Ekonomi

HDP’li Beştaş: Erdoğan bir saat konuştu ama ‘128 milyar dolar nerede’ sorusunun cevabını vermedi

"Merkez Bankası'nın soruşturulmaması başka 128 milyar dolarların kaybolacağının işareti"

21 Nisan 2021 17:53

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın grup toplantısındaki “128 milyar dolar” açıklamalarına ilişkin olarak, “Bir saat konuştu ama ‘128 milyar dolar nerede’ sorusunun cevabını vermedi” değerlendirmesini yaptı. Beştaş, "Merkez Bankası'nın soruşturulmaması başka 128 milyar dolarların kaybolacağının işareti" düşüncesini dile getirdi.

TIKLAYIN | Erdoğan'dan "128 milyar dolar" açıklaması: Ne buhar olmuş, ne de birilerinin cebine girmiştir, yer değiştirmiştir

“Metin Lokumcu davasından adalet bekliyoruz”

Beştaş TBMM’de yaptığı konuşmada, “Şu anda devam eden bir duruşmaya değinmek istiyorum; Metin Lokumcu'nun ölümü ile ilgili. Dava 9 yıl 11 ay sonra bugün Trabzon’da görülüyor. Biliyorsunuz Metin Lokumcu'nun ölümü o tarihlerde büyük bir tepki ile karşılanmıştı. Polisin biber gazı ile yaşamından olduğu sabit bir şekilde önümüzde duruyor. Dava birçok benzer davada olduğu gibi Hopa’dan Trabzon’a taşınıyor, çünkü yargılananlar kolluk güçleri. Bu taşıma aynı zamanda cezasızlığa da bir zırh olarak niyet beyanı olarak orta yerde duruyor. Davayı bugün İzmir Milletvekilimiz Murat Çepni ve MYK Üyemiz Hüseyin Taka, il ve ilçe örgütlerimizle birlikte takip ediyor. Metin Lokumcu davasından 9 yıl 11 ay sonra da başlamış olsa bile adalet beklediğimizi ifade etmek istiyorum. “ dedi.

Beştaş şu ifadeleri kullandı:

Kabine yorumu

"Günün en önemli konusu kabine değişikliği. Değişiklik neden oldu? Bir bakanlık ikiye bölündü. Yeni atamalar var. Bunun daha çok tartışılacağını görüyoruz. Son günlerde hızlıca yaşadığımız meseleler, bu iktidarın ve ortağının oluşturduğu Cumhur İttifakının çöküş döneminin ortalarında olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Öyle bir sistem geldi ki, 4 yılı geride kaldı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde. Aslında bu sistemi tartışmamız lazım. Bu sistem ne getiriyor? Düşünün bu sistemde Ticaret Bakanı ticaret yapıyor, Milli Eğitim Bakanı özel okullarıyla eğitimcilik yapıyor. Turizm Bakanı turizmcilik yapıyor. E, bakanlıkla bağdaşmayan bir iş yok mu? Meseleye buradan bakmamız lazım.

Bu ülkede bakan hakkında gensoru vermek artık yasak, gensoru veremiyoruz. Bakanları yasama organı, milletvekilleri denetleyemiyor. Halkın denetimi önünde de Saray bir zırh olarak duruyor. Buna rağmen bakanların yaptıkları işler kamuoyuna bir şekilde yansıyor. Bu yansıyanlar yapılanların kaçta biridir bilmiyorum, kamuoyunun takdirine sunuyorum. Şimdi en son Ticaret Bakanının kendi şirketi vasıtasıyla dezenfektan satışına tanıklık ettik. Yüksek fiyatta sattığını biliyoruz. Kendisi de inkar etmiyor. Bu aynı zamanda Türkiye'deki ticaret sistemini nasıl etkiliyor? Bir kere serbest rekabet diye bir kavram var, rekabet kurallarına herkesin uygun hareket etmesi lazım. Bir de bağdaşmama meselesi. Hangi iş hangi işle bağdaşır gibi hukukta bir tanımlama var ve bunun kanunu var. Memurlar bile 657’ye tabidir ve memur olduktan sonra ticaret yapamazlar. Yapamayacakları işler kanunda sayılmıştır. Milletvekilliği ile bağdaşmayan işler vardır. Örneğin milletvekilleri ticaret yapamaz, avukatlık yapamaz, doktorluk yapamaz fiilen. Buna benzer birçok meslek alanında bağdaşmama hali kanunda düzenlenmiştir. Ama bakanlıkla bağdaşmayan bir iş yok. Satış var, rant var, yolsuzluk var. O kadar şey var ki yani bir ülkede ticaret gibi, sağlık gibi, turizm gibi, milli eğitim gibi alanların yönetiminden bahsedeceğiz bakanlık düzeyinde ve bunları engelleyen bir yasal düzenleme ve denetim mekanizması yok. 

"Ticaret Bakanı'nın şirketinin olması etik değil"

Şimdi Ticaret Bakanının her şeyden öte şirketinin olması asgari ahlak kurallarına göre söylüyorum, etik midir? Bence etik değil. Siyasi etik açısından da halk için koyduğumuz etik kurallara da aykırıdır. Ticaret Bakanı ticaret yapıyor. Bir yandan ticareti düzenliyor bir yandan kendisi daha fazla para kazanmak için işte dezenfektan üreten firması var. Peki, başka dezenfektan üreten firmalar ne yapacaklar, serbest olarak rekabet edebilecekler mi? Hayır.

"Her bakanlık kendi alanında tekel oluşturmuş; işte bu ‘Cumhurbaşkanlığı Şirket Sistemi’dir"

Şimdi bu her şeyden önce bir tekel oluşturmaktır. Her bakanlık kendi alanına dair bir tekel oluşturmuş. Buna ‘Cumhurbaşkanlığı Şirket Sistemi’ diyebiliriz. Cumhurbaşkanı’nın kendisi de şirketleri çok seviyor, şirket gibi yöneteceğim diyordu. Gerçekten ‘Cumhurbaşkanlığı Şirket Sistemi’ bir kez daha ispat edilmiş oldu. Kendileri tekçi, dilleri tekçi bu iktidarın ama uygulamaları ve elleri çoğul gerçekten. Çokçu bir elleri var. Nasıl? Şirketlerle, rantlarla ve ihalelerle uğraşan bir iktidar var karşımızda. Bir yandan tekçiyiz diyorlar, diğer yandan çoklu maaşlarla, ihalelerle ve benzeri mekanizmalarla çokçuluklarını ifade ediyorlar. 

"Cumhurbaşkanı bir şeyi 128 kez anlattı, ‘128 milyar dolar nerede’ sorusunun cevabını vermedi"

Bugün şuna da değinmeden geçemeyeceğim. Cumhurbaşkanı bir saat grup toplantısında konuştu. Ne mi dedi? Doğrusu ben bir şey anlamadım. Bilmiyorum vatandaş bir şeyler anladı mı? Bir şeyler anlattı, bir şeyi 128 kez anlattı, ‘128 milyar dolar nerede’ sorusunun cevabını vermedi.

Arada bir vizonteleye de döndü. Orada da acı acı gülümsedim. Bu iktidara Meclis'te ve diğer alanlarda Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'i biz anlatıyorduk, şimdi Goebbels'i bize satmaya çalışıyorlar. Goebbels'in politikalarını kendileri anlatıyor ama alıcısı yok.

"Yalanlar dezenfektan değil ki satılsın"

Bu yalanlarına müşteri arıyorlar bunu da dezenfektan veya özel okul gibi sanıyorlar ya da otel gibi sanıyorlar. Ama müşteri bulamıyorlar. Bu yalanlar dezenfektan değil ki satılsın. Açıkçası herkes bu yalanlara kanacak olsaydı, zaten şimdi kimse itiraz etmiyor olacaktı ve bu iktidar çöküş değil yükseliş dönemini yaşıyor olacaktı.  

"Merkez Bankası'nın soruşturulmaması başka 128 milyar dolarların kaybolacağının işareti"

Başka bir mesele. Herkesi soruşturan bir iktidar var "sen tweet attın, sen konuştun, sen şarkı söyledin, sen dolar niye yükseldi diye sordun" diye. Bunlar hakkında davalar, soruşturmalar ve tutuklamalar yapıyor ama son 3 yılda Merkez Bankası rezervleri ile ilgili ne tip işlemler yapıldı soruşturma konusu yapılmadı. Neden soruşturulmuyor? Merkez Bankası'nın ayrıcalığı ne? Eğer başka bir ülkede olsaydı bu -ki olmaz başka ülkelerde bu kadar fahiş rakamlar buharlaşmaz - mutlaka Merkez Bankası hakkında bir soruşturma yapılırdı. Bu cezasızlık politikası işte, yeni 128 milyon dolarların da kaybolacağının işaretidir. Bunu soruşturmazsanız, bunun cevabını vermezseniz bu devletin kasası soyulmaya devam eder. Şimdi hiçbir şey yokmuş gibi niye soruyorsunuz diyorlar. 

"Müşteri garantili bakanlıklar var; dezenfektan satmakta, otellerine müşteri bulmakta zorlanmazlar"

Başka bir bakanlık, Sağlık Bakan Yardımcısı görevden alındı. Kimmiş? Prof. Dr. Emine Alp. Kamuoyuna açıklamadılar. Ama kamuoyunda biliniyor. Meşe, 9.8 TL’lik sağlık kitini Sağlık Bakanlığına 32 TL’ye satan USHAŞ firmasının yönetim kurulu üyesiymiş. Yani bu şirketin Sağlık Bakanlığını dolandırdığı iddiaları yaygınca konuşuluyor. Düşünsenize bakanlar, bakan yardımcıları kendi bakanlıklarına mal satıyorlar, bu yetmiyor şimdi de kendi bakanlıklarına yüksek fiyatta malzeme satıyorlar. Bunun hukuktaki adı bellidir. Takdiri kamuoyuna sunuyoruz. Maalesef müşteri garantili bakanlıklar var. Müşterileri garanti. Ticaret Bakanı dezenfektan satmakta hiç zorlanmaz. Herkes bakandan almak ister. Ya da Turizm Bakanından herkes daha rahatlıkla ulaşabiliyor. Bu sistemin vatandaşa bakışı sadece müşteri zihniyetidir. Başka bir bakış açısı yoktur. Bu çöküş döneminin hızlanacağı ve bu iktidarın bunları yönetemediğini ifade etmiş olayım. 

"Her gün bir katliam yaşanıyor"

Pandemi zaten vehamet. Hergün katliam gibi ölüm sayılarıyla devam ediyor. Dünkü rakam 61 bin 28 vaka, 346 ölüm, 322 bin 28 test, hasta sayısı 2895, aşı ise 16 binlerde. Bu rakamları yorumlaya gerek yok. Bu sayılar bile her gün bir katliama işaret ediyor. Bilerek katliam kavramını kullanıyorum çünkü önlem alınmıyor, aşı yapılmıyor, şeffaflık yok. Herkes akşam televizyonlarda ölüm tablosunu bekliyor.

"Aşı yok çünkü para yok "

Aşı niye yok? Çünkü para yok. Kendileri ihtiyaçlarına para buluyor, 128 milyar doları buharlaştırıyorlar ama halkın aşı parasını düşünmüyorlar. Bunu toplum da gayet iyi biliyor. Bir mesele var bunu önemle belirtmek istiyorum. 

DSÖ bir özel sektör kamu ortaklığı olan GAVI Aşı Alyansı ve CEP ile birlikte COVAX kooperatifini kurdu aşı temini için. Bu kooperatifin amacı aşı gelişmelerini desteklemek, aşılamayı hızlı yapmak, güvenlik, kalite ve toplu pazarlıkla en düşük fiyatta ülkelere aşı temin etmek. Peki, Türkiye neden COVAX’tan aşı alamıyor? Çünkü para yok. Oraya para veremiyorlar. 15 Ekim 2020’ye kadar normalde bu parayı yatırmış olması gerekiyordu. 50 milyon doları Türkiye ödemiş olsaydı bugün 30 milyondan fazla doz aşı hazır olurdu. Bugün insanlar aşı olmayı bu şekilde beklemezdi, beklerken yaşamını yitirmezdi. Türkiye’nin COVAX’a vereceği para yoktu ama 128 milyar dolar buharlaşıp gitmiş. Pandemi konusunda izah edecekleri bir hikayeleri yok. Biz yurttaşlar olarak hayatımızla bunun bedelini en ağır şekilde ödüyoruz. Pandemi değil ama AKP iktidarı öldürmeye devam ediyor.

"İktidar kadın katillerin yanında yer alıyor"

Diğer bir can yakıcı mesele kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet. 2020 yılında erkekler tarafından 300 kadın öldürüldü. Bu sadece bir rakam değil, her biri birer can birer hayat birer aile, sevdikleriyle beraber bir yaşam çerçevesi sunuyor. 2021 yılının ilk üç ayında 188 kadın öldürüldü. 188. Bu tabloyu il ve ilçe örgütlerimize astık. İstanbul’dan Hakkari’ye, Hakkari’den Van’a bu tabloyu asarak toplumda bir farkındalık yaratmak ve bu farkındalık vesilesiyle de kadınların yaşam hakkını güvence altına almanın yollarını açmak istiyoruz. Çünkü iktidar İstanbul Sözleşmesinden çekildiğini ilan ederek aslında kadınların öldürülmesine göz yumuyor, failleri cezasız bırakıyor ve bu konuda tutumunu kadından yana değil erkek egemen sistemden, erkeklikten yana aldığını bir kez daha bütün dünyaya ilan etmiş oluyor. Kadınlar savcılıklara, aile mahkemelerine başvurur ve uzaklaştırma ve koruma kararları alıyordu eksiden. Buna rağmen öldürülmekten kurtulamıyordu. Şimdi İstanbul Sözleşmesinden çekildikten sonra karakollar ifade bile almıyor, eve gönderiyor. Koruma kararı alınamıyor. Sığınaklara kadınlar alınmıyor ve kadınların yaşam hakkı yok sayılıyor. Bu rakamlar Türkiye’de kadına yönelik katliamın ve kırımın resmi olarak orta yerde duruyor. Buna ilişkin bir yasaklama getiremezler aslında. Böyle bir tabloyu yasaklamak dünyanın hiçbir yerinde mümkün değil ama Türkiye’de mümkün oluyor. Biz ne kadına yönelik şiddetle mücadeleden ne de İstanbul Sözleşmesini savunmaktan ve sahip çıkmaktan bir adım geri atmayacağız. “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” demeye devam edeceğiz. 

"Ülkeyi parsel parsel satıyorlar: 2 milyon 132 bin metrekare taşınmazı satışa çıkardılar"

Diğer bir mesele kamu taşınmazlarının satışı. Çok hayati bir mesele. Nedir bu mesele? En az 128 milyar dolar nerede, aşılar nerede, Türkiye neden COVAX’a üye olmadı gibi konular kadar çok önemli bir soru. Milyonlarca metrekare hazine arazisi nereye satılıyor. Ülkeyi, Türkiye’yi bir metrekare olarak düşünün, parsel parsel satıyorlar; kıyılardan ormanlara, ormanlardan bahçelere taşınmazların tümü satılıyor. Size sadece iki rakam vereceğim. Çevre Şehircilik Bakanlığına bağlı Milli Emlak Müdürlüğünün ihale ilanlarına bakarsanız yalnızca 10 gün içinde 1103 taşınmaz daha satılacak. Bunların yüzölçümü 2 milyon 132 bin 700 metrekare, 6779 taşınmaz ise aktif ilanda duruyor. İçinde arsa, arazi, ham çalılık, konut, bağlar, deniz kıyıları, koylar gibi turizm rantının yüksek olduğu yerler de var. 

"Kıyıları, koyları bu ülkenin varlıklarını satacağınıza Saray’ı satışa çıkarın"

Yani para yetmiyor onlara. Biraz önce COVAX’a üye olmadılar dedim ya. 50 milyon dolar vermedikleri için her gün 300-350 insanımız pandemiden dolayı yaşamını yitiriyor ama onlar parayı nereye yetiştiriyorlar; yandaş şirketlere, beşli çetelere, üçer beşer maaş verdikleri bürokratlara. Kendi çevrelerine para yetiştiremiyorlar. Çünkü sürekli bir rant dağıtımı var, çünkü Saray'ın Mercedeslerine ve tabii ki yalan havuz medyasına da para yetiştirmek kolay değil. Ama bütün bunlar için işte Hazine arazilerini de satıyorlar. Saray emlak satış ofisi gibi çalışıyor. Ne varsa satıyorlar hakikatten. Dileriz yakında bin odalı sarayı da satışa çıkarsınlar. Bunu istiyoruz gerçekten. Kıyıları koyları satacaklarına Saray'ı satsınlar diyoruz. Açıkçası bu arazileri satan zihniyet mi 128 milyar doları eritmeyecek? Buna inanmayanlara da bunu söyleyelim. Bunca satıştan elde edilen paralar nerede derseniz; herhalde ayakkabı kutularında falan duruyordur. Geçmişte dolarlarda olduğu gibi ya da 128 milyar dolar gibi bir anda uçuyor buharlaşıyor. 

"AKP hem insanların yurt dışına kaçmasına zemin hazırlıyor hem de bunu para karşılığında yapıyor"

Son olarak insan kaçakçılığına ilişkin de birkaç şey söylemek istiyorum. Açıkçası şu anda bütün istatistiklerde Türkiye yurttaşlarının ezici bir çoğunluğunun en büyük hayali başka ülkede yaşamak. Mültecilik potansiyeli var 84 milyonun ezici çoğunluğunda. Çünkü burada aç yoksul işsiz çocuklarına bakamıyor. Her an ölüm tehlikesiyle, her an tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya. Yurt dışında bir hayat yaşamak istiyorlar. Bu iktidar insanları ülkeden kaçıracak zemini hazırlıyor aslında. Ya cezaevine atmakla ya parasızlıkla ya açlıkla tehdit ediyor. Peki bundan faydalanan kim? AKP’li belediyeler. Yani hem kaçma zeminini oluşturuyor hem de kaçacaklara da “rant karşılığında biz kaçırırız” diyorlar. 

"AKP’li belediyeler eliyle insan kaçakçılığı yapılıyor"

Aslında bir düzen kurulmuş, bir düzenek var ve AKP’li belediyelerle VİP usulü bir kaçma işlemi gerçekleşiyor. Gri pasaportlarını alıyorlar, Belediyenin olanaklarıyla bu şekilde başka ülkelere gidiyorlar. Ama bu bir şebeke ve yapılan açıklamalarda kimse de kimseyi tanımıyormuş açıkçası. Şimdi AKP’li belediyeler eliyle açıkça insan kaçakçılığı yapıyorlar. Hani ‘oh’ çekenler vardı ya, bir ara gündem olmuştu. Neye ‘oh’ çekiliyordu sözde iddiaya göre bizim kayyım atanan belediyelerimiz, Kandil'e, örgüte, şuraya buraya para gönderiyormuş. Şimdi gönderemiyorlarmış, birileri ‘oh’ çekiyordu. Yani o meselede bir kez daha söylüyorum tek kuruş paranın belediyelerimiz tarafından bir yere gönderildiğine dair bir delil de yok, bir dava da yok, bir mahkumiyet kararı da yok. Ama şimdi bu ‘oh’ çekenlere soruyoruz, sizin belediyeleriniz insan kaçakçılığı yapıyor, para karşılığında yapıyor, hem de kamu kaynaklarını kullanarak yapıyor. 

"Bu ülkede umut tüketildiği için insanlar yurt dışına kaçmak zorunda kalıyor"

Fakat biz sizin gibi ‘oh’ çekmeyeceğiz. Çünkü biz halkın cebinden paranın alınıp kendi ceplerine alınmasına bunun sömürü aracı olarak kullanılmasına asla evet demeyiz ‘oh’ çekmeyiz. Tabii bu insan kaçakçılığı meselesini AKP’li belediyelerin yapması kadar can alıcı bir konu var. Bu ülkede umudun tüketildiği noktadayız. Umut tüketildiği için insanlar yurt dışına kaçmak istiyor. Yurt dışına kaçan bir yurttaş şunu söylüyor; “ben ülkemde kuru ekmek yiyemiyordum, burada et yemeye başladım” diyor. Bu kadar da dramatik yaşam öyküleri var, bunu da ıskalamayalım."