Gündem

'Hani cemaat sokağa çıkmayacaktı' diyenlere Zaman'dan cevap

'Bence doğrusu cemaat sokağa çıkmadı, cemaat sokağa çekildi'

20 Aralık 2014 15:57

ABD'nin Pensilvanya eyaletinde yaşamını sürdüren ve 14 Aralık operasyonları sonrası hakkında yakalama kararı çıkartılan Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen'e en yakın isimlerden olan ve kendisi de ABD'de yaşayan Zaman yazarı Ahmet Kurucan, Çağlayan Adliyesi'nde destek için bir araya gelen binlerce cemaat sempatizanlarını "sokağa çıkmalarından" dolayı eleştirenlere yanıt verdi. "Bence doğrusu Cemaat sokağa çıkmadı, Cemaat sokağa çekildi. Çekildi çünkü kendini müdafaa adına başka alan bırakılmadı" diyen Kurucan, "Bu aşamada Cemaat neden sokağa çıktı demenin, neden hakkınızı arıyorsunuz veya zulme boyun eğmelisiniz demekten hiçbir farkı yoktur" ifadelerini kullandı.

Kurucan'ın zaman-online.de'de "Hani biz sokağa çıkmayacaktık diyenlere" başlığıyla yayımlanan (20 Aralık 2014) yazısı şöyle: 

Meşhurdur; Nasreddin Hoca evine giren hırsıza gerekli tedbirleri almadığı için komşu ve arkadaşları tarafından suçlamaya tabi tutulur. Suçlamalar bir noktaya varınca Hoca dayanamaz ve sorar: “İyi de be yârenler; hırsızın hiç mi suçu yok?”

17 Aralık 2013 tarihinden bu yana hükümetin Cemaat’i açıkça düşman ilan ederek yaptıkları şeyleri görmeden “Nerede müspet hareket ilkeniz; neden sokağa çıkıyorsunuz?” diyenlere cevabım Nasreddin Hoca’nın o düşündürücü cümlesi: “İyi de be yârenler; hükümetin hiç mi suçu yok?”

Bakış açısı yanlış. O açı yanlış olunca elde edilen netice de yanlış oluyor. Bence doğrusu Cemaat sokağa çıkmadı, Cemaat sokağa çekildi. Çekildi çünkü kendini müdafaa adına başka alan bırakılmadı. Hitler Almanya’sında uygulanan living space/yaşam alanı politikası AKP’ye muhalif olan her kesime karşı adım adım uygulandı. Cemaat şu an itibarıyla mezkur taktiğin en son hedefi. Öncekiler ya mücadeleden vazgeçip seslerini kestiler ya da biat ederek hayatlarına yandaş olarak devam ediyorlar. Bu arada sayıları çok az da olsa hâlâ ârâf’ta duranların da olduğunu unutmamalı. Ayyuka çıkan zulümlere karşı sessiz pozisyonlarını devam ettirirlerse, sıra kendilerine geldiği zaman ne yapacaklar hep birlikte göreceğiz.

Ne zaman ve nerede çıktı Cemaat sokağa? İlki 2013 Ramazan Bayramı’nda yolsuzluk soruşturmasını yapan emniyet görevlilerine karşı düzmece delillerle yapılan ve vicdanları kanatan operasyonda. İkincisi ise 14 Aralık’ta TV dizisi senaryosu üzerine inşa edilmiş içi boş, her taraftan kumpas dökülen uydurma bir dava ile basın özgürlüğüne yapılan darbede. Pekala her iki süreçte sokağa çıktı da ne yaptı ve ne yapıyor Cemaat? Yaptığı bu şeyler müspet hareketin neresinde?

Müspet hareket bu Cemaat’in fikrî temellerini atan Bediüzzaman’ın yaklaşımlarına göre vazife-i İlahiye’ye karışmadan iman hizmetini yapmak, asayişi muhafaza ederek karşılaşılan musibetlere sabır ve şükürle mukabelede bulunmaktır. Bu zaviyeden bakalım; bir yıldan beri devam eden Cemaat’i şeytanlaştırma sürecinde hizmete gönül veren insanlar başlarına gelen musibetlere karşı Allah’a hiç şikâyette bulundular mı? Kaderi inkâr manasına gelecek bir tek cümleleri oldu mu? Haşa ve kella! Aksine “Beşer zulmetse de kader adalet eder.” deyip iç muhasebeye durdular. Rabb’ileri ile olan münasebetlerini yeniden gözden geçirdiler. Hizmet olarak kabullendikleri ve bugüne kadar yaptıkları her türlü faaliyeti yapmaya da devam ettiler. Asayişi dışlayan hiçbir taşkınlıkta bulunmadılar. Sabrettiler ve ediyorlar. Şükrettiler ve edecekler.

Maddi açıdan da hatalarını idrak sadedinde “Şu zaman şurada, bu zaman burada demek ki yanlış yapmışız” deyip özür dilediler. Bunun en son ve en net örneğini Ali Aslan Ahmet Şık için attığı tweet’te yaptı. “Lütfen hakkını helal et. Biz senin özgürlüğüne böyle sahip çıkmamıştık” dedi. Ben de attığım tweet’te aldığı özgürlükçü tavırdan dolayı Ahmet Şık’a teşekkür ve takdirlerimi ifade ettim.

Madem müspet hareket deniyor; bu zaviyeden bir de Hocaefendi’yi okuyalım. İslamî değerlerin içinde yaşanan şartlara bağlı olarak yeniden yorumu diyebileceğimiz müspet harekete Hocaefendi nasıl bir tanım getiriyor? “Benim yolum, hizmet metodum güzeldir duygu ve düşüncesiyle mesleğinin muhabbetiyle yaşaması ve asla gönlünde başkalarına adavete yer vermemesidir. Başkalarına karşı tahrip veya reaksiyoner bir şekilde hareket etmeyip daima tamir ve inşa ile meşgul olmaktır. Karanlığa sövme ile vakit geçirmeyip bir mum alıp ışık yakmaktır.”

Bu perspektiften bakalım sokaklarda yapılan protesto hareketlerine. Kökeni neye dayanıyorsa bilmiyorum ama şiddet-i zuhurundan gizli öfke, nefret, kin ve intikam duygularının yönlendirdiği kökten kazıma operasyonlarına karşı sesini çıkartma, başkalarına adavet etme midir, tahribe tahriple mukabele bulunmak mıdır yoksa haksız yere yapılan o adavete karşı kendini müdafaa mıdır? “Bir bardak su bile yok” diyerek senin yaşama hakkını bile elinden almak isteyen zalim ve ceberût bir anlayışa karşı temel insanî haklarını koruma uğruna bir mücadele midir? 30 Mart 2014 seçimleri öncesi bugünlerin yaşanacağını söylediğimiz zaman çokları abartıyorsunuz demişti. Netice ortada.

Yanlış yerden bakılıyor dedim. Evet, devletin tüm imkânları kullanılarak üzeri kapatılmaya çalışılan gerçekler, yapılan kumpaslar, kısa-orta ve uzun vadeli imha planları görülmüyor ve Cemaat neden sokağa çıktı deniyor? Bu aşamada Cemaat neden sokağa çıktı demenin, neden hakkınızı arıyorsunuz veya zulme boyun eğmelisiniz demekten hiçbir farkı yoktur.

Anladığım kadarıyla bu itirazı dile getirenler dini temel ekseninde meseleye yaklaşıyor, kendilerince fikirleri karıştırarak ayrı bir fitneye kapı aralamak istiyor. Madem dini temel arayışı içindeler; o zaman şu soruları soralım kendilerine ve cevap bekleyelim. Cemaat’in kendini müdafaa sadedinde demokratik hakkını kullanarak, asayiş sorunu çıkarmadan, içi boşaltılmış da olsa mer’i hukuk ve kanunlara göre hak araması yanlış ama devlet iktidarını elinde tutan Müslümanların bin bir türlü yalan, iftira ve hakaretleri, kumpas planlamaları ve uygulamaları doğru. Öyle mi? Hangi din, hangi ahlak, hangi vicdan ve hangi kriterler buna cevaz verir? Asıl cevaplanması gerekli olan soru bu değil mi?

Bir başka soru daha; “Allah katında en büyük cihat, zalim sultana itaat etmek midir” diyor Efendimiz (sas) yoksa “zalim sultana karşı hakkı söylemek midir“ diyor? Pekala zalim sultana karşı hakkı ve hakikati nasıl söyleyeceksiniz? Yanlış yapıyorsunuz, doğrusu budur sözünü nasıl ifade edeceksiniz? İşte bugün bunun mücadelesi verilmektedir. STV Yayın Grubu ve Zaman Gazetesi’nin kurumsal manada yaptıkları ile adliye önlerinde protesto için toplanan halkımızın yaptığı budur. Ama bazıları hilafetin saltanata evrilmesi sürecinde Emevilerin uydurduğu “Sultan zalim bile olsa itaat edeceksin” noktasında duruyorsa, onlara diyeceğim bir sözüm olamaz. Zaten iktidar partisinin bir milletvekili “Yezid ile Hüseyin karşı karşıya geldiğinde bizim tavrımız Yezid’den yanadır.” diyerek bu tavrını açıkça ifade etmişti. Buradan anlaşılıyor ki haşa zalime ve zulme karşı tarih boyunca mücadele veren İ. Azam’lar, İ. Şafii’ler yanlış yapmış, boşuna hapishanelerde yatmış, zindanlarda çürümüş. Geçelim.

Neden sokağa çıkılıyor diyenler, iyi niyetle meseleye provoke açısından bakıyor ve hiç umulmadık sonuçlarla karşı karşıya gelinebilir demek istiyorsa, haklı olabilirler. Ama şunu unutmamak lazım; Cemaat eli kanlı silah örgütü değil, her ne kadar iktidar böyle bir yamayı yamamaya çalışsa da. Tarihimizdeki karınca ezmez efendileri andıran, ellerinde Kur’an ve Cevşen, dillerinde duaları olan bir nurani topluluktan söz ediyoruz. Böylesi insanların feraseti, basireti, akleden kalpleri muhtemel provokeleri ve manipülasyonları sezecek ve doğmadan yok edecek bir kapasiteye sahiptir Allah’ın izniyle.

Evet; Bediüzzaman’ın tespitleriyle: “Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir.” Hitlervâri taktiklerle yaşam alanı daraltılan Cemaat şimdiye kadar girmediği gibi şimdiden sonra da “öğrenilmiş veya öğretilmiş çaresizlik” içine girmeyecektir. Demokratik hukuk devletinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin, hukukun üstünlüğünün, haklar, özgürlükler ve güvenlik dengesinin yeniden inşası için hukukî, ahlakî, dinî ve insanî sınırlar içinde mücadele etmeye devam edecek, zulmü alkışlamayacak ve despotizmaya boyun eğmeyecektir. M. Akif “zulmü alkışlayamam” başlığını verdiği şiirinde ne kadar da güzel anlatır bu muhtevayı.

“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Adam aldırmada geç git!, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”