02 Temmuz 2019 12:47
HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, yeni parti kuracağı iddialarıyla gündeme gelen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na “Geçen gün çıkmış '3 yıldır sustum' diyor. Sen sus, konuşma. Sen konuştuğunda Suruç'ta ne olduğunu iyi biliyoruz. Bunlara siyasette yer yok” diye tepki gösterdi. 23 Haziran’da yenilenen İstanbul seçimlerinin ardından gündeme gelen “AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesi gerektiği” söylemine de tepki gösteren Temelli, “Diyorlar ki 'AKP fabrika ayarlarına dönüyor.' Ne ayarı, bunlar ayar tutmaz artık. AKP'nin fabrika ayarlarındayken yürüttüğü politikalar nedeniyle ülke bu halde” ifadesini kullandı.
HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisin TBMM grup toplantısında gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sözlerine Madımak Katliamı'nda yaşamını yitirenleri anarak başlayan Temelli'nin açıklamalarından satır başları şöyle:
"33 canımızı unutmadık unutmayacağız, bu katliamın hesabını soracağız, adalet yerini bulana kadar bundan vazgeçmeyeceğiz. Tıpkı Çorum'da olduğu gibi bu coğrafyada Alevi katliamları hep böyle olageldi. Alevi katliamlarının hesabını sormak sorumluluğumuz olduğu kadar hakikatlerle yüzleşmenin gereğidir. Bu yüzleşmeyi sağlayamadığımız sürece toplumsal barışı var etmemiz mümkün değil. Canları anarken hesabını soracağız. Bu katliamlarla yüzleşmek gerekiyor. O yüzden de Meclis çatısı altında Hakikatler Komisyonu kurulmalı ve tarihle yüzleşme önemlidir.
Tıpkı Şeyh Sait gibi Seyid Rıza, Seîdê Kurdî. Burada mezarsızlık zulmü vardır. Mezarları yoktur. Kürt halkının bu duygusu yok sayılmıştır. Yok sayılmaya devam edilmektedir. O yüzden de mezar yerlerinin halkla paylaşılması talebimizi buradan yineliyoruz. Maalesef acılarımız büyük. Bu acılar çerçevesinde ismini anmadan geçemeyeceğimiz yoldaşlarımız var. Bunlardan biri de Sevgili Orhan Doğan. Orhan Doğan'ı 12 yıl önce yitirdik. 'Demokrasiye olan tutkumu asla teslim alamayacaksınız' diyordu. Alamadılar. Bize bıraktığı o tutkuyu, o mirası büyütmeye devam ediyoruz.
Barış ve demokrasi tutkumuzu, mücadelemizi büyütmek zorundayız. Çünkü bu ceberrut devlet anlayışı bu zulme son vermiyor. En son Ceylanpınar’da bir eve yapılan baskın, o evde yaratılan zulüm bu iktidarı, bu anlayışı bir kez daha teşhir etmiştir. İş makineleri ile duvarları yıkarak ağaçları yerlerinden sökerek evin içini yıkarak bir kez daha kendilerini teşhir ettiler. Tünel aradıklarını söylüyorlar. O IŞİD'le yaptığın ittifaklarla oluşan tünellerde ara. Suçu orada ara. Urfa'yı rahat bırakın, Urfa'dan elinizi çekin. Şenyaşar ailesine yapılan zulmü unutmadık. Hala bir kişi bile gözaltına alınmadı. Şenyaşar ailesini katlettiler hem de devlet hastanesinde valiliğin gözü önünde katlettiler. Hala bir kişi bile gözaltına almadılar. Ama Suruç'ta insanlarını evleri başlarına yıkılarak gözaltına aldılar.
Halfeti'yi çok iyi hatırlıyoruz. İnsanlara nasıl işkence yaptıklarını çok iyi hatırlıyoruz. Hala bunun hesabı sorulmadı, hala soruşturma yok. Bu iktidar zulüm ve şiddet iktidarıdır, bir devlet geleneğini inatla yaşatmaya çalışmaktadırlar. Madımak’ta olduğu gibi suçu yok sayan suçluyu koruyan bir zulüm anlayışıdır. Buna karşı, savaşa karşı demokrasiden yana mücadelemizi tutkuyla büyütmek zorundayız.
Saldırılar sadece içeride değil dışarıda da devam ediyor. Bu sınır ötesi operasyonlar nasıl bir zulme neden olur kimse bilmez, bu haberler geldiğinde hemen yalanlama yapılır. Hakurk'a yapılan, Başur'a yapılan saldırılara bakın. 4 köylü yaşamını yitirdi. Biri çocuk, biri kadın. 2015'ten beri saldırılar sürüyor. O bölgeyi Kürtsüzleştirme peşinde olan bir anlayışla karşı karşıyayız. Adeta Efrin'den Çukuraca’ya kadar bir Kürtsüzleştirme ve insansızlaştırma dış politikada ana siyaset haline gelmiş durumda. Irak Parlamentosu’ndan sesler çıkıyor, itiraz ediyor Iraklılar. Bizim için en önemli mesele toprak bütünlüğü değil mi? O zaman toprak bütünlüğüne Irak'ta da Suriye'de de saygı gösterin. Irak'ta da Suriye'de de o toprak bütünlüğü içindeki halkların iradesine saygı gösterin o insanların yaşam hakkına saygı gösterin, sınır ötesi operasyonlara değil sınır ötesi diyalog ve barışla yol alın. Dış politika böyle var edilir. Dış politika bunun üzerine inşa edilir. Dış politikadan anladıkları sürekli şiddettir, zulümdür.
Bakın G-20 zirvesi yapıldı. Trump ne diyor, 'Herkesin bildiği gibi Kürtlerle bir problemi vardı.' Buradaki üçüncü şahısın kim olduğunu tahmin ediyorsunuz. 'Sınırda 65 bin kişilik bir ordusu vardı ve IŞİD’e karşı bize yardım eden Kürtleri haritadan silecekti. Sanırım Kürtler onun doğal düşmanı.' Kim bilir ne anlattı nasıl anlattı 'haritada silecekti', katliam anlayışına bakın. Bu ne demek? Bu kirli ilişkiler zaman zaman kendini teşhir eder. 'Doğal düşman', biz de buradan diyoruz ki Kürtler Türksüz, Türkler Kürtsüz yapamaz. Biz 100 yıllardır bir aradayız. Bizi birbirimize düşman eden bu zihniyete en güzel cevabı da yine hep birlikte biz vereceğiz. Bizi düşman görenlere en güçlü yanıtı bir arada yaşama irademizle vereceğiz.
Suriye'nin geleceğinin Irak ve Türkiye'nin geleceği bir birine bağlıdır. Barış birlikte var edilmeli, demokrasi ve toplumsal barış her yerde birlikte var edilmelidir. Kürt halkına doğal düşman gözüyle bakanların bu barış masasında, demokrasi masasında yeri yoktur. Suriye, evet Efrin'le başladı, şimdi Minbic'i konuşuyorlar. İdlib sorunu devam ediyor, çünkü sorun çözen bir yerden siyaset üretilemez bir hale geldi. Bugünkü iktidar sorunlardan, çözümsüzlükten besleniyor. Kendi iktidarını da Kürt meselesinin çözümsüzlüğü üzerine kuruyor.
Bu ülkeye dayatılan mutlak tecridin yegane nedeni de budur. Tecridi kırmak için 200 gün boyunca açlık grevi yapan arkadaşlarımız aslında Türkiye barışı için çok önemli bir adım attı. Ama bu yeterli değildir. Türkiye barışına demokrasisine yönelik tecridi tümden kırmalıyız. Mutlak tecrit kırıldıktan ve İmralı sesiyle buluştuktan sonra Türkiye, yeniden barış ve demokrasiyi daha sahici ve samimi bir yerden konuşmaya başladı. O yüzden de diyoruz ki Öcalan'la konuşun. Öcalan'ın sesini kısmayın. Avukatlarıyla, ailesiyle başlayan görüşmelerin düzenli bir şekilde devamını sağlayın. Bunu günlük siyasete ve seçim siyasetine malzeme yapmayın. Sayın Öcalan ile olan görüşmelerin sadece avukatlarla sınırlı olmamasının ne kadar önemli olduğunu geride bıraktığımız günlerde bir kez daha gördük.
Vazgeçin bu Osmanlı rüyalarınızdan. Suriye üzerine hesaplarınızdan, Irak üzerine hesaplarınızdan vazgeçin. Biz biliyoruz bu Yeni Osmanlıcılık anlayışının bizi nereye sürüklediğini. Hatırlıyorsunuz değil mi; 'Öfkeli çocuklar' diyenler vardı bir ara. 'Emevi camiinde namaz kılacağız' diyenler. Geçen gün çıkmış '3 yıldır sustum' diyor. Sen sus, konuşma. Sen konuştuğunda Suruç'ta ne olduğunu iyi biliyoruz. Bunlara siyasette yer yok. Diyorlar ki 'AKP fabrika ayarlarına dönüyor.' Ne ayarı, bunlar ayar tutmaz artık. Türkiye emekçileri artık bu köhne siyasete yüzünü dönmeyecek.
Dış politikada bunu görürken, ekonomide de yeni bir mesele geliyor önümüze. Diyorlar ki 'AKP fabrika ayarlarına dönerse, ekonomi de düzelir.' Dinün bir bakın o ayarlara ekonomi ne haldeydi. Bugün bu haldeysek o dönemki ekonomi politikaları nedneiyle. Bit pazarından nimet üretmeye çalışmayın. Bunlar bit pazarına gitse pazar bunları kabul etmez. AKP dediğiniz zam hükümetidir. Başka bir şey bilmezler. Bu krizin bütün faturasını halka yüklemeye devam ediyorlar. Yoksulluğu halka dayatarak, kendileri şatafat içinde yaşıyorlar. Doğayı, tarihi yok ediyorlar. Emeğin sömürüsünü inşaatlarda görmeniz mümkün. 17 yıldır sorun ürettiler, şimdi artık bu sorunların üzerinden çözüm üretecekleri algısı yaratıyorlar. Bu mümkün değil.
Merkez Bankası'nın ihtiyat akçesine göz koydular. Bütçe açığı 80 milyarı neredeyse yakalamış durumda. Merkez Bankası akçesiyle bu açığı kapatarak, taşıma suyla değirmeni çevirmeye çalışıyorlar ama değirmende buğday yok. Bunların Türkiye'ye vereceği bir şey yok.
G-20'de bir araya gelip silah ticareti konuştular. Sana bu silahları satıyorlar, sen de bunları almak zorunda kalıyorsun. Dış politikan yok, ekonomi politikan yok ve bunları emekçilere ödetiyorsun. Ekonomi o kadar kötüye gidiyor ki gelecekte G-20 de bunları kabul etmeyecek. Etmesin, zaten bu G-20 dağıtılsın. Dünya halkalrının mağduriyetini yaratan işte bu G20. dünyada sömürüyü derinleştirmek istiyorlar. Bunun bedelini Ortadoğu halkları ödüyor. Bu G20 zihniyetine karşı Ortadoğu halkalrıyla barış mücadelesini yükseltmeliyiz.
23 Haziran'da İstanbul'da bir demokrasi referandumunu ortaya koyduk. Ortaya bir seçenek koyduk. Dedik ki bu barış ve demokrasi seçeneğidir. Başarılı olduk 31 Mart'ta. Bunu hazmedemeyenler her yerde bize adaletsizliği dayatmaya devam ettiler. Arkadaşlaırmızın mazbatalarını ellerinden aldılar. En sonunda gelip İstanbul'a da kayyım atadılar. Biz bunlara dedik ki bizde kayyım alerjisi var, kayyım atarsanız gelip süpürürüz. Öyle de yaptık. İstanbul'da seçimi bir referanduma çevirdik.
Bu Türkiye siyasetinde umudun büyümesidir. Artık Türkiye siyaseti yarını konuşmak zorundadır. Yeni bir siyaseti var etme zamanıdır. Bunun yolunu İstanbul'da açtık. İstanbul bir emekçi şehri. İstanbul'da büyük bir itirazı emekçilerle birlikte yaptık. Kadınların, Kürt halkının itirazını örgütledik. Omuz omuza faşizme karşı mücadelemizi büyütüp bu faşist bloka istanbulda bir darbe vurduk. Barış ve özgürlüğün yolu açıldı. Şimdi demokrasi ittifakıyla birlikte bu yolda yürümeye devam etmeliyiz.
Tüm Türkiye halklarına dedik ki bu uydurma cumhurbaşkanlığı sistemi içinde Türkiye tecritleştiriliyor. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle Türkiye krizlerle boğuşuyor ve bu krizlerden bu sistemle çıkılamaz. O zaman bir seçenek yaratmalıyız. Bu seçim seçenek yaratma gücünün açığa çıkarılmasıydı. Bunu da başardık. Bu sistem rehabilite edilemez. Bu partili cumhurbaşkanlığı sistemi çoğulculuğu yok sayan, farklılıkları birbirine düşman eden bir anlayış. Bu anayasa bir cunta anayasası. 17 kez değişikliğe uğramış. Bu anayasa halkların, toplumun anayasası değil. 5 generalin oturup dayattığı bir anayasadır. Şimdi bu anayasadan yararlanıp cumhurbaşkanlığı sistemini yaratanlar toplumsal barışı dinamitledi.
Bu tek adam rejimi bir çöküştür. 'Bu sistemle uçacağız' dediler. Yamaç paraşütü yapıp paraşütsüz atlamaya benziyor bu. Yolsuzluk, yoksulluk, haksızlık, adaletsizlik her yeri sarmalamıştır. Buradan çıkışı hep beraber bulmalıyız. Özellikle son 1 yılda yaşadıklarımızdan önemli dersler çıkarmalıyız. Ders çıkarmayanlara 31 Mart'ta da 23 Haziran'da da bir ders verdik. Ön yargılardan kurtulmak zorundayız, bir müzakere zeminini yaratmak zorundayız. Bunu da bütün toplumu çağırarak, bunu parlamentoya sıkıştırmadan yapmalıyız. Tüm halkları, partileri, sendikaları, kadınları bu müzakere zeminine çağırıyoruz. Bu müzakere faşizme karşı mücadeledir. Tüm toplumsal kesimler yan yana gelsin. Bir toplumsal sözleşmeyi var edelim. Bugün demokratik anayasa zemininde uzlaşmak demokrasi adına barış adına atılabilecek en güçlü adımdır. Bunun için yan yana gelmeli, anayasayı bizzat biz yapmalıyız. Türkiye halkları olarak ortak vatanda bir arada yaşama iradesine sahip olan bizler bu anayasayı yapalım. Ancak o zaman bu krizlerden çıkabiliriz. İşsizliğe, yoksulluğa, zulme o zaman son verebiliriz. Eğer yan yana gelemezsek bu ceberrut anlayış bu düşmanlıktan beslenmeye, yoksulluğu bize dayatmaya devam edecek.
Bu demokratik anayasa mücadelesini verirken de geçmişin vesayetine düşmemeliyiz. Yerel demokrasi, radikal demokrasi büyük önem taşımaktadır. Bu anayasada emekçiler halklar, kendini anadiliyle ifade edebilen halklar olmalı. Bunu başarmak için şimdi harekete geçme zamanı. Türkiye'de atacağımız bu adım dünya ve Ortadoğu için deönemli olacak. Bu savaş politikalarından yeterki hep birlikte kurtulalım.
Anayasa yapma süreci kadar önemli olan bir diğer husus da yargı. Yargı refotmu açıklandı, hala adım atılmasını bekliyoruz. Cezaevlerinde fikrinden dolayı tutulan hocalarımız, arkadaşlarımız, gazetecilerimiz var. Yargı tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmiştir. Bir an önce partiler bir araya gelmeli ve toplumun beklentilerini karşılamalı. Hızla bu sorumluluk yerine getirilmeli. En başta da terörle mücadele kanunu ve cumhurbaşkanına hakaret yasasının lağvedilmesi lazım."
© Tüm hakları saklıdır.