T24 - Milliyet gazetesi yazarı Hasan Pulur, geçtiğimiz hafta kaybettiği oğlu Korkut Bulut'un ardından Milliyet gazetesinden Miraç Zeynep Özkartal'a konuştu. Oğlu Korkut'un hastalandığı dönemden neler hissettiğine kadar birçok konuda duygularını anlatan Pulur, oğlunun başından geçen evlilikler hakkında konuşurken, "Ölümünden 10 gün önce hastanede ben evlendirdim onları (Korkut'un boşandığı eşi Cavidan'la). Nikah hastanede, Korkut tekerlekli sandalyedeyken yapıldı. Nasıl sevgiyle, şefkatle baktı Korkut’a bilemezsin; hep o vardı yanında" dedi.
Milliyet gazetesinde Miraç Zeynep Özkartal'ın "Meral iyi ki yaşamıyor, bu acıyı görmedi" başlığıyla yayımlanan (29 Ağustos 2010) yazısı şöyle:
Meral iyi ki yaşamıyor, bu acıyı görmedi
Bazı söyleşiler zordur. Nereden başlayacağınızı, bilemezsiniz. Hasan Pulur ile konuşmak da zordu. Oğlu Korkut Pulur’u kaybedeli bir hafta oldu....
Üç yıl önce 50 yıllık eşi Meral Hanım’ı kaybettiğinde Ayşe Arman’a “Babamı da, annemi de kaybettim, başka sevdiklerimi de. Ama o acılarımı konuşacak hep biri vardı yanımda: Meral. Şimdi peki, onun ardından hissettiğim acıyı, kiminle konuşacağım, kiminle paylaşacağım...” demişti. Şimdi ise onunla paylaşmak istemediği, ona ne kadar ağır geleceğini hesap edip “İyi ki yok” dediği bir acıyla karşı karşıya.
Oğlunun ardından köşesinde şöyle yazdı: “Dilimize takılmış bir laf var: Acıyı veren, sabrı da verir. Madem öyle, bekliyoruz.” O sabrı beklerken Hasan Pulur’un yanında olmak, acısını paylaşmak için yapıldı bu söyleşi. Dilerim bir anlık da olsa teskin etmiştir.
Oğlunuzu kaybettikten sonra herkesi vuran bir yazı yazdınız. Çok mu zordu acınızı yazmak?
Yazmak istemedim aslında. Korktuğum şuydu, evladını kaybeden bir babanın duygularını, duygu sömürüsüne çevirmeyelim. Oturdum düşündüm, yazayım mı yazmayayım mı... Sonra “Yaz Hasan” dedim, “Herkes nelerini yazıyor. 50 sene sonra bir kere de kendinden bahset.” Yazdım, asistanım Oya’ya verdim. “Ağlattınız” dedi. Yazı yayımlandıktan sonra da herkes böyle söyledi, buna üzüldüm. Kimseyi ağlatmak için yazmadım çünkü.
Yazınızda Fethi Naci’nin “Ölüm yaşanmıyor ki” sözüne karşılık “Evlat acısı öyle bir yaşanıyor ki” diyorsunuz.
Yaşanıyor, kurşun gibi kalıyor akciğerde. Çıkmıyor. Hani savaşlara katılan insanların 40 yıl sonra ciğerinde mermi çekirdeği bulunur ya, öyle bir şey.
Nasıl bir baba oğuldunuz?
Artık iki arkadaş olmuştuk. Onun evlilik maceraları bizi biraz üzerdi. Almanya’da evlendi, iki çocuğu oldu. Tipik bir Almandı ilk gelin. Hâlâ da çok sevdiğim, Korkut’u da çok sevdiğine inandığım biridir. Küçük oğlum Bülent’e mesaj göndermiş, “O benim ilk ve en büyük aşkımdı” diye. Sonra Korkut Türkiye’ye döndü, Cavidan’la birlikte oldu. Ayrıldı, başka bir kadınla evlendi. O kadın tam ‘bu işten ne kazanırım’cı çıktı. Ölüm döşeğinde bile icrayla uğraşıyordu boşanma tazminatı için. Sonra tekrar Cavidan’a döndü.
Evlendiler mi?
Ölümünden 10 gün önce hastanede ben evlendirdim onları. Nikah hastanede, Korkut tekerlekli sandalyedeyken yapıldı. Nasıl sevgiyle, şefkatle baktı Korkut’a bilemezsin; hep o vardı yanında.
Oğlunuzun hastalığı ne kadar sürdü?
14 ay. Mide kanseri teşhisi kondu. Mideyi aldılar, dalağı, pankreası... Ama olmadı. İlk altı ay iyi gitti. Kerata yine gizli gizli sigara içiyordu. Fakat sonra yutkunamamaya başladı, serum gibi ilaçlarla beslendi. Son dönemde tutturdu, “Beni evime götürün” diye. Evde vefat etti.
Size hastalığını nasıl anlattı?
Hep midesi rahatsızdı. Sonra Cavidan’la ikisi bir doktora gitmişler. Doktor “Sen beş seneden fazla yaşamazsın” demiş. Geldi bana anlattı.
Onu bırakmak istemedim
Ne oldu o anda size?
Ne olabilir? Gene de bir umut vardı, yaşadığı sürece... Şimdi umut yok ki. Hele ki son günlerinde artık kemik üzerine deri sarılmış bir haldeydi. Hastaneden bir teklif getirdiler; oksijeni, beslenmeyi keselim dediler... “Katiyen” dedim, “Doğal seyrine müdahale etmeyeceğim.” Onu bırakmak da istemedim.
Nasıl aldınız kötü haberi?
Gece 23.30’da vefat etmiş. Ben evdeydim. Bülent’e telefon etmişler. Ben de televizyon başında uyukluyordum. Birden kapı açıldı, karşımda Bülent. “Maalesef kaybettik baba” dedi.
Bir süredir bekliyordunuz bu haberi... Alışılıyor mu?
Çok karışık duygular... Zaman zaman o halini görüyorsun, kurtulsa diye düşünüyorsun. Ama gelip “Oksijeni keselim mi?” diye sorduklarında “Dayanamam” dedim. Dayanamazdım. Yine de, insan kendini hazırlıyor.
Nasıldı beklemek, nasıl dayandınız?
Her sabah erken veya günün belirsiz saatlerinde çalan telefonlar bana hep kötü haberi anımsatıyordu. Çünkü Meral’in de haberi öyle gelmişti. Ben her sabah arardım Korkut’u. Ne oldu biliyor musun? Telefonu karısındaymış, kız da geçen gün beni o telefondan aradı. Ekranda Korkut çıktı. Düşünebiliyor musun? İki gün önce gömdüğüm çocuk, ekranda adı çıkıyor.
Eliniz hâlâ gidiyordur telefona.
Son iki ay boyunca her sabah nöbet tutar gibi ya telefon ettim ya da geçerken uğradım Korkut’a. Geçen sabah elim telefona gitti. Korkut’u arayayım dedim ve durdum. Kendimi çok az ağlar sanırdım, meğer az sulugöz değilmişim.
Eşiniz Meral Hanım yaşasaydı...
İyi ki yok, bu acıyı görmedi. Korkut onun ‘sevgili’ oğluydu, hep takılırdık Bülent’le. Annesinin yanına gömdük oğlumu. Ölürdü Meral bu acıdan, görmediğine seviniyorum.
“Bugüne kadar hiçbir şey istemedim, şimdi hiç değilse sevginizi verin bana”
Kaybınızdan sonra birçok taziye yazısı yazıldı, dört bir yandan mesajlar da geldi. İyi geldi mi bunlar?
Üç dosya e-mail geldi, çoğunu tanımıyorum bile. Hıncal Uluç ile Hasan Cemal bana kendi kendilerine darılmışlardı. Hıncal cenazeye geldi, Hasan Bodrum’dan aradı.
Sarıp sarmaladı herkes sizi.
Bu bir test oluyor insana. Demek ki sarıp sarmalanacak bir adammışım. Dostlarının ve tanımadıklarının gösterdikleri yakınlık güçlendiriyor insanı. Hıfzı Topuz, Ali İhsan Göğüş, Bedii Faik geldiler cenazeye, çok duygulandım. En kötüsü ise geceler... Meral’den beri o gece yalnızlığını çekiyorum. Şimdi de Korkut’u düşünerek geçiyor geceler.
Dikkat ettiniz mi ki özellikle genç kuşak yazarlar “Yalnız değilsiniz” dediler yazılarıyla.
Ayşe Arman, Balçiçek Pamir ve Pakize Suda çok güzel yazılar yazdılar. Ben de bunu Ayşe’ye söyledim, o da üçümüz size ziyarete geleceğiz diye yazdı köşesine. Bunun üzerine başka bir kadın yazarımız telefon etti bana, çok alınmış ondan neden bahsetmedim diye. “Eee siz yazmadınız ki...” Bana dedi ki, “Yarım sayfa e-mail çektim.”
Yazınızdaki soruyu tekrarlayabilir miyim? Evlat acısı yaşarken insan mutlu olur mu?
Oluyor. Senin gelip şurada konuşman dahi beni mutlu ediyor. Ummadığın birileri arıyor, acını paylaşıyorlar. Şimdiye kadar da hayatta kimseden emeğimin karşılığından başka bir şey istemedim. “Bu benim hakkım” diyorum, “Bugüne kadar hiçbir şey istemedim, şimdi hiç değilse sevginizi verin bana.”