kendi kültürünü ve anadilini kaybeden toplumlar hafızasını yitirir, kendi olma özelliğini kaybeder ve egemenlerin nesnesi haline gelir. Bu temelde tüm halkların anadili hakkını, kültürel özgürlük ve zenginliğini demokratik siyaset zemininde daha fazla savunmaya ve desteklemeye devam edeceğiz. Bu bağlamda, Kürtçe ve diğer tüm anadillerde eğitim ve öğretim hakkını kazanma mücadelesini kararlı bir şekilde sürdüreceğiz.
Bir kez daha vurguluyoruz ki, Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları ile İmralı’da tecrit aynı anlama geliyor. Güvenlikçi politikalar, çatışma ve savaş politikalarıyla tecrit birbirini karşılıklı besliyor. Çözümsüzlüğe karşı mücadelenin tecride karşı mücadeleyle büyütülmesi gerektiğini ısrarla söylüyoruz. Demokratik ve barışçı çözüm için mücadele, tecridin kaldırılması talebiyle de iç içedir. Tecride karşı mücadele Kürt sorununda barış ve demokratik çözüm mücadelesidir aynı zamanda.
Demokratik cumhuriyet ve özgürlükçü bir demokrasi peşinde olanların en ağır baskılar altında oldukları, demokrasinin ilkelerinin yok sayıldığı, uluslararası hukukun ve anlaşmaların, varolan Anayasa’nın çiğnendiği, toplumsal ve siyasal muhalefete yönelik keyfi ve sınırsız baskı ve saldırıların sürdürüldüğü bir ortamda, bir anayasa tartışması yürütülemez. İktidarın bu hazırlığı, bu düzenin hukuksuzluklarını meşrulaştırmak, talan ekonomisini aklamak ve her türlü kirli ilişkiyi temize çekmek için sığındığı bir girişimdir.
Kadınların sesini kısma ve mücadelelerini engelleme çabalarıyla kirli politikalarını gizlemeye çalışan iktidarın, kendi içerisindeki mafya ilişkileri ile nasıl bir yozlaşmanın parçası olduğu bir kez daha gözler önüne seriliyor. ‘Tek adam, hep adam’ rejiminin açtığı alan üzerinden yükselen ve hayatı kuşatan mafya-çete düzeni, kadın düşmanı erkek egemen düzenin de can suyudur. Birbirleriyle çıkar çatışmalarını eş-kız vb. söylemlerle kadınlar üzerinden yürütmeleri de bunun somut kanıtlarıdır.
Kadının varlığını ve bedenini kendi talancı düzenlerine araç kılarak geliştirdikleri söylem ve eylemler, kadına yönelik her türlü şiddet, cinayet, istismar ve yoksullaştırma şeklinde hayat buluyor. Kadınların hakları ve hayatları, erkek suç ittifakının iki dudağı arasındaki kelamlarla kanun hükmünde uygulanıyor. Cezasızlık ve keyfiyet, evde, sokakta, çalışmada ve sosyal yaşamda kadınların hayatlarını cehenneme çeviriyor. ‘Yeni rejim’, kadınlara tek alan olarak ev içi yaşamı vadediyor, kendi düzenini kadın düşmanlığı üzerinden inşa ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma gayretleri, eşbaşkanlık uygulamasının suç kapsamına alınması bu örneklerden sadece birkaçıdır.
Toplumsal ve siyasal yaşamda söz, yetki ve karar sahibi olmak için, hakları ve hayatları için kesintisiz ve radikal bir mücadele yürüten kadın hareketleri ve mücadelesi bu çete düzeninin de panzehridir. Bu düzen böyle gitmez; demokratik ve eşitlikçi bir gelecek kadınların ellerinde yükselecektir.
Toplumlara ve halklara dayatılan savaş ve çatışma, üzerinde yaşadığımız gezegenin her parçasında büyük acılara yol açmaya devam ediyor. Kapitalist sistem ‘kuzuların sessizliği’ denilen bir huzur ve refah politikasını hâkim kılmak isterken, başta kadınlar olmak üzere tüm toplumsal kesimlere tam bir teslimiyeti dayatıyor. Buna karşılık, Türkiye halklarının özgürlük ve demokratik yaşam arayışı giderek yükseliyor. Hiçliğe mahkûm edilmek istenenlerin direnişi, kırım politikalarına uğratılmaya çalışılan kadınların özgürlük arayışı kesintisiz sürüyor.
Çözüm, hep birlikte bu düzene karşı mücadele etmek, en geniş demokrasi ittifakını kurmaktır. Çünkü canı yanan ve geleceği karartılmak istenenler hepimiziz. O nedenle demokrasi ittifakı çağrımız, talan düzeninden ve savaş politikalarından rahatsız olan, bedel ödemek zorunda kalan en geniş kesimleri mücadele ortaklığında bir araya getirmeyi hedefliyor.
Erkek egemen anlayışın yarattığı iktidarcı zorbalık gerçekliği ile kadın özgürlüğüne dayalı, demokratik ve eşitlikçi uygarlık mücadelesi her gün daha belirgin hale geliyor. Hakikat, her türlü inkâra ve çarpıtmaya rağmen bir yerlerden kalkıp geliyor ve güncele yerleşiyor. 21. Yüzyıl’da dünyanın her köşesinde bir isyanın ve öfkenin fışkırdığı, kendi mecrasını ve çözüm yollarını aradığı bir dönemde yaşıyoruz.
Türkiye’de de en az iktidar ve onun dayandığı baskıcı rejim birikimi kadar, toplumun demokratik direniş damarı da bir kültür, birikim ve mücadele anlayışı yaratıyor. Toplumun durdurulamaz ve baskılanamaz özgürlük talebi karşısında, AKP-MHP iktidar bloğu ciddi bir çözülme yaşıyor. Bu nedenle de hukuk sisteminin yok edildiği bir ortamda, keyfi ve ihtiyaç duyulduğunda uydurulan kararlarla muhalifler baskı altına alınıyor. Şu çok açık ki, iktidarın çizdiği sınırları aşamayan bir muhalefet anlayışı, topluma güven ve mücadele azmi veremez. İktidardan rahatsız olan tüm toplumsal kesimler bilmelidir ki, HDP, kararlı ve ilkeli bir şekilde Türkiye’nin gerçek muhalefetini yapmaya devam edecektir.
Bugün Türkiye siyasetine, yüz yıllık bir hesaplaşmanın orta yerinde, baskıcı, despotik ve tek adam yönetimine dayanan bir olağanüstü rejim inşa etme çabası ile buna karşı demokratik direniş arasındaki mücadele yön veriyor. Bir virüs gibi yayılmış bu çürümenin panzehri de, aşısı da demokrasi ittifakıdır.
HDP, bu koşullarda Türkiye’deki demokrasi ve barış mücadelesini, özgürlük ve ekmek mücadelesini bütün baskılara rağmen kararlılıkla yürütecektir. HDP, geleneğinden aldığı güçlü direniş mirasıyla, geleceği inşa etme mücadelesini kararlılıkla büyütecek ve başarıya ulaştıracaktır. Eğer güçlerimizi birleştirirsek kazanma imkânımız daha da büyüyecektir.
Bizler bu ülkedeki mafyatik rant ve talan düzenini hep beraber değiştireceğiz. Bu ülkeye barışı, özgürlüğü ve demokrasiyi mutlaka getireceğiz."
© Tüm hakları saklıdır.