Yaşam

'Hasan ağabeye...'

Can Dündar bugün köşesinden oğlunu yitiren meslektaşı ve ağabeyi olan Hasan Pulur'a başsağlığı diledi.

26 Ağustos 2010 03:00

T24- Geçtiğimiz günlerde Milliyet gazetesi yazarı Hasan Pulur, yakalandığı mide kanserinden oğlu Korkut Pulur'u kaybetti. Bunun üzerine pek çok meslektaşı köşesinden Kendisine başsağlığı diledi. Bugün de aynı gazeteden meslektaşı olan gazeteci yazar Can Dündar, Hasan Pulur'a başsağlığı diledi.


Can Dündar'ın Milliyet gazetesinde bugün (26 Ağustos 2010) yayımlanan yazısı şöyle:


Hasan ağabeye...


Dün sabah Hasan Pulur ağabeyin yazısını okuyunca diğer tüm yakıcı gündem maddeleri gözümde eridi gitti.
Kesif bir acı hissettim.
Ağı gibi, ağıt gibi, “evlat acısı gibi” kalbi yakan bir acı...
İçinde debelendiğimiz irili ufaklı dertlerin üzerine çıkıp “Onlar ne ki” diye haykıran bir acı...
“Allah sıralı ölüm versin” duasının manasını zihne zehirle kazıyan bir acı...
“Ondan, yasını paylaşacak bir eşi de esirgeyen Allah, dayanma takati versin” duasını peşine ekleyen bir acı...

* * *

Ne yazsak, ne söylesek Hasan ağabeyin kederini hafifletemeyiz; lakin o herkesten iyi bilir ki bu toprak, Harb-i Umumi’den beri, genç ölülerin kanı ve evlatlarını gömen ana-babaların gözyaşıyla sulanarak yeşermiştir.
Geçtiğimiz asrın başında o cepheden bu cepheye koşan, toprağını savunurken toprağa karışan genç neferlerden tutun da bu asrın başında uğursuz bir savaşta birbiriyle vuruşan delikanlılara kadar milyonlarca evlat sırasız gitmiştir.
Kim bilir kaç ana, çocuğunun mezarı başında “onu değil beni alaydın” diye isyan etmiş, kaç baba “ölsem de kavuşsak” diye iç çekmiştir.
Fakat yine sen hepimizden iyi bilirsin ki Hasan ağabey, tabiat kanununda açılan bu büyük gedik, Azrail’in bu büyük kural ihlali, hayatı tamamen anlamsız kılsa da bitirmiyor; hayat, yasla, ağıtla, gizli saklı gözyaşlarıyla da olsa devam ediyor.

* * *

Ne tuhaf bir nesiliz biz...
Şimdi say deseniz, 5 tane saadet şiiri sayamam; ama evladını yitirmiş ustalar bahsinde aklıma üşüşüveriyor yaralı örnekler:
Abdülhak Hâmid, Amerika’da yaşayan 46 yaşındaki oğlunun aylar önce öldüğünü, bir dostunun “başın sağolsun” demesiyle tesadüfen öğrenmişti.
Kendisi 85 sene yaşadı.
Âkif Paşa, daha beterini gördü; onun el kadar torunu öldü.
“Tıfl-ı nâzenÓnim unutmam seni/ günler aylar değil, geçse de yıllar/Telhkâm eyledi fırakın beni/çıkar mı hatırdan o tatlı diller” şiiri, o kederin mahsulüdür.

* * *

Yoksa Ümit Yaşar’ınki mi daha beterdi?

Şair, defalarca intihar teşebbüsünde bulunmuştu.
1973 senesinin 6 Haziran günü, 15 yaşında bir genç, Galata Kulesi’nden aşağı uçtu.
Ümit Yaşar’ın oğluydu.
Elinde şu not vardı:
“Baba, intihar öyle değil, böyle edilir!”
Bu ıstıraptan da geriye “Galata Kulesi” şiiri kaldı:
“Bir adam düştü galata kulesinden/ bu adam benim oğlumdu/ küçücüktü bir zaman/ kucağıma alır ninniler söylerdim ona/ ’uyu oğlum, uyu oğlum, ninni...’/ bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat./ 6 haziran 1973/ galata kulesinden bir adam attı kendini;/ bu nankör insanlara/bu kalleş dünyaya inat,/ şimdi yine bir ninni söylüyorum ona,/ uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat...”

* * *

Cenk Koray, oğlunun vefatından bir sene sonra yazabilmişti hislerini...
“Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi” sorusuyla başlayan yazı şöyle bitiyordu:
“Günler geçiyor aslanım! Eskiden nasıl üzülürdüm, ‘Zaman geçiyor, bir gün senden ayrılacağım’ diye... Şimdi her şey tersine döndü. Her geçen dakikayı, beni sana yaklaştırdığı için seviyorum.”

* * *

Hiçbir şeyin, hiç kimsenin evladın yerini tutamayacağını bilsem de Hasan ağabey, son yazındaki bıkkınlığı görünce, giden evladının yaşına yakın bir meslektaşın olarak “Bizleri evlat bil. Başımızdan eksik olma” demek geldi içimden...


Başsağlığı ve sabırlar diliyorum.