Gündem

Hasan Karakaya: Gülen 'rant' söz konusu olduğunda nasıl hırçın olduğunu gösterdi

Hasan Karakaya AKP ve cemaat arasında giderek büyüyen dershanelerin kapatılması tartışmasını yazdı

21 Kasım 2013 18:42

Yeni Akit gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya, AKP ve Gülen cemaati arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları sonrası daha da büyüyen dershanelerin kapatılmasına ilişkin yasa tasarısı polemiğinde Gülen'i suçlayarak "okulları, dershaneleri, STK’ları ve medyası ile büyük bir güç haline gelen Cemaat, "rant" sözkonusu olduğunda, nasıl herkesi satabileceğini, Gülen ise nasıl hırçın olduğunu göstermiştir!.." ifadelerini kullandı.

Karakaya yazısında cemaatin menfaat üzerine hareket ettiğini öne sürerek, "Cemaat ile yola çıkmak, onunla bir iş tutmak istiyorsan, asla nasırına basmayacak ve katiyen menfaatine dokunmayacaksın!.. Nasırına basar, menfaatine dokunursan, ne hoşgörü kalır ortada, ne de diyalog!" dedi. Gülen hakkında ise, "hiç kimse, Hocaefendi’nin; Firavun... Karun... Diktatör ve tımarhanelik deli sözlerini tevil etmeye çalışıp da, bunların genel bir konuşma içinde geçtiğini, Hocaefendi’nin bir elbise gibi ortaya koyduğu firavun misalinin maksatlı olarak çarpıtıldığını iddia etmesin!.." diye söyledi.

Yeni Akit gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya'nın yazısı (21 Kasım 2013) şöyle:

 

Dershane tartışması... Maskeler düştü, çehreler göründü!

 

 

Malûm, Matematik’te “dört işlem” vardır... “Toplama, çıkarma, çarpma ve bölme” işlemleri yapıldıktan sonra, bir de sonucun “doğru” mu, “yanlış” mı olduğunu test etmek için, “sağlama” yapılır.

5’ten 3’ü çıkardın mı 2 kalır...
2 “çıkan”dır,  3 ise “çıkarılan...”
İşte, “çıkan” ile “çıkarılan”ı toplamak, “sağlama”dır... Sonuç 5 çıkacağına göre, demek ki, işlem “doğru”dur.
“Dört işlem”den hareketle, gelin; son günlerin “tartışma konusu” olan “dershaneler” meselesine gelelim ve neticenin “doğru” mu, “yanlış” mı olduğunu anlamak için bir “sağlama” yapalım...
Bakanlar Kurulu’nun Pazartesi günü yaptığı “7 saatlik toplantı”dan sonra, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın yaptığı; “Etüd merkezleri ve okuma salonlarının kapatılması söz konusu değil... Dershaneler konusunda halka yanlış akseden konuların ele alınması ile birlikte paydaşlarla birlikte bu konunun tekrar ele alınmasının yerinde olacağı konusunda görüş birliğine vardık” şeklindeki açıklamadan sonra, konunun “tartışma zemininden çıkacağını” umuyoruz.
Ama yine de, bu tartışma; “maske”lerin inmesi, “gerçek çehre”lerin ortaya çıkması açısından son derece faydalı oldu...
Hani, “berber”e giden adam, “saçım ak mı, kara mı?” diye sorunca, berber; “Biraz sonra önüne düşünce görürsün” demiş ya, bu da öyle bir mesele...
Gördük... Kimin saçı “ak”tır, kimin “kara”dır, çok iyi gördük...
“Hükümet” açısından da gördük, “Hocaefendi” açısından da gördük, “Zaman gazetesi” açısından da gördük... Elbette; “işadamları, STK’lar ve gazeteler” açısından da gördük.

Nasırına basma

Çok iyi gördük ki;

“Okul”ları, “dershane”leri, “STK’ları” ve “medya”sı ile “büyük bir güç” haline gelen Cemaat, yeri geldiğinde “Hükümet’e isyan” edebileceğini, “rant” sözkonusu olduğunda, hele hele “nasır”ına basıldığında, “herkesi satabileceğini” göstermiştir!.. “Hakaret”lerin yanı sıra, “oy vermeyebiliriz” açıklamaları, ne yapabileceklerinin işaretleridir...
Ortaya çıkmıştır ki;
“Cemaat” ile yola çıkmak, onunla bir iş tutmak istiyorsan, asla “nasır”ına basmayacak ve katiyen “menfaat”ine dokunmayacaksın!..
“Nasır”ına basar, “menfaat”ine dokunursan, ne “hoşgörü” kalır ortada, ne de “diyalog!”
“Hakaret”ler de cabası!..

Hükümetin sağduyusu

 

Olaya “hükümet” cephesinden bakacak olursak; birileri, Bülent Arınç’ın sözlerinden hareketle, “dershane” konusunda bir “geri adım” atıldığını düşünebilir...

Ama, “dersaneleri kapatma” girişiminin taa 2008’den bu yana gündemde olduğunu unutmamak gerekir...
Hükümet, her girişim esnasında “eksiklikler” olduğunu gördü ve “uygulama”yı erteledi.
Öyle sanıyorum ki;
Son “taslak”ta da eksiklik ve yanlışlıklar görüldü... Bunların “paydaşlarla görüşülerek” halledilmesi konusunda bir “kanaat” belirmiş olmalı ki, uygulama yine ertelendi...
Ama, bu “erteleme”ye bakıp, hiç kimse dershane konusunun “gündemden kalktığını” düşünmemelidir.
Bugün değilse yarın, konu yeniden gündeme gelecektir.
Kabul etmeliyiz ki;
Hükümet, bu son süreçte son derece “sağduyulu ve itidalli” davranmış, bütün “saldırgan” ifadelere karşı “kardeşlik hukukuna riayet” etmiştir.
Hükümet, bütün “yıpratma kampan-yaları”na rağmen, hiç “üslub”unu bozmamış, “öfke, hınç ve histeri nöbeti”ne girmemiştir!.. Eğer, Hükümet; konuyu “teknik” düzeyde tutmasaydı, “kavga” çok daha sert olurdu!..

Hocaefendi'nin hırçınlığı

Aynı durum, Fethullah Hocaefendi için maalesef geçerli değildir... “Diyalog ve hoşgörü timsali” olarak gösterilen Hocaefendi’nin, “menfaat” sözkonusu olduğunda nasıl “hırçın”, nasıl “öfkeli” ve nasıl “agresif” olabileceği “dershane olayı”nda görüldü!..

Her şey yolunda iken “yüzüne güldüğü” insanlara, “rant” sözkonusu olduğunda nasıl “hakaret” edebileceği ortaya çıktı...
Hiç kimse, Hocaefendi’nin; “Firavun... Karun... Diktatör ve tımarhanelik deli” sözlerini “tevil” etmeye çalışıp da, bunların “genel bir konuşma” içinde geçtiğini, Hocaefendi’nin bir “elbise” gibi ortaya koyduğu “firavun” misalinin “maksatlı olarak çarpıtıldığını” iddia etmesin!..
Hocaefendi, bu misali “her zaman” veriyorsa, “iddia sahipleri”ne sormazlar mı; “Bu misali, dersaneler haberinin içine yerleştiren kimdir?..”
Bu “elbise”nin, “dershane gardıro-bu”nda ne işi var?.. “Elbise”yi kim koydu oraya?.. “Hocaefendi” değilse, “Hocaefendi’nin sitesi”ni yöneten “başka birileri” mi var?.. Yoksa, “Ergenekon” oraya da mı sızdı?..
Bu söz, “konusu ve zamanlaması” itibariyle “vahim”dir ama o sözü “konuşmanın içine monte eden” birileri varsa, durum “çok daha vahim”dir!..
“Dershane tartışması” bazı “STK temsilcileri”nin ve “işadamları”nın da nerede durduklarını ortaya koydu...
Bazı STK temsilcileri ve işadamları o kadar “ortadan” konuştular, “don lastiği” gibi her tarafa çekilebilecek öyle “muğlak” demeçler verdiler ki; aynı konuşma Zaman’da ayrı yorumlandı, başka gazetelerde ayrı!..
Kimi “vicdan”ının sesine kulak verdi, kimi de “cüzdan”ının!..

Erdoğan'ı yalnız bıraktılar

Başbakan Tayyip Erdoğan, dün ATO Kongre Merkezi’nde düzenlenen “3. Sanayi Şurası”nın açılış töreninde diyordu ki;

“Bir süredir çözüm süreci adını verdiğimiz yeni bir dönemi yaşıyoruz. Esasen iktidara geldiğimiz andan itibaren biz bu süreci başlattık, 11 yıl boyunca süreci adeta ilmek ilmek dokumaya çalıştık. 11 yıl boyunca hep yalnız bırakıldık.
Sadece siyaset değil, muhalefet değil, sivil toplumu, iş dünyasını, üniversiteleri, medyayı da gerektiği kadar yanımızda göremedik... Eğer bu katkı daha yaygın, güçlü, kararlı şekilde yanımızda olsaydı inanın Türkiye son bir yıldır yaşadığı bu güzel tabloyu çok daha erken yaşamaya başlardı... Bu mesele daha erken çözülebilseydi belki ekonomi 3 kat değil, 4 kat değil, 5 kat büyüyecekti, yatırımlar belki de 5 kat değil, 10-15 kat artacaktı. Bu mesele tam olarak çözüldüğünde kazanan ben olmayacağım, biz olacağız... Bu mesele tam olarak çözüldüğünde kazanan ben olmayacağım, biz olacağız.”
Gördüğünüz gibi;
Başbakan Tayyip Erdoğan, 11 yıl boyunca “yalnız bırakılmak”tan şikâyet etmektedir.
Peki; “Muhalefet, STK’lar, iş dünyası, üniversiteler ve medya” sadece “Çözüm Süreci”nde mi “yalnız” bırakmışlardır Erdoğan’ı?..
“Gezi Zekâlılar” tarafından başlatılan “Gezi eylemleri”nde ve şu son “Dershane tartışmaları”nda, yanında mı olmuşlardır?..
İşte gördük;
Birçok kişi ve kuruluş, “eski söylediklerini inkâr etme” pahasına, birden bire “dershaneci” oluverdi!..
Bana öyle geliyor ki;
“Gezi eylemlerine destek” verip, “Hükümet’i yıpratma” amacı güden “Siyasîler”in, “STK’lar”ın ve “bazı medya organları”nın “dershane” konusunda takındıkları tavır da, “Gezi’dekinden farklı” değildir... Amaç, yine “Hükümet’i yıpratmak”tır!..

Bahçeli ve Kılıçdaroğlu

Buyrun, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına bir bakalım...

Devlet Bahçeli, bir yandan “dershaneleri kapatmak, bizim projemizdir” derken, bir yandan da “dersaneler kapatılmamalı” dedi mi, demedi mi?..
Bu ne perhiz, bu ne turşu?..
Amaç “Hükümet’e muhalefet” olunca, böyle “saçmalık”lar oluyor işte!..
Ya, CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’na ne dersiniz?..
“Solcu”sundan “Sosyal Demokrat”ına, “Sosyalist”inden “Marksist ve Komü-nist”ine kadar, siz hiç “paralı eğitim”i, dolayısıyla “para”nın konuştuğu “dershane” ve “özel okul”ları savunduğunu gördünüz mü?..
Peki, Kemal Kılıçdaroğlu da aynı yolun yolcusu olduğu halde, niye “dershane savunucusu” kesildi başımıza?..
Zannetmeyin ki, derdi “dershaneler”dir... Onun da tek derdi, “Hükütet’in yıpranma-sı”dır!..
Yoksa, “dershane”den, “mershane”den hiç anlamaz... Hatta, “hane”den de hiç anlamaz... Anlasaydı; adres gösterdiği “hane”yi kaydettirir, o bölgede oy kullanırdı!..
“Hane kaydı” yaptırmadığı için “oy” bile kullanamayan bir adam, bugün kalkmış “dershane”leri savunuyor!..
Sen ne anlarsın “dershane”den, sen “Kâğıthane”ye bile “Kâğıttepe” diyen adam değil misin?..
Bugün “dershane” diyorsun ama, yarın “derstepe” demeyeceğin ne malûm?!?..

Hoca olarak başımızın tacı

Uzun lâfın kısası; şu son tartışmada, herkesin “durduğu yer” belli oldu... Kime “güven” duyulacağı, kime “güvenilmeyeceği” de ortaya çıktı... Ve, “kimin ipiyle kuyuya inilmeyeceği” de anlaşıldı...

Ama, yine görüldü ki;
Hocaefendi, bu tartışmada bir “Hoca” olarak değil de, maalesef “siyasî ve ticarî bir figür” olarak ortaya çıkmakla, “hayatının hatası”nı yaptı ve “ağır yara” aldı... Çünkü bu ülkenin insanları, onu “Hoca” olarak seviyordu, “siyasî ve ticarî bir figür” olarak değil!..
“Dershaneler” üzerinden “Hükümet’i yıpratmayı” amaçlayanlar, aslında “Hocaefendi’nin imajı”nı yıprattılar!..
Bu ülkenin “mütedeyyin” insanları, “İslâmcı” bilinen insanları, “Hocaefendi’ye dokundurtmaz, ona toz kondurtmazlar”dı!..
Ama, “dershane tartışması” ile birlikte, Hocaefendi’ye de dokunuldu ve artık o da tartışılmaya başlandı!..
Hem de, “söylenti” şeklinde değil, “yüksek sesle!”
Hocaefendi’nin;
“Bu müesseseler milletin eseri... Yeter ki millete hizmet etsin ama kapanmasın, heder olmasın... Allah’ın lütfettiği bu kurumları kim yönetirse yönetsin ama millete hizmet etmeye devam etsin. Allah biliyor ki, ‘biz idare edelim’ hırsımız yok; muradımız hizmetlerin garazlara kurban edilmemesi” şeklindeki sözleri, bilesiniz ki; kendisine yönelik “eleştiriler”in artmasından sonradır... Hocaefendi, bu sözleriyle “yıpranan imajını kurtarmaya” çalışmıştır ama, bence “çok geç” kalmıştır!..
Bu sözleri, “tartışmanın başında” söyleyebilseydi, “gönüllerdeki yer”ini koruyabilirdi...
Ama o gönüller, şimdi yaralı!..
Peki, sormayalım mı;
Bu tartışmada kim “doğru”dur, kim “yanlış”tır?..
Kazanan kim, kaybeden kimdir?..
Ben “dört işlem”i koydum ortaya...
“Sağlama”sını da siz yapın!..

Lafın aslını bil, sonra tartış!..

Malûm; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, geçtiğimiz Cumartesi günü, Diyarbakır’da bir “rüya”sını, bir “hayal”ini ve bir “özlem”ini dile getirip, “gelecek perspektifi” çizdiği konuşma, “genel af” tartışması başlattı.
Ne var ki; “tartışma”ya katılmak için, önce “söylenen söz”ü bilmek gerekir...
Erdoğan, Diyarbakır’da demişti ki;
“Allah’ın izniyle, milletin hayır duasıyla, Allah ömür verirse, inşaallah gelecek çok daha iyi olacak. Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun kucaklaştığını, bir olduğunu, beraber olduğunu, birlikte Büyük Türkiye, Yeni Türkiye olduklarını göreceğiz, hiç endişeniz olmasın.”
Hele söyleyin, bu sözlerde “genel af” mesajı var mıdır?
Çözüm sürecinin amacı silahların bırakılması ve terörün son bulması değil midir?.. Açık ve net; Başbakan, bu amaca ulaştıktan sonra nasıl bir Türkiye özlemi içinde olduğunu vurgulamaktadır, o kadar...
Demek oluyor ki; sözü “kulak”la dinleyeceksin, haberi “sağır ulak”lardan almayacaksın!..