Kültür-Sanat

Hasretinden prangalar eskittik

‘Hasretinden Prangalar Eskittim’in unutulmaz şairi Ahmed Arif’i yirmi yıl önce hayatını kaybetti.

02 Haziran 2011 03:00

T24 - ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’in unutulmaz şairi Ahmed Arif yirmi yıl önce hayatını kaybetti. Şair Refik Durbaş'ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan (2 Haziran 2011) yazısı şöyle:






Hasretinden prangalar eskittik


Kendi hikâyeleri kadar çevrelerinde yarattıkları hikâyeler ile de var oluyor büyük şiirler. Bugün hem kendisinin hem de şiirinin hikâyesi olan kaç şair, böylesi kaç şiir var? Bu yüzden değil mi, her geçen gün seni daha da çok özlüyoruz Ahmed Abi…

Yoklayın bakalım gençlik günlerinizin hafızasını. Gençseniz, gençliğinizin anılarını tazeleyin. Yaşlı iseniz bırakın akıp gitsin günlerin azgın ırmağı hayatınızın mümbit toprağından...

Mevsimlerin ırmağı, gençliğinizin ovalarından, orta yaşlılığınızın vadilerinden, ihtiyarlığınızın dağlarından sızarken en çok hangi şiirlerden tat alırdınız?

Ve düşünün, bu lezzetteki şiirler, hikâyesi olanlar değil midir? Kendi hikâyesi ile birlikte şairinin de hikâyesini bağrında taşıyanlar...

Bugün “Hasretinden Prangalar Eskittim”in unutulmaz şairi Ahmed Arif’in 20. ölüm yılı.

Ahmed Arif’i 20. ölüm yılında yâd etmenin vesilesiyle şiirin “hikâye”sine getirmek istiyorum sözün pusulasını... Dolayısıyla onun “Otuz Üç Kurşun” başlıklı şiirine...

Üstadın “Otuz Üç Kurşun” şiiri, 60’lı yıllarda “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinde yayımlanmıştır. Aradan birkaç yıl geçmiştir ve Ahmed Arif, Ankara’da bir gazetede çalışmaktadır. Bir gün ziyaretine, Türkiye Öğretmenler Sendikası üyesi bir felsefe hocası gelir. Günün olaylarından konuşurlar. Laf arasında üstat, “Bırakın bu siyaset işlerini, evlenin çoluk çocuğa karışın” diyecek olur.

Bunun üzerine felsefe hocası şu hikâyeyi anlatacaktır:

“Hapisten çıktık, bizim evde oturuyoruz 7-8 arkadaş. Olayları konuşuyoruz işte. Anam da bırakın bu işleri diyor senin gibi. Arkadaşlardan biri, bak ana dedi, sana bir şiir okuyayım. Ve başladı senin ‘Otuz Üç Kurşun’ şiirini okumaya. Anam ne dedi biliyor musun? Girin ulan, hepiniz hapse girin. Ben hepinize bakarım.”

Ahmed Arif, daha sonra bu olayı şöyle yorumlayacaktır:

“Tabii ben bunu dünyada düşünemezdim. Bu, hayat ile şiirin iç içe olduğu bir durum işte...”

Hayatının bir hikâyesini de üstadın bizzat kendisi anlatsın:

“Ankara’dan beni iki komiser, dört polis götürdü. Serçe kadar canım vardı. Boğazımda kanama vardı. Hastaydım. Ekmek çiğneyemez, yemek yiyemezdim. Zaten zayıf bir çocuktum, büsbütün zayıflamışım. İşte böyle bir günde götürdüler beni...

Trenle gidiyoruz. Kompartımanda bir teyze ile bir amca var. Amca galiba demiryolu emeklisi... Yanılmıyorsam kızlarına gidiyorlar. Bir de ben ve dört görevli... Polislerin kocaman tabancaları var, neredeyse dizlerine ulaşacak... Teyze ile konuşuyorlar. Polisler, ‘Koyun tüccarıyız, Erzurum’a gittik, hayvan aldık, İstanbul’da satacağız’ falan diyorlar. Teyze yutmadı tabii... Bu arada da psikolojik bir terör var. Polisin biri gazete okuyor, bir yandan da konuşuyor: ‘Adamın dişinin altına cereyan veriyorlar. Işıklı odaya bir girdi mi hali dumandır.’

Ben hem polisi dinliyor, hem işkenceyi düşünüyorum. Aklıma Fontamara geliyor, Çan Kay Şek’i öldürmek için kendisini arabanın altına atan Çen geliyor. Çen de benim gibi bir felsefe öğrencisi... Kendimi onunla ölçüyorum. Ona göre benim durumum daha iyi...

Bu arada polisler horlamaya başladı. Bunun üzerine o teyze fısıltıyla bana sordu: ‘Oğlum nedir halin?’ Şimdi cevap olarak ne diyeyim? Siyasi desem olmaz, üniversite öğrencisi, o da olmaz... Eylemci desem, sosyalistim desem... Tutmayacak... O kadıncağıza bunlar ne ifade edecek?

Müthiş bir sıkıntı çektim 5-10 saniye... Birden ‘Sevdadır bu teyze’ deyiverdim. Nasıl aydınlandı kadıncağızın yüzü... Beni kucaklayıp öpmek istedi. Bir sevgili, bir anne gibiydi. Ömrümce böyle bir anneye, bir ablaya hasret kaldım.

Çıkınını açtı, para vermek istedi bana. Almadım. Cebimde de beş liram var. Keşke alsaydım, ama çok utandım. O da garip...” (Refik Durbaş: “Kalbim Dinamit Kuyusu”, Cumhuriyet Kitapları)

Diyeceğim, kendi hikâyeleri kadar, çevrelerinde yarattıkları hikâyeler ile de var oluyor büyük şiirler... Ve hikâyesi olan şiirler yaşıyor.

Sahi, bugün hem kendisinin, hem şiirinin hikâyesi olan kaç şair, böylesi kaç şiir var?

Bu yüzden değil mi her geçen gün, seni daha da çok özlüyoruz Ahmed Abi...


HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM  

   Seni, anlatabilmek seni.
   İyi çocuklara, kahramanlara.
   Seni anlatabilmek seni,
   Namussuza, halden bilmeze,
   Kahpe yalana.

   Ardarda kaç zemheri,
   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
   Dışarda gürülgürül akan bir dünya...          
   Bir ben uyumadım,
   Kaç leylim bahar,
   Hasretinden prangalar eskittim.
   Saçlarına kan gülleri takayım,
   Bir o yana
   Bir bu yana...

   Seni bağırabilsem seni,
   Dipsiz kuyulara,
   Akan yıldıza,
   Bir kibrit çöpüne varana,
   Okyanusun en ıssız dalgasına
   Düşmüş bir kibrit çöpüne.

   Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
   Yitirmiş öpücükleri,
   Payı yok, apansız inen akşamlardan,
   Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
   Seni anlatabilsem seni...
   Yokluğun, cehennemin öbür adıdır
   Üşüyorum, kapama gözlerini...