06 Haziran 2017 20:50
HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, HDP milletvekilleri Faysal Sarıyıldız ve Tuğba Hezer'in vatandaşlıktan çıkarılacak olmasına tepki göstererek "Esas amaç Gülen'in iadesine engel olmaya kılıf uydurmaktır. Hezer ve Sarıyıldız halkın iradesidir. Kimsenin vatandaşlıklarını almak gibi tutumu davranışı olamaz, kimsenin haddi değildir" dedi. Kemalbay, Gülen'in iade edildiği takdirde "ortada devlet diye bir şeyin kalmayabileceğini" ifade etti.
HDP'nin TBMM'deki grup toplantısında Eş Genel Başkan Serpil Kemalbay konuştu. Kemalbay konuşmasında şunları söyledi:
Dün Amed mitingimizin yıl dönümüydü. 5 Haziran 2015’de Amed’de Selahattin Başkan’ın kürsüye çıkmasından kısa bir süre önce mitingde bomba patladı, 5 kardeşimiz hayatını kaybetti. Yüzlerce kardeşimiz yaralandı. Hepsini saygı ve minnetle anıyorum. Onlara sözümüz var, yarım kalan barış ve kardeşlik mücadelelerini biz tamamlayacak ve mutlaka kazanacağız.
Kapitalist merkezler arası çatlakların, güç kaymalarının, çelişki ve çatışmaların yaşandığı, vesayet savaşlarının bin bir kılığa girdiği oldukça belirsiz, karmaşık bir dünya ve bölge gerçeği ile karşı karşıyayız. Dünya hiç olmadığı kadar bildiğimiz dünya olmaktan uzaklaşıyor her gün yeni bir gelişme ile karşılaşıyoruz. Adeta yeni bir dünya kuruluyor. Türkiye böyle bir süreci nasıl karşılamalı? Kendi içindeki çatlakları derinleştirerek mi yoksa bu çatlaklara yol açan problemleri çözerek mi yol almalı? AKP-Saray iktidarının yaptığı gibi merkezileşmeyi ve çatışmayı seçerek mi? Yoksa demokrasisini güçlendirerek ve iç barışını sağlayarak mı hazırlanmalı? Hem içeride hem dışarıda sürmekte olan bu kırılma anında hepimiz kendi kaderimiz hakkında sorular sormalı, cevaplarımızı cesaretle vermeliyiz.
İki yıl önce HDP’nin kazandığı 7 Haziran zaferi AKP’nin tek başına iktidar olmasını engelledi. AKP Genel Başkanı Erdoğan yaptığı bir açıklamada HDP’nin barajı geçmesinin “güven ve istikrarı” bozduğu gerekçesiyle seçimi tekrar ettirdiğini söyledi. Yani halkın iradesini işine gelmediği için tanımadığını bir kez daha itiraf etti… Gerçek bir demokrasi ve onurlu barış savunuculuğu yaparak milyonların gönlünü kazanan HDP egemenleri korkuttu. İktidarlarını kaybetmekten korkanlar demokrasi ve barış isteyenlere karşı birleştiler. Ve savaş politikaları başlatıldı. Çok geçmeden Sayın Öcalan’ın sık sık dikkat çektiği “çözüm süreci biterse darbe dinamiği devreye girer” uyarısı gerçekleşti ve darbe mekaniği işlemeye başladı.
Bizler 15 Temmuz darbe girişiminin ilk andan itibaren karşısında yer aldık. Ancak bir uyarı da yaptık; “darbe girişimi Cumhurbaşkanı tarafından fırsata çevrilebilir, kaygılıyız” dedik. Maalesef haklı çıktık.
Bugün OHAL kalkmıyorsa, KHK’lar ile hukuksuzluk baş tacı edildi. Yargı siyasi iktidar tarafından esir alındı. Saray vesayeti varsa bunun adı darbedir. Ve biz 15 Temmuz’a karşı olduğumuz gibi Saray-AKP darbesine de sonuna kadar karşıyız!
Saray-AKP darbesi, eski ortaklarının konuşmasından korkuyor. Açıkça görülüyor ki Gülen’in gelmemesi için daha önce gündeme getirilen idamdan çeşitli nedenlerle vazgeçtiler. Şimdi onun yerine vatandaşlıktan çıkarmayı gündeme getiriyorlar. Gülen’in iadesini aslında istemediklerini ilk olarak eş genel Başkanımız Selahattin Demirtaş 9 Ağustos 2016’da tam da bu kürsüde şu sözlerle ifade etmişti: Her şey Gülen’in iade edilmemesi üzerine kurulu. İade edilirse, konuştuğunda ortada Türkiye’de bir şey kalmayabilir, devlet diye bir şey kalmayabilir. Bir bakmışsınız ki, asıl devlet Fethullah Gülen’miş, paralel olanı bunlarmış. O ortaya çıkar.
Bir AKP taktiği olarak torba haline getirilen bu vatandaşlıktan çıkarma düzenlemesine milletvekillerimiz Faysal Sarıyıldız ve Tuğba Hezer’in adı da eklendi. Hukukta hiçbir yeri olmayan bu taktik halkların iradesini yok saymaktır. Esas amaç olan Gülen’in iadesine engel olmaya kılıf uydurmaktır. Hezer ve Sarıyıldız bu halkın vekilleridir.
Görülüyor ki her 10 yılda bir demokrasi güçlerini tasfiye için darbe yapılma alışkanlığı devam etmektedir. HDP’nin gücü ve yükselen barış ve demokrasi talepleri karşısında tökezleyenler, demokrasi güçlerini tasfiye etmek için harekete geçtiler. Parlamentoda güçlü bir mücadele yürüten başta eş başkanlarımız olmak üzere vekillerimizi rehin almak için 12 Eylül darbe anayasasını bile çiğnediler. Anayasa Mahkemesinin içtihadına rağmen, milletvekilleri tutuklu yargılanmaz kararına rağmen milletvekillerimiz dokunulmazlıkları sürdüğü halde rehin alınmış durumdadırlar.
4 Kasım siyasi darbesinin 215. günündeyiz. Ve an itibariyle tutuklu milletvekili sayısı 11. Tutuklu PM üyesi 5, tutuklu belediye eşbaşkanlarımız 86 kişidir. Toplam 5 bin beş yüz HDP’li rehin alınmış durumdadır. Hukuk yok… Hapishaneler tıklım tıklım. Tutsaklar dönüşümlü uyuyorlar. Hasta tutsaklar tedavi edilmiyor. İddianame yazılmadan aylarca tutuklu kalan öğrenciler, siyasetçiler, gazeteciler var. İddianame varsa da tam bir deli saçması. İmam’ın Ordusu kitabının yazan Ahmet Şık’ın bu sefer ‘FETÖ’cü yapılması gibi...
İdris Baluken 7 aydır hukuksuzca içerde tutulmaktadır. Duruşmalarında lehte karar veren 3 hakim ise görevlerinden uzaklaştırılıp neredeyse sürgün edilmişlerdir.
Eşbaşkanlarımız ve milletvekillerimizin duruşmalara bizzat katılma, orada bulunma haklarıysa engelleniyor. Bu nasıl engellenebilir? Neden uyduruk bahanelerle reddediyorsunuz? Biz bunun cevabını biliyoruz. Sizler onların yüzlerinden, gözlerinden, sözlerinden, fikirlerinden korkuyorsunuz. Gerçekle yüzleşmekten korkuyorsunuz.
Peki bizi düşüncelerimizden dolayı hapse atanlar; sahtecilik yapanlara, ihaleye fesat karıştıranlara ne yaptılar? Tabi ki hiçbir şey. Çünkü onların derdi HDP’dir.
Bugün nasıl bir dünyada yaşamak istediklerini özgürce ifade edenler siyasi iktidarın hışmına uğramaktadır. Halkların, kadınların, emekçilerin, gençlerin başka bir dünya yaratmak için yola çıkanların iş, ekmek, özgürlük, barış ve demokrasi talepleri şiddetle bastırılmaya çalışılmaktadır.
Siyasi iktidar sınırsız medya araçlarını da kullanarak korku, kutuplaşma yaratarak, ötekileştirerek, bizi birbirimize yabancılaştırarak insanlar arasına duvarlar örmeye çalışıyor.
Hatırlayın, bir zamanlar başörtülü kadınlar okullara alınmazken kayıtsız kalanlar vardı. Şimdi de aynı şey yaşanmasın istiyoruz. OHAL ilan edileli 1 yıl olacak. “Biz OHAL’i halka değil, devlete getirdik” dediler. Bakalım OHAL kimlere uygulanıyor? Mesela OHAL‘de Şişe-Cam grevi yasaklanıyor. Böylece sermayenin yüksek karları ve bekası korunmuş oluyor. Cam işçilerinin toplam maliyetler içindeki payı sadece %4 iken bu bile emekçilere çok görülüyor.
Anayasal hak olan grev hakkı “milli güvenliği tehdit” gerekçesi ile yasaklanıyor. “Cam işçisinin milli güvenlikle ne alakası var!” Grev haktır, yasaklanması demokratik hakkın gasp edilmesidir. Görülüyor ki devlet ve sermaye el ele vermiş OHAL’i işçiye karşı kullanmakta. OHAL işçiye sopa, patrona kalkan olmaktadır.
Buradan bir kez daha Şişecam ve Bony işçilerinin direnişini ve grev kararı alan tüm emekçileri selamlıyoruz.
Trump Paris iklim anlaşmasını imzalamadı, daha fazla kar için doğanın yok edilmesi umurunda değil. Bizde de Erdoğan zeytin alanlarını tarumar edecek yasaları çıkarma peşinde. AKP, zeytin ağaçlarının yok edilmesine yönelen bütün tepkilere “yıkılacak ağaçlar yerine yeni zeytin ağacı dikeriz” diyor. Tarihin en değerli mirası, barışın simgesi olmuş zeytini, bu coğrafyanın en değerli alanları zeytinlikleri gözden çıkarmak insanlığa karşı işlenen en büyük suçlardan biri olacaktır. Hükümeti uyarıyoruz, bir an önce bu yanlışlıktan dönülmelidir. Bugün emekçilerin hakkını gasp etmekte sınır tanımayan bu zihniyet, gelecek kuşakların hakkını da şimdiden gaspetme peşinde.
Eşbaşkanımız Selahattin Demirtaş’ın kulaklarını çınlatayım: Bunlar 'Ağaca bakıp odun görüyorlar'.
Nuriye, Semih ve Veli Saçılık’ın işlerine dönmek için insan hakları heykeli önünde başlattıkları barışçıl eylem polisler tarafından defalarca saldırıya uğradı. Sadece işini isteyen bu insanlar darp edildi, yetmedi terörist ilan edildiler.
90 gündür açlık grevinde olan Semih’i ve Nuriye’yi unutturmak, görünmez kılmak için İçişleri Bakanı ve bütün OHAL aygıtı seferber oldu. Bizler Nuriye ve Semih’in sağlığından büyük endişe duyuyoruz. Bir an önce Nuriye ve Semihin ve hukuksuzca işsiz bırakılan tüm emekçilerin haklı talepleri karşılanmalıdır.
Gülen cemaatinin tasfiyesinden sonra şimdi yeni tarikatlar sahneye çıkıyor. Bir taraftan savaş ve asimilasyonu sürdürürken öte taraftan sahte muhataplar yaratarak barış süreci başlatacaklarmış gibi söylentiler yayıyorlar. Bugüne kadar her siyasi iktidar böyle boş hayaller vadetmiş, sorunları halının altına süpürmüştür. AKP de aynısını yapıyor. Ama hiç biri muvaffak olamadığı gibi maalesef bu ülkenin çocukları bu yanlış politikaların ağır bedelini ödüyorlar.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Evet şehitlerimiz oluyor ama şükürler olsun ki 1’e 10 gidiyor.’ diyebiliyor.
Hiçbir insan rakam değildir Sayın Erdoğan. Bahsedilen kardeşlerimiz, çocuklarımız, sevdiklerimizdir. Eşya değildirler. Anneler ağıdını hangi dilde yakarsa yaksın hepsi eşit acılardır. Kendi çocuklarını pamuklara saranların halkın çocuklarını eşya gibi saymaya asla hakkı yoktur!
Hükümet bir taraftan Kürt coğrafyasını operasyonlar, sokağa çıkma yasakları, ablukalar altına almışken, öte yandan Kürt illerinde rant ve yağmaya çıkmıştır. Sur’da insanlığın kültürel mirasını hukuksuzca yıkmakta ve yağmalamaktadır. Şu an Sur’da yaşanan on bin yıllık tarihin ve kültürün yok edilmesidir. Hükümetin Sur’a karşı açtığı savaş sadece Kürtlerin mirasını hedef almıyor, aynı zamanda bir dünya mirasını yok ediyor.
Başlatılan yıkım ve yok etme politikası insanlık tarihinde kara bir leke olarak kalacak. Tarihi ve kültürüyle binlerce yıllık bir hazine olan Sur yok edilirken BM, UNESCO neden hala sessiz? UNESCO sessiz kalarak bu hukuksuzluğa ortak olmamalıdır.
4 yıl önce milyonlarca insanın katıldığı, tanığı olduğu Gezi direnişini kriminalize etmeye çalışıyor. Yaşam alanına, kentine sahip çıkan insanları, parkına, ağacına sahip çıkan insanları karalıyorlar. Hem çadırların yakılmasını “ben yapmadım FETÖ yaptı” diyerek temize çekmeye çalışıyor, hem de “çapulcularla mücadele edeceğim” diyor. Oysa ki, Kütahya’da meralarına sahip çıkmak oraklarını küreklerini kapıp yola çıkan, trafiği kesen kadınlar ne yaptıysa Gezi Parkı’na sahip çıkan insanlar da aynısını yaptılar.
"Direnmek haktır, insanlık görevidir"
Halkı isyan edecek duruma, sizin halkı yok sayan politikalarınız getiriyor. İsyandan korkmanız normal. İsyanı lanetlemeniz yalanlarla halka kötü göstermeniz normal.
Ama herkes bilsin ki Hz. Muhammed’in Mekke’nin zalimlerine isyanı da aynı ruhtandır, Spartaküs’ün köle tacirlerine isyanı da… Hz. İsa’nın Kudüs’ün yozlaşmış din adamlarına karşı isyanı da, Prometheus’ın insanlık için ateşi çalması da aynı ruhtandır! Unutmayın, zulme, hukuksuzluğa, sömürüye karşı direnmek hem bir haktır hem de bir insanlık görevidir.
Gezi’den 16 Nisan’a bizler bu direnci diri tutuyoruz. Meşru olmayan iktidarınıza karşı bu direncin daha da büyüyeceğini göreceksiniz.
Bütün toplum Saray’ın iktidar hırsının yarattığı türbülanstan yoruldu. Cennet vaat ettiler, cinnet yarattılar. Kaygı, güvensizlik, telaş sadece muhalif kesimlere değil, bütün topluma zarar veriyor. Büyük bir çürüme ve yozlaşma iktidar katlarını sarmış durumda. AKP içindeki fraksiyonların rant ve kar mücadelesi, bakanlıkları adım atamaz hale getirdi. Suçlu suçsuz herkesin bir saray fermanıyla, KHK ile geleceksizleştirilmesi bürokrasiyi kimi zaman kilitlenme noktasına getirdi.
Devlet sadece sermaye kesimlerine sağladığı olanaklarla, ekonomik sorunları 2019 sonrasına atmaya çalışıyor. Bir yandan da varlık fonu, BES ile cebimize el atıyor, işçilerin en önemli kazanımı kıdem tazminatınaysa göz dikiyor. Bir yandan da KHK’larla, OHAL’le toplumu esir alıyor.
Siyasi belirsizlik algısı tüm iktidarı elinde toplayan başkanlık rejimine rağmen ortadan kalkmıyor. Bu ülkenin üreten, düşünen, yazan, çizen, insanlarına düşman bir iktidar ile karşı karşıyayız. AKP Genel Başkanı, adı çocuk istismarı ile anılan Ensar Vakfı’nda yaptığı konuşmada ülkenin entellektüel birikimini “Millete yabancı” olmakla itham ediyor.
Zamanın iktidarlarının hepsi aydınlara, sanatçılara bu şekilde davrandı. Nazım Hikmet, Ahmet Arif ve KemalTahirleri hatırlatmak istiyorum, zamanın iktidarlarının hep hışmına uğramış . Sabahattin Ali’yi ülkeyi terk etmek zorunda bırakan, sonra sınırda yargısız infazla katleden anlayış hala işbaşında ama Kürk Mantolu Madonna hala en çok okunan kitaplar arasında. Sizler ve iktidar hırsınız unutulacak ama İbrahim Kaboğlu’nun anayasa araştırmaları, Nazım’ın şiirleri, Orhan Pamuk’un romanları daha onlarca, yüzlerce yıl insanlığın tarihsel değerleri ve birikimi olarak kalmaya devam edecekler. Hatalarınızdan bahsedilmesin, acizliğiniz toplumun gözüne sokulmasın diye basını susturmanız, en az 160 gazeteciyi rehin almanız bundandır.
"İktidarın bölücü zihniyeti topluma zarar veriyor"
Bu ülkenin insanlarının Gezici, 15 Temmuzcu, Reisçi, Hocacı, Evetçi, Hayırcı şucu bucu diye bölünmelerine izin vermeyeceğiz. Halklarımız huzur istiyor, özgürlük istiyor, eşitlik istiyor. Demokrasi paydasında, insanlık paydasında buluşmak istiyor.
Mevcut iktidarın kutuplaştırıcı, ötekileştirici, bölücü zihniyeti ile bu topluma zarar veriyor. Sürekli birilerini dışlayarak, yok ederek var olmaya çalışmak sağlıklı bir tutum değildir?
Zulüm çarkları çatırdıyor
Biz her gün artan bir kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğiz ve mutlaka kazanacağız. Onların zulüm çarkı çatırdamakta, zora dayalı siyasetleri çökmektedir. Tarih bu günleri direnenlerin zafer hikâyesi olarak yazacaktır buna hiç kuşkumuz yok.
Sözlerimi büyük usta Nazım Hikmet ile sonlandırmak istiyorum:
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine!
Bu davet bizim!
© Tüm hakları saklıdır.