Politika

'Hal ve gidişat kötü'

Radikal gazetesi yazarı Erdal Güven, "AKP hükümetine yöneltilen eleştiridir ‘Avrupa heyacanı’nı kaybettiği. İşte bizim heyacan dediğimize, Avrupalılar ‘bağlıl

05 Nisan 2010 03:00

T24 - Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye ziyaretinde Türkiye Almanya ilişkiliri ve Türkiye'nin AB üyelik süreci görüşüldü. AB ile ilişkilerde yaşanan durgunluk, AB tarafında bir sorun olarak görülüyor.

Radikal gazetesi yazarı Erdal Güven, Türkiye AB ilişikilerinin geldiği son noktayı değerlendirdi. Güven, "AKP hükümetine sık sık yöneltilen bir eleştiridir ‘Avrupa heyacanı’nı kaybettiği. İşte bizim heyacan dediğimize, Avrupalılar ‘bağlılık’ diyor, ‘ivme’ diyor...  Ve her ikisi de artık açık açık sorgulanıyor" dedi.

Erdal Güven'in "Türkiye'ye AB notu: HAl ve gidişat kötü" başlığıyla (5 Nisan 2010) yayımlanan yazısı şöyle:




Türkiye ile Avrupa Birliği bu yıl sonunda bir kez daha ‘kafa kafaya’ gelebilir...

İlk işareti, kısa bir süre önce İstanbul’da görüştüğüm üst düzey bir dışişleri yetkilisi verdi, “AB ile yeni bir Lüksemburg vakası yaşanabilir” diyerek.

Hatırlanacak olursa, AB Konseyi’nin Aralık 1997’de Lüksemburg’da gerçekleşen zirvesinin ardından Ankara, Brüksel’le siyasi diyalogu kesmiş, ilişkiler ancak Aralık 1999’daki Helsinki zirvesinden sonra rayına oturmuştu.

Şaşırtıcıydı doğrusu diplomatın sözleri. Ne de olsa genel izlenim, heyecanını yitirmiş de olsa, ağır aksak da olsa sürecin yürüdüğü ve yürümeyi sürdüreceği yönünde Türkiye’de.

Peki söz konusu diplomatı, sonradan görüşüne başvurduğum kimi mesai arkadaşlarınca ‘karamsar’ olarak nitelenen bu değerlendirmeyi yapmaya iten nedenler ne? Türkiye ile AB arasındaki müzakere sürecinin giderek ataletsizleşmesi ve Kıbrıs’taki ‘liman açmazı’ndan kurtulabilmenin bir formülünün bir türlü üretilememesi.


Zor eşik

Fasıl fasıl ilerleyen müzakere sürecinde bu yıl Türkiye için açılabilecek dört fasıl var. Ancak, üçünde Türkiye’nin bu yıl sonuna kadar gerekli ‘eşik’e gelebilmesi zor görünüyor. Birinde belki. AB bir fasılı açmak için Türkiye’den önce belli kıstasları yerine getirmesini, belli bir yol almasını bekliyor. Gelinen noktaya ‘eşik’ (benchmark) deniyor. Türkiye o ‘eşik’e gelmemişse fasıl açılmıyor.  

İkinci neden, Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti bağlantılı deniz taşımacılığına açma yükümlülüğünü yerine getirmemesinin AB’de yol açtığı rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Bazı fasıllar, bu yüzden ‘kilitli’ zaten. AB, Aralık 2009’da Türkiye’nin yükümlülüğünü yerine getirme süresini fiilen bir kez daha uzattı. Süre, Aralık 2010’da dolacak. Brüksel, her fırsatta Türkiye’ye ‘limanlar’ı hatırlatıyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel de Türkiye ziyareti öncesinde ve sırasında aynı hatırlatmayı yaptı.


Mucize olmazsa...

Ancak, Türkiye KKTC’ye yönelik kısıtlamalar kaldırılmadığı sürece limanlarını açmayacağını defaatle ifade etmiş durumda. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, dolayısıyla AB’nin de Ankara’nın talebini karşılamaya niyeti yok. Bu durumda Türkiye-AB ilişkilerindeki limanlar ipoteğinin bu yıl içinde kalkma olasılığı da zayıf. Tabii, yıl sonuna kadar bir ‘mucize’ gerçekleşir, Kıbrıs sorunu çözülürse o başka!

Dolayısıyla bazı fasıllar zaten kapalı olduğu, yenileri de açılamayacağı için müzakare sürecinin fiilen durması söz konusu. Türkiye ile AB faturayı birbirine keseceğine göre bir kopma yaşanması pekala mümkün. Dışişleri yetkilisine, “Yeni bir Lüksemburg vakası yaşanabilir” dedirten de bu.


AB’nin derdi AB’ye yeter

Hemen hemen aynı günlerde Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine, Dönem Başkanı İspanya’nın başkenti Madrid’den de bakma imkânım oldu. Hem de Türkiye’yi yerinde görmüş, gayet iyi tanıyan bir hükümet yetkilisiyle. Anlaşılan o ki, AB genelindeki değerlendirme de hiç ama hiç iyimser değil.

Bir kere AB’nin şu sıralar fazlasıyla kendiyle meşgul olduğu söyleniyor öncelikle. Küresel mali-ekonomik krizden söz açılıyor hemen. Genel sorunlar bir yana son olarak bir de Yunanistan çıktı tabii. İkincisi Lizbon Anlaşması’nın öngördüğü yeni düzene uyum sürecinden kaynaklanan zorluklara dikkat çekiliyor. Yeni bir kurumsal çerçeve söz konusu ve bunun içini doldurmak lazım. ‘Kendi yapısının labirentinde kaybolmuş bir AB’yi düze çıkarmanın kolay olmayacağı belirtiliyor. Ve üçüncüsü, yıllardır yanıtı aranan ‘AB ne olacak’ sorusu. Yeni yapı da ortaya çıktıktan sonra yanıtı ertelemek eskisi kadar kolay olmayacak. İçeride bütünleşmiş, dışarıda daha etkili ve kaale alınan bir küresel aktör mü yoksa içeride gevşek bir birliktelik, dışarıda her üye devletin kendi ajandasını yürüttüğü, sinik bir bölgesel güç mü?


Ya Türkiye?

Peki Türkiye nerede bu tabloda? Madrid’de görüştüğümüz üst düzey İspanyol diplomata göre Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde ‘büyük haber’ yok. ‘Büyük haber’ yok belki ama anlaşılan büyük soru işareti var. Şöyle diyor üst düzey dışişleri yetkilisi: “Müzakere sürecinde, bir üye ülkenin AB’ya katılım sürecinde iki önemli unsur var. İlki sürece bağlılık. İkincisi de sürecin ivmesi.” Konuştukça satır aralarından çıkan mesaj şu: Her iki konuda da Türkiye’den yana bir memnuniyetsizlik var.

Tabii geçmeden belirtmem lazım ki, konuştuğumuz diplomat, Ankara’da da görev yapmış, üstelik tam da o bağlılık ve ivmenin tavan yaptığı bir dönemde görev yapmış bir diplomat. Dolayısıyla ‘o günler’le ‘bu günler’i gayet net biçimde kıyaslayabiliyor. İşte o diplomat Türkiye’nin üyelik sürecindeki mevcut ivmeyi pek de ‘parlak’ bulmadığını söyledikten sonra şöyle konuşuyor: “Yeni fasıllar açamazsak süreç dinamizmini yitirir; hantallaşır. Bu da süreci sağlıksız kılar. Yeni fasıllar açıp açmamak, üstüne düşenleri yapıp yapmamak tamamen Türkiye’nin elinde.”


‘Bırakın bunları’

Kendisine Türkiye’nin de özellikle Alman ve Fransız hükümetlerinin tavrından duyduğu rahatsızlık hatırlatılınca diplomatik bir dille, ‘Bıraksın bunları Türkiye’ dedikten sonra, ikinci unsura, ‘bağlılık’ meselesine geçip şöyle sürdürüyor sözlerini İspanyol diplomat: “Biz bugün Türkiye’den tam ve tereddütsüz bir taahhüt bekliyoruz. Reform sürecini devam ettireceğine, bu yolda sonuna kadar yürüyeceğini dair bir taahhüt...”

İniş çıkışlar yaşanabileceğini, ancak katılım sürecinin kalıcı ve sürdürülebilir olması gerektiğini belirterek bir noktaya da işaret ediyor: “Türkiye’de eskiden çok daha fazla tartışılırdı AB ve AB’ye ilgili meseleler. Artık bu tartışmalar hiç duyulmaz oldu nerdeyse.”


Kriter meselesi

Hatta daha temel bir saptama yapıyor bu bağlamda İspanyol diplomat: “AB, Kopenhag Kriterleri’ni yeterince karşıladığına kanaat getirdiği için Türkiye’yle üyelik görüşmelerini başlattı. Sürecin devam etmesi için bu kanaatin de devam etmesi lazım.”

O noktada söz ister istemez Kıbrıs’a limanlar meselesine geliyor tabii. “Bu Türkiye için bir yükümlülük.” Belli ki Türkiye’nin, KKTC’ye yönelik kısıtlamaların, söz verilmesine karşın hafifletilmediğini öne sürmesi, AB tarafından ‘fazlasıyla siyasi’ bir pozisyon olarak görülüyor. “Oysa limanları açmak Türkiye açısından hukuki bir zorunluluk.”

Evet, Ankara’dan bakılınca nasıl görünüyor bilmiyorum ama Madrid’den, muhtemelen Brüksel ve diğer AB başkentelerinden de, bakınca Türkiye’nin AB üyeliğine bağlılığına ilişkin bir kuşku, üyelik sürecinin ivmesine ilişkin bir gayet net bir memnuniyetsizlik söz konusu. AKP hükümetine sık sık yöneltilen bir eleştiridir ‘Avrupa heyacanı’nı kaybettiği. İşte bizim heyacan dediğimize, Avrupalılar ‘bağlılık’ diyor, ‘ivme’ diyor...  Ve her ikisi de artık açık açık sorgulanıyor.