Gündem

HDP Eş Genel Başkanı Temelli: 23 Haziran'da amacımız AKP-MHP faşist blogunu geriletmektir

Binali Yıldırım'a: Birkaç kelime Kürtçe konuştunuz diye Kürt halkı nezdinde bir değeriniz olmayacak

11 Haziran 2019 12:58

Partisinin grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Yüksek Seçim Kurulu'nun iptal kararıyla 23 Haziran'da tekrarlanacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine ilişkin açıklamalarda bulundu. Temelli, "Amacımız AKP-MHP faşist blogunu geriletmektir" dedi.

Temelli, AKP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım'a da tepki gösterdi. Diyarbakır ziyaretinde 'Kürdistan' kelimesini kullanan Yıldırım'ı samimiyetsiz bulduğunu söyleyen Temelli, "Diyarbakır Diyarbakır olalı böyle Kürtçe duymadı" dedi. Temelli konuşmasının devamında, "Bu Meclis'te Kürtçe konuşulduğunda bir halka bilinmeyen dil diye hakaret eden bir partinin mebususunuz ama kirli pazarlıklarınız için hiçbir şey olmamış gibi Kürdistan diyorsunuz, Kürtçe de konuşuyorsunuz, Kürtçe konuşanları da saygı içinde dinliyorsunuz. Birkaç kelime Kürtçe konuştunuz diye Kürt halkı nezdinde bir değeriniz olmayacak. Çünkü bunlar samimiyetsiz, çıkar amaçlıdır" ifadelerini kaydetti.

Yargı Strateji Belgesi'ne ilişkin olarak açıklamalarda bulunan Temelli, "Önden topluma umudu beklentileri servis ediyorlar sonra da zamana yayma politikasıyla bu beklentileri karamsar bir bekleyişe çevirmekle meşguller" dedi. "Terörle Mücadele Kanunu, bu ülkenin gizli anayasasıdır. Terörle mücadele kanununun toplumsal muhalefete, Kürtlere karşı, kılıç gibi sürekli sallandırılmaktadır" diyen Temelli, Yargı Reformu'nu, "Tek adam reformu" sözleriyle eleştirdi.

Temelli'nin konuşması şöyle:

Geçen hafta hem bayram ziyareti hem de belediyelerimizi ziyaret etmek için Batman, Şırnak, Diyarbakır’daydık. Sevgili Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan da Kars, Iğdır ve Hakkari’deydi. Kayyımları süpürdükten sonra ilk ziyaretimizdi. Halkımız, herkes çok mutlu. Bir ferahlık bir temizlik gelmiş. Kayyımları süpürüp atmanın o ferahlığını hep birlikte Şırnak’ta, Batman’da, Siirt’te soluduk.

Suçlu arıyorsanız giden kayyımların peşine düşün

Kayyımlar döneminde belediyelerin önünde beton bariyerler, zırhlı araçlar ve silahlı güçler vardı. Güvenlik gücü adı altında belediyelerimiz adeta ablukaya alınmış, karakola, garnizona dönüştürülmüştü. Bunlardan hep birlikte kurtulduk. Tabii bunlar yine de bu garnizon aklıyla faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Belediyelerimizin hepsine X-Ray cihazı koymuşlar, suçlu arıyorlar. Cizre’de de söyledim; bizden suçlu çıkmaz, bizden insan çıkar. Suçlu arıyorsanız giden kayyımların peşine düşün. Çünkü suçlu onlardır. Suçları bütün çıplaklığıyla ortada. Yapmış oldukları yolsuzluklar, hırsızlık ve talanın hepsi ortada. Ama tüm bunlara rağmen halkımız, belediye eşbaşkanlarımız, meclis üyelerimiz büyük bir moral ve şevkle işlerinin başında. Tüm bu zorluklara rağmen bütün bu zorlukları aşmak azmi ile çalışmalarını sürdürüyorlar. Bize düşen de onlara destek olmak. Tüm halkımızla birlikte belediyelerimizi kucaklama zamanıdır. Hep birlikte bu belediyelerimizi kucaklayacağız. 

Kayyım klimayı götürmüş

Daha önce anlatmıştım bizim bir Van ve halı hikayemiz var. Halı hala gelmedi ama Silopi’de halıdan daha ilgincini gördük. Ne olabilir diye düşüneceksiniz. Çok ilginç bir hikaye ile karşılaştık. Silopi'ye gittik hava 40 derece, salon hınca hınç dolu, klimalar çalışmıyor. Dedim herhalde bu kadar borç var bizim belediye tasarruf ediyor. Başkan dedim, “Yak klimayı,  serinleyelim”. Dedi “Açamayız, kayyım soğutma sistemini çalmış”. Klimayı götürmüşler.

Arsayı çalmak için belediye binasını yıktılar

Bitmiyor İdil’e geçtik, “Belediye binası yok, Kültür binasını belediyeye çevirdik, orada bir araya geleceğiz” dediler. “Niye” dedim. “Belediye binasını yıktılar” dediler. Neden yıktılar? Arsayı çalmak için. 

Sur’a hayat gelmiş, çocukların sesi gelmiş

Hırsızlıkta, yolsuzlukta ve talanda sınır tanımamışlar. Ama her şeye rağmen bizler özveriyle çalışmaya devam edeceğiz. Her şeye rağmen belediyelerimize sahip çıkacağız, bu enkazı hep birlikte kaldıracağız. Tabii karşılaştığımız tüm hukuksuzlukların hesabını yargı önünde sormaya devam edeceğiz. İl il gezmeye devam ediyoruz. Diyarbakır’a geldik, Sur’a. Orada Çocuk Festivali’ne katıldık. Kayyım döneminde bütün festivalleri yasaklanmıştı, kültür sanat adına her şey yasaktı. Çünkü bunlar sanat ve kültür körü. Sanata düşmanlar. Varsa yoksa halı. Ama Sur’a hayat gelmiş, çocukların sesi gelmiş, çok muhteşem bir konsere katıldık. Çocuk koromuzun muhteşem konserine katıldık. Güzel şeyler de oluyor ama HDP ile oluyor. 

Leyla Güven’in morali çok yüksek 

Leyla Güven’e uğradık, ziyaret ettik. Hepimize kucak dolusu selamları var. Morali her zamanki gibi çok yüksek, mücadele azmi her zamanki gibi çok yüksek. Onun şahsında bu mücadeleyi sürdüren tüm arkadaşlarımızı biz de buradan kucaklıyoruz. 

Yargı reformunu geçtik hala strateji belgesi açıklıyorlar

Geçtiğimiz günlerde Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklandı. Uzun süredir ciddi beklentiler yaratılarak kamuoyu gündemine getirilen bu belge bir ittifak belgesiydi aslında. Demokrasiden, hukuk devletinden ne denli uzaklaşıldığının aslında deşifresi idi. 17 yıldır iktidarda olan bir parti ve onun başındaki insan Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni açıklıyor. Daha strateji belgesi aşamasındalar, reformu geçtik hala bir strateji belgesi hazırlıyorlar. 17 yıl sonra bu belgeye baktığımızda aslında yargı konusunda ne denli içler acısı bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu hep birlikte gördük. 

Topluma umudu ve beklentileri servis ediyorlar 

Yargının örgütlenmesi, etkinliği ve işleyişine dair düzenleme yapılmasına öngören Yargı Strateji Belgesinde yer alan düzenlemelerin önümüzdeki günlerde hazırlanacak eylem planında yer alması ve yargı paketleri halinde gündeme getirilmesi bekleniyor. Yani yine her zamanki gibi önden topluma, kamuoyuna, umudu ve beklentileri servis ediyorlar. Sonra da zamana yayma politikasıyla, strateji belgesi hazırladık, eylem planı yayınladık diye aslında bu beklentileri yine karamsar bir bekleyişe çevirmekle meşguller. Belge ile adalet sistemindeki tahribatı ve adalet sisteminde yaşanan çöküşü gördük. Aslında Türkiye’de yargı konusunda ne denli acil adımlar atılması gerektiğine hep birlikte şahit olduk. TCK’nin 53’üncü maddesi - tabii bizler bu konuda uzmanız çünkü en çok yargılandığımız maddeler, hukukçu olmasak da neredeyse hukukçu kadar hepimiz bu konuya hakimiz- 76, 77 maddeleri, 220, 299, 301. Bunların hepsi bizim yargılandığımız maddeler, bunların hepsi bir ülkede demokrasi ölçeği açısından ele alınıp değerlendirilecek maddeler. Bu maddelerle aslında Türkiye’deki demokrasi meselesinin nasıl içinden çıkılmaz hale getirildiğini görebiliyoruz. 5237 sayılı TCK'nın düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önünde ciddi engeller oluşturduğunu hep birlikte biliyoruz. 

Yargı reformunu 'tek adam reformu' olarak nitelendirebiliriz

Kendisini yasanın, hukukun üstünde gören bir Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile böyle bir mekanizma yaratıldı. Herkese hakaret ediyor, kendisini eleştirdiğinizde “Cumhurbaşkanı’na hakaret edemezsiniz” diye dava açıyor. En ufak bir eleştiriyi bile hakaret mevzusu olarak ele alan Cumhurbaşkanı sabahtan akşama kadar herkese hakaret ediyor. Bu maddeye dokunulmamış, Yargı Reformu Strateji Belgesinde buna dair bir şey yok. Biz bu reformu 'tek adam reformu' olarak nitelendirebiliriz. 

TMK bu ülkenin gizli anayasasıdır

Bu ülkede dediğiniz gibi TMK (Terörle Mücadele Kanunu) var. Bu ülkenin gizli anayasasıdır TMK. Kürtlere, muhalefete ve demokrasi güçlerine karşı uygulanan gizli bir anayasadır TMK. TMK kalkmadan bu ülkede bir yargı reformundan bahsetmek mümkün değildir. Eğer bu ülkede bugün toplumsal barış bu denli tahrip edildiyse bu TMK nedeniyledir. Çünkü bu kanun toplumsal muhalefete, Kürtlere, demokrasi güçlerine karşı Demokles'in kılıcı gibi sürekli sallandırılmaktadır. 

Samimi bir yargı reformuna evet diyorsanız biz katkı sunmaya hazırız 

Eğer gerçekten yargıda samimi reforma ihtiyaç duyuyorsanız, bakın bizim hazırlığımız var. İsteyin gönderelim, inceleyin. Bizim hazırlığımız toplumsal barış üzerinedir. Toplumsal barışı tahrip eden bütün unsurlardan bu ülkeyi kurtarmak üzerinedir. Başta TMK’nin kaldırılması, ifade ve düşünce özgürlüğünün sağlanması, demokratik siyasetin önünün açılması, kürsü dokunulmazlıklarının sağlanması, demokratik siyasetten dolayı hiç kimsenin yargılanmaması üzerine hazırlanmış ve toplumsal barışı inşa edecek iddialı bir çalışmamız var. Evet alıp inceleyin reform nasıl olur, değişim nasıl olur görün. Evet katkı vermeye hazırız, hazırlığımızı yaptık bekliyoruz. Gelin Meclis çatısı altında bütün partiler yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına, toplumsal barışı var etmek yararına görüşelim, müzakere edelim. Toplumun beklentilerini bir an önce karşılayalım. Toplumun bu konuda beklentileri yüksektir. İhmal etmeyelim, bakın cezaevlerinde binin üzerinde hasta tutsak tahliye bekliyor. Bakın çocuklar var cezaevinde, binlerce çocuk... Çocuk mahkumların sayısının en yüksek olduğu ülkelerden biriyiz. Bunun ötesinde bu ülkede sendikal haklar yasaklı, grev yasaklı. Bu ülkede vicdani red hakkı yok. Yani toplumsal barış dediğinizde reformu bir alana sıkıştıracağınız bir mesele değil bu. Çok geniş kapsamlı herkesin kendisini içinde bulacağı bu adımı birlikte atmak zorundayız. 

Kadın katliamları almış başını gidiyor. Katilleri yani kadınları katledenleri maalesef yargı koruyor. Yargıda hakim olan erkek egemen zihniyetin ve erkek bakışının kırılmasına yönelik herhangi bir ifadeyi de biz bu belgede göremedik. Yargıçlara yönelik toplumsal cinsiyet eğitiminin olmaması ciddi bir sorundur. Yargı reformunun konuşulduğu bu süreçte sadece bu alan ihmal edilmiş değil. 

Bu iktidar işkenceci olma sıfatına da sahip olmuştur

Uygulamada da hangi zihniyetin sürdüğünü görmek istiyorsanız Halfeti’ye bakın. 18 Mayıs günü 54 insan Halfeti’de gözaltına alındı. Hiçbir mukavemet yok. Gözaltına alındılar ve işkenceye maruz kaldılar. Adeta 12 Eylül hafızası canlandı. Elektrik verildi, darp edildiler. Tecavüz ile tehdit edildiler. Yani 12 Eylül cuntasının uyguladığı işkence yöntemlerini biz Mayıs ayının ikinci yarısında Halfeti’de gördük. İşkence insanlık suçudur. İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir. Bu iktidar işkenceci olma sıfatına da sahip olmuştur. Halfeti’de yaşanan bu meseleyi takip etmeye devam ediyoruz. Bu işkenceyi gerçekleştirenlerden, bu suçu işleyenlerden hesap soracağız.

Binali Yıldırım’ın Kürtçesini sadece Mehdi Eker anladı

Yargı reformu, yargıdaki değişim her zamanki gibi bir seçim atmosferinde karşımıza çıkıyor. 23 Haziran’da İstanbul seçimleri var. Aslında bu seçimin haklı bir gerekçesi yok, YSK marifeti ile karşımıza çıkmış bir zorunluluk. Tabii adaylar da kampanya çalışması yapıyorlar. Adaylardan biri Binali Bey, Diyarbakır’a gitmiş. Kampanyasını Diyarbakır’dan yapıyor nedense. “Kürdistan Mebusu” demiş. Bak. Devam etmiş Kürtçe konuşmuş. Ama Diyarbakır Diyarbakır olalı böyle bir Kürtçe duymamış bir kişi anlamış, o da Mehdi Eker. 

Çavuşoğlu Kürdistan’da demokrasi şehitlerinin anıldığı törendeydi

Oysa 31 Mart’a giderken AKP Genel Başkanı Erdoğan meydan meydan bağırıyordu. Kürdistan diyoruz diye “Defolun gidin, Kürdistan orada” diyordu. Sürekli her gün bize, Kürtlere hakaret ediyorlar. Terörist olduk, defolun hakaretlerine maruz kaldık ama Allah’ın işine bakın, geçen Çavuşoğlu’nu Kürdistan’da gördük, hem de Çavuşoğlu demokrasi şehitlerinin anıldığı törendeydi. Ve Çavuşoğlu bilinmeyen bir dilde konuşulan bir yemin törenini izliyordu. 

Üç beş oy için Kürtçe konuşup Kürdistan derken Tatvan’da Kürtçe tabelalar iniyordu

Biliyoruz, bu Meclis’te arkadaşlarımız bir iki cümle Kürtçe konuştuğunda 'bilinmeyen bir dil' diye hakaret ettiniz. Ama 3-5 oy için ya da kirli pazarlıklarınız için hiçbir şey olmamış gibi Kürdistan diyorsunuz, Kürtçe konuşuyorsunuz, Kürtçe konuşanları saygı içinde dinliyorsunuz. Tam bunların konuşulduğu günlerde Tatvan ve Bitlis’te tabelalar iniyordu. AKP’nin belediye başkanlarının meşruiyetleri her zaman sorgulanacak. Bitlis’te, Tatvan’da, Muş’ta da Şırnak’ta da kazandıkları dedikleri her yerde meşruiyetleri her zaman sorgulanacak. O yüzden zaten bu saldırganlıkları. Seçilmiş bir belediye başkanı kendisini seçen bir halkın diline, kültürüne hakaret etmez. Bunlar seçilmediği, atandığı, hile ile orada oturdukları için de utanmadan işte o tabelaları indirebiliyorlar. Evet tam o günlerde Tatvan ve Bitlis’te belediye başkanları Kürtçe tabelaları indirdiler, tam o günlerde Dêrsim Belediye Meclisinin tabela Dêrsim olsun diyen kararı valilik tarafından engellendi. 

Kürtçe, seçim yatırımlarına maske yapılamaz

Birkaç kelime Kürtçe konuştunuz diye Kürt halkı nezdinde bir değeriniz, itibarınız olmayacak. Çünkü bu sözlerle Kürtçe konuşma girişimi samimiyetsizdir, çıkar amaçlıdır. Kürtçe seçim yatırımlarına, gündelik politikalara maske yapılacak bir dil değildir. Yapılması gereken Kürtçe anadilde eğitimin önünü açmaktır. Kamusal alanda kullanılabilirliğini sağlayacak kalıcı ve yapısal değişimleri hayata geçirmektir. Mesele Binali Yıldırım’ın iki kelime Kürtçe konuşması değil, Kürtlerin kendi anadilinde konuşamamasıdır. Kürt sorunu binlerce yıllık bir dili ve kültürü folklorik bir sosa dönüştürülerek çözülemez. O yüzden de diyoruz ki anadilinde eğitim haktır, anadilinde sanat ve siyaset yapmak haktır. 

Duyduk ki İstanbul’da bir kayyım var onu da süpüreceğiz

İşte İstanbul seçimleri böyle bir atmosferde sürüyor. Az bir süre kaldı İstanbul seçimlerine, hala bizim tavrımızı soranlar var. Her seferinde söyledik, ama ısrarla söylemeye devam edeceğiz. Bizim tavrımızı soranlara bir kez daha söyleyeyim. Nerede bir kayyım varsa onu süpürmeye devam edeceğiz. Duyduk ki İstanbul’da bir kayyım var onu da süpüreceğiz. 

HDP demek ilkeli siyaset demektir

Algı yöneterek akıl karıştırmaya çalışıyorlar. HDP’ye rağmen HDP’yi konuşuyorlar. HDP demek ilkeli siyaset demektir. Bizim amacımız AKP-MHP blokunu geriletmektir. Bu bloku geriletmek için 31 Mart’ta ortaya koyduğumuz stratejimiz aynı kararlılıkla sürmektedir. Bu mücadele uzun soluklu bir mücadeledir. İstanbul seçimi bu mücadelenin önemli bir uğrağıdır. Bunun farkındalığı ile üzerimize düşen sorumluluğu hep birlikte demokrasi güçleri olarak yerine getireceğiz. HDP olarak 23 Haziran’da da tüm halklarımızla, emekçilerle, kadınlarla birlikte YSK marifetiyle çalınmış, el konulmuş belediyelerimizi geri alma mücadelemizi sürdüreceğiz. İstanbul seçimi ayrı zamanda Tatvan seçimidir, Muş, Bitlis, Viranşehir, Şırnak seçimidir. Bu bilinçle orada olacağız ve oylarımızı kullanacağız.  

İstanbul seçmeniysek 23 Haziran’da İstanbul’da olalım 

Eğer İstanbul seçmeniyseniz buradan herkese sesleniyorum; nerede olursak olalım 23 Haziran’da İstanbul'da olalım, oyumuza, irademize ve geleceğimize hep birlikte sahip çıkalım. Eğer geleceğimize sahip çıkmazsak geleceğimizi çalmaya, yurdumuzu talan etmeye, ortak vatanımızı talan etmeye bu zihniyet devam edecek. 

Hasankeyf’i hala kurtarabiliriz 

Bakın Hasankeyf. Tahribatın büyüklüğünü göstermesi açısından bir örnek. Dicle Nehri üzerinde planlanan ve ekonomik ömrü sadece 50 yıl olan Ilısu Hidro-elektrik Projesini hayata geçirmeye çalışıyorlar. Hala durdurabiliriz, hala bir şansımız var. Hasankeyf’i kurtarabiliriz. Bu zihniyet bütün ülkeye beton döktü. Tarih eserlerin, doğanın, insanların üzerine döktü. Adeta bütün ülkeyi betonlaştırdı. Bu betoncu anlayışı durdurabiliriz. Hasakeyf’i kurtarabiliriz. Evet hatalı enerji politikaları, hatalı ulaşım politikaları nedeniyle bugün ülke içinden çıkılmaz bir yere sürüklendi. Doğayla barışık bir enerji politikası yok bu ülkede. Bu ülkenin varsa yoksa bir müteahhit politikası var, yandaş müteahhitlerine çıkar sağlamak amacıyla böyle bir kentsel ve tarihsel yıkımı gerçekleştirebiliyorlar. 

Gerçekten sağlıklı enerji politikaları, gerçekçi enerji politikalarını var edebilseydik ne Hasankeyf’i böyle bir şeye heba edecektik, ne de diğer santralleri. Tam 10 bin yaşında bilinen tarihle. Evet Hasankeyf’in kültürel varlıklarını yok edecek olan bu baraj Anayasaya da uluslararası kültürel varlıkları koruma kanunlarına da aykırıdır. Hasankeyf 2016 yılında Avrupa’nın en tehlikede olan 7 kültür mirasından biri. Uluslararası bilim çevrelerinin yaptığı çalışmalara göre ise yerleşik yaşamın başlamasında da Hasankeyf, Göbeklitepe’nin ikizi. Bu denli değerli kıymetli ve önemli tarihe karşı yapılan yıkıma bakın. Tam 100 bin insanı doğrudan ilgilendirecek bir yıkımla karşı karşıyayız. Bir kez daha çağrı yapıyorum: Durdurun. Hasankeyf’i bu suların altında bırakmayın, gelin hep birlikte Hasankeyf’e sahip çıkalım. 

Lafı da uzatacağız mücadeleyi de büyüteceğiz

Talan devam ediyor, sömürü devam ediyor. Sadece kentleri ve tarihi yok etmekle kalmıyorlar, insanlar üzerindeki sömürü de had safhada. Yoksulluk giderek yaygınlaşıyor, İşsizlik giderek yaygınlaşıyor. Bakın son 3 yılda bu nedenden dolayı 100 insanımız intihar etmiş. Yoksulluk, işsizlik girdabına sıkışıp kalmış 100 insanımız intihar etmiş. 49 işçi 23’ü kamu emekçisi, 21’i esnaf, 3’ü de çiftçi. Ataması yapılmayan öğretmenlerle birlikte ataması yapılmayan 13 işsiz emekçide intihar etmiş. Ve yine Binali Yıldırım, seçim çalışmaları çerçevesinde bayramda Urfa’ya gitmiş. Bir işsiz yanına yaklaşıp iş istiyor. “Lafı zurna gibi uzatmayın, söylendi bakacağız” diyor. İşte insana yaklaşımları bu. İşsize, yoksula, mağdura yaklaşımları bu. Lafı zurna gibi uzatmayın. Lafı da uzatacağız mücadeleyi de büyüteceğiz. 

Bu kabine meczuplar kabinesi

Hazine ve Maliye Bakanı “Ekonomide en kötüsünü geride bıraktık” diyor. Her hafta bunu söylüyor. Ben söyleyeyim bu kabine meczuplar kabinesi. İçişleri Bakanı’na da söylemiştim o kabul etmişti, “Evet, ben meczubum” demişti. Yakında Hazine Bakanı da kabul edecek. Çünkü ekonominin farkında değil, ne yaptığının farkında değil. Farkında olmak için dönüp bu intiharlara bakması gerekiyor. İşsizlik rakamlarına dönüp bakması gerekiyor. İşçi cinayetlerine dönüp bakması gerekiyor. Velhasıl insana bakması gerekiyor. Bu rakamlara bakıyor, onu da anlamıyor. 

5 ayda 716 işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. En son Kocaeli’de 5 işçi yanarak hayatını kaybetti. Mülteci 5 kadın işçi. Evet mülteciler konusunda her geçen gün ciddi bir ırkçı söylem ülkeyi kaplamakta. Mültecilerin haklarına da sahip çıkacağız. Onları mülteci yapan da, bu koşullarda çalışmaya mahkum eden de bu iktidardır, bu iktidarın savaş politikalarıdır.

Evet 716 işçi 5 ayda hayatını kaybetti ve maalesef bunun 9’u da çocuk işçi. Yanlış politikaların 17 yıllık iktidarlarının yarattığı sonuçlardır. “İtibar harcamaları yapıyoruz” diyorlardı. Hatırlıyor musunuz 3. Havalimanını yaparken, köprüleri yaparken. Bütün bu ülkenin kaynaklarını betona dökerken, sürekli dönüp “Biz itibar harcamaları” yapıyoruz diyorlardı.

Asgari ücret açlık sınırının altına düştü bile

Evet geldiğimiz noktada yüksek borçluluk, stratejik derinlik atı altında sığ bir dış politika ve bu hükümetin yaptığı israfkar harcamalarla ekonomik ve siyasi krize sürüklenmiş bir ülke var karşımızda. Bugün hem iç politikada hem de dış politikada itibar harcamaları yapa yapa ülkeyi itibarsız hale getirdiler. Genç işsizlik her geçen gün almış başını gidiyor. Her 4 gençten biri işsiz. Bu denli ciddi ekonomik sıkıntılar var, enflasyon binde iki düştü diye neredeyse bayram yapacaklar. Asgari ücret 5 ayda yani yılın yarısı tamamlanmadan açlık sınırının altına düştü  çoktan düştü. Madem enflasyon düşüyor bu asgari ücret nasıl açlık sınırının altına girdi. Bunlar uydurma enflasyon sepeti ile “Enflasyon düştü düşüyor” diye halkı kandırmaya devam ediyorlar. 

Başarı hanelerine bunu da yazsınlar; her 5 çocuktan biri çalışmak zorunda

Çocuklardan bahsettik. Sur’da çocukları dinlediğimizi, onların sesiyle Amed’in şenlendiğini söyledim. Evet çocukların sesleri sokaklarda, oyun oynuyorlar. İstiyoruz ki bütün çocuklarımız eğitimlerinden, oyunlarından geri kalmasın. 12 Haziran Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’dür ve maalesef ülkemizde çocuk işçiliği oranı çok yüksek. 2002 senesinde çocuk işçisi oranı yüzde 10-11. Bugün 17 yıl sonunda çocuk işçiliği oranı yüzde 20’lere çıkmış. Başarı hanelerine itibar hanelerine bunu da yazsınlar. Her 5 çocuktan biri çalışmak zorunda. Yani Nüfusun yüzde 28’i çocuklardan oluşuyor. Bunların önemli bir kısmı çocuk işçisi ve bu çocuk işçilerin yüzde 80’i de kayıt dışı. 

2018 yılında 67 çocuk maalesef işçisi çalışırken hayatını kaybetti. Bunların 10’u mülteci çocuklardı. Mülteci çocukların ölüm oranı 3-4 kat daha fazla. Sektör olarak da Kürt işçilerin yoğun olarak çalıştığı mevsimlik tarım işçiliğinde çocuk işçi ölümleri en fazla orana sahip. Bizle dalga geçer, aklımızla alay eder gibiler. Sizinle 2018 verilerini paylaştım, AKP 2018’i 'Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı' ilan etmiş. Kalkmışlar istihdamı teşhir politikası çerçevesinde çıraklık stajyerlik yasasını geçirmişler. Bu yasadan önce rakam 270 binken bu yasadan sonra 1 milyon 170 bine çıkmış. Çocuk işçiliği yaygınlaşmakta. Bunun da en önemli nedenlerinden biri 4+4+4 eğitim sistemidir. Çocukların okumasını değil, işçi olmasını, erken yaşta evlenmesini isteyen bir sistem var. Bu sisteme bir an önce son verilmeli. Çocuk işçiliği yasaklanmalı, bir an önce Çocuk Bakanlığı kurumalı. 

Her seçimden önce olduğu gibi şimdi de sınır ötesi harekat başladı

Eğer bu ülkenin bütçesini çocuklara, kadınlara, gençlere ayırmayıp da savaşa ayırırsanız çocuk işçiliği de artar, intihar sayıları da artar. AKP, her geçen gün militarizme dört kolla sarılmaya devam ediyor. Yine her seçim öncesi olduğu gibi 23 Haziran seçimlerinden önce de sınır ötesi harekat başladı. Şimdiki harekatın adı da Pençe Harekatı. Afrin’de olduğu gibi, sivillere saldırılar var. Burada yaşayan halk göçe zorlanıyor. İçeride anlatılan hikaye başka ama oraya gittiğinizde gerçeklik bambaşka. 

Afrin’de 150 bin insanı yerlerinden yurtlarından ettiler, zeytinleri talan ettiler, şimdi de Pençe Harekatı ile insanları yerlerinden yurtlarından ediyorlar. Pek çok sivil hava bombardımanından etkileniyor, hayatını kaybediyor. Ve bu kirli pazarlığına devam eden AKP kendisini de ifşa ediyor. Siyaset yapamazlığını, siyaset üretemezliğini bir kez daha gösteriyor. Tek sığındığı şey savaş politikaları. Oysa siyaset çözüm üretmek durumundadır. 

Çözümsüzlüğün adı Kürt düşmanlığı

Çözüm üretemedikçe bu iktidar Türkiye gündemine sürekli olarak silahlanmayı ve silah harcamalarını sokuyor, kamu kaynaklarını toplumun kaynaklarını bu yönde harcamaya devam ediyor. İşte S-400; ne işe yarayacağı belli değil. Sürekli silahlanma harcamalarını artırarak aslında çözümsüzlükten beslenmeye devam etmek istiyor. Çözümsüzlüğün adı Kürt düşmanlığı. İçeride dışarıda Kürtlere karşı savaş politikaları ile bir çözümsüzlük politikasını sürdürmeye devam ediyorlar. 

Onlar savaş desin, biz barış demeye devam edeceğiz

Onlar savaş desin, biz barış demeye, çözüm demeye, demokratik çözüm, müzakere demeye devam edeceğiz. Tıpkı 200 gün boyunca Leyla Güven’in dediği gibi, 200 gün boyunca binlerce tutsağın dediği gibi barışta ısrar edeceğiz. Barışta ısrar etmek tecridin kırılmasıdır. Bu güçlü mücadele ve direnişle mutlak tecrit kırılmıştır. Mutlak tecridin kırılmasıyla birlikte Sayın Öcalan’ın mesajları ile kamuoyu, toplum buluşmuştur. Önemli mesajlardır. Tam da bu çözümsüzlüğe karşılık bir çözümü işaret eden, bir çözümü yeniden bize hatırlatan mesajlardır. 2013’ü bize işaret etmiştir. 2013’ten bugüne yapamadıklarımızla bizi yüzleşmeye davet etmiştir. 

Kürt meselesinin çözümünde muhatap Öcalan'dır 

Evet artık bunun adını net koyalım, ülkede bir “Kürt meselesi” var. Kürt meselesinin çözümü olmadan diğer meselelerin çözümünün olmayacağını geride bıraktığımız 4 yılda hep birlikte yaşadık. Her geçen gün hukuksuzluğa hukuksuzluk, adaletsizliğe adaletsizlik eklendi. O yüzden de ısrarla dedik ki bu tecride son verin. Bu meselenin çözümü muhatapları ile olur, Kürt meselesinin çözümünde bakacağınız muhatap Sayın Öcalan’dır. 

Öcalan'a kulak verin, Öcalan ile konuşun 

Evet, Hem 2 Mayıs hem 22 Mayıs’ta adadan gelen mesajlar da bizim tezimizi doğrulamıştır. Toplumsal uzlaşıdan, demokratik müzakereden, onurlu bir barıştan bahseden mesajlar gelmiştir. Evet o yüzden de diyoruz ki bu meselenin çözümü için Öcalan'a kulak verin, Öcalan ile konuşun. Herkes konuşsun. Birbirinizle konuşun, ön yargılarınızdan, dogmalarınızdan kurtulun. Evet, bu hepimizin meselesidir. Eğer bir demokratik çözümden bahsedeceksek hepimiz bu müzakereye dahil olalım. 

Bu iktidara rağmen demokratik çözümü var edeceğiz

Kendisini demokratik siyasetin içinde gören tüm partilere, STK’lara bu çağrıyı yapıyoruz: Gelin, konuşun. Eleştirinizi yapın, önerilerinizi söyleyin, katkılarınızı sunun. Ama yeter ki bir parçası olun. Siyaset yapma hakkımızı, demokratik siyasette var etme hakkınızı ihmal etmeyin. Bu hakkı kimseye havale etmeyin, bu sorun hepimizin sorunu, ortak vatanımızın sorunu. Biz ortak vatanımızda demokratik cumhuriyeti var etmek istiyorsak o zaman çözümün parçası olmak zorundayız. Bu iktidarın yaptırımlarına mahkum değiliz. Bu iktidara rağmen AKP-MHP faşist blokuna rağmen demokratik çözümü, demokrasi güçleri ile var edebiliriz var edeceğiz de. 

Herkesi demokrasi ittifakında buluşmaya çağırıyoruz

Şimdi onurlu bir barışı inşa etmek zamanıdır. Şimdi demokratik cumhuriyeti inşa etme zamanıdır. O yüzden de 'demokrasi ittifakı' diyoruz. O yüzden de herkesi demokrasi ittifakında buluşmaya çağırıyoruz. Tüm halklarımızı bu mücadelede ortaklaşmaya, tüm emekçileri, kadınları bu mücadelede buluşmaya davet ediyoruz. Hep birlikte mahallemize de sokağımıza da iş yerimize de haklarımıza da sahip çıkarak demokrasi ittifakında buluşacağız. 

Tüm partilere çağrı yapıyorum demokratik bir anayasa hepimizin sorumluluğu

Bu ülke 12 Eylül rejiminin yamalı bohça haline gelmiş anayasasına mahkum değildir. Kendi anayasamızı yapacağız, demokratik anayasamızı yapacağız. Meclis’teki tüm partilere de çağrı yapıyorum: Eşit yurttaşlık temelinde, demokratik bir anayasa için çoğulculuğu gözeten, laik demokratik bir toplumu gözeten bir anayasa yapalım. Bu, parlamento çatısı altında olan bütün milletvekillerinin sorumluluğudur. Ama sadece bu çatının altına sıkışmamalı. Her yerde herkes buna katkı sunmalıdır. Gelin hep birlikte toplumsal barış için adım atalım. Gelin yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı için çalışalım, evrensel hukuk değerlerine sahip çıkalım, insan haklarından asla taviz vermeyelim. İfade özgürlüğünü, fikir özgürlüğünü, basın özgürlüğünü hep birlikte savunalım. Bunu başarabiliriz, bu gücümüz var. Demokrasi ittifakında buluşanlar mutlaka bu ülkede iktidar olacaktır, halkın iktidarını var edecektir. Evet bizim yolumuz budur, asla bu yoldan vazgeçmeyeceğiz. Dönen dönsün yolundan biz dönmeyiz.