Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Öz, “Asgari ücret ile çalışan 7 milyon vatandaşımızın ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için en azından 10 bin lira gibi bir rakamın verilmesi gerekir” dedi. Ayrıca Öz, “Ben Hak-İş ve Hizmet-İş genel başkan yardımcısıyım. Bu kimliğimle ve Hüseyin Öz kimliğim ile konuşuyorum. Benim ifadelerim doğrudan konfederasyona yönelik bağlayıcı bir ifade değil” diye konuştu.
Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Öz, bugün basın mensupları ile kahvaltıda buluştu. Öz, asgari ücrete ilişkin şu açıklamayı yaptı:
"Yüksek enflasyon nedeni ile çalışanlar o kayıpları tekrar yaşamak durumunda kaldılar"
“Pandemi süreci başlangıç olmak üzere arkasında Ukrayna-Rusya savaşı ile beraber yaşanan ekonomik kriz işçilerimizin, emeklilerimizin, kamunun, özel sektör içerisinde çalışan işçilerimizin hayat standartlarında geriye doğru bir gidiş meydana geldi. Özellikle gündemimizde olan asgari ücret konusunda demek gerekir ki asgari ücret ile çalışan yaklaşık 7 milyon arkadaşımız var. Bu arkadaşlarımızın hayat standartları geriye doğru gitti ve yüksek enflasyon dünyada ve ülkede yaşanan sorunlar nedeni ile satın alma güçlerini önemli oranda kaybettiler. 2021-2022 yılı içerinde asgari ücretin belirlenmesi süreçlerinde özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çalışanların satın alma güçlerinde meydana gelen kayıpları telafi etmek üzere enflasyonun üzerinde bir asgari ücret tespitini yöntem olarak benimsediler. Ancak yüksek enflasyon nedeni ile çalışanlar o kayıpları tekrar yaşamak durumunda kaldılar.
"Bugün iş yerlerimizdeki çalışanlarımız enflasyona endeksli zam alıyor"
Asgari ücretle birlikte örgütlü ve toplu sözleşmeli iş yerlerinde de önemli bir sorun ile karşılaşıyoruz. Bugün iş yerlerimizdeki çalışanlarımız enflasyona endeksli zam alıyor. Dolayısıyla asgari ücret yeniden belirlendiğinde Toplu Sözleşme sisteminin uygulandığı yüzde 15’lik kesimin çalıştığı iş yerlerinde de asgari ücret artışına bağlı olarak sözleşme ile işçiler ile belirlenen sosyal hakların da eş zamanlı olarak artışlar yapılmalı. Aksi takdirde asgari ücretle artış ile beraber toplu sözleşmesi sistemi anlamını yitirmiş olacak. Burada da yasal olarak tedbir almaya ihtiyaç var. Yasal olarak tedbir alınmadığı takdirde asgari ücrete mahkûm edilmiş olur. Bu da toplu sözleşme sistemi bakımından kabul edilemez. Burada TÜİK verilerine göre enflasyon oranı yüzde 85 olarak açıklandı ancak vergi ve cezalarda meydana gelecek artışlara esas yeniden değerlendirme oranı yüzde 123 oranı olarak açıklanmış durumda.
"7 milyon vatandaşımızın ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için en azından 10 bin lira gibi bir rakamın verilmesi gerekir"
Özellikle ülkemizde gelir dağılımı ile ilgili birkaç noktaya temas etmek isterim. TÜİK verilerine göre hayat seviyesi en düşük milli gelirin 6,1’ini ulaştığını altını çizmek isterim. Gelir dağılımında sorun olduğunu söyleyebiliriz. 2023 bütçesi yapılırken asgari ücretlilerin hayat standartlarında kayba göre bütçe oluşturulsun. Bu bakış açısı yürüdüğümüz zaman asgari ücret tespitinde bunlara ihtiyaç var. Açlık sınırının 7 bin liranın üzerinde olduğu dönemde asgari ücret tespiti konuşuyoruz. Asgari ücret tespiti sırasında kendisinden ziyade 4 kişilik bir aile kabul ederek bir ücret tespiti gerekir. Şahsi kanaatim asgari ücret 10 bin liraya tekabül etmeli. Asgari ücret ile çalışan 7 milyon vatandaşımızın ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için en azından 10 bin lira gibi bir rakamın verilmesi gerekir.”
"Vergi yükünün çalışanlar üzerindeki yükünü hafifletilmesi bakımından yüzde 10’lara çekilebilir"
Asgari ücretin üzerindeki vergi yükünün kaldırılmış olması çok önemli bir gelişme en azından psikolojik olarak 45 yıllık çalışanlarının talepleri ile ilgili önemli bir adımın atılmış olduğunu burada söyleyebiliriz. Bugün çalışanların temsilcileri olarak çalışanlarımız bu adımın devamını getirilmesini Sayın Cumhurbaşkanı’mızdan bekliyorlar. Çalışanlarımız özellikle ücretli kesimin üzerinde vergi yükünün hafifletilmesini istiyorlar. İkinci bir adım olarak vergi yükü tamamen kaldırılmıyor olsa bile en azından oransal olarak vergi yükünün hafifletilmesi, oranın aşağı çekilmesi bir ihtiyaç. Çalışanlarımızın tamam sendikalarımızdan talep ediyorlar. Vergi yükünün çalışanlar üzerindeki yükünü hafifletilmesi bakımından yüzde 10’lara çekilebilir. Vergi dilimlerinin belirlenmelerinde esas miktarlarında yükseltilmesi lazım. Bir çalışanımız 10 bin lira ücret alırken haziran ayına geldiğinde maaşının yüzde 27’sini vergiye ödemek zorunda kalıyor. Yüzde 15 ile başlıyor, bir anda altı aylık dilim içerisinde yüzde 27’ye kadar ulaşıyor. Dolayısıyla çalışanlarımızın vergi yükünün sabitlenmesi hem oransal olarak vergi miktarı düşürülmeli hem de matrah miktarı yükseltilmeli, vergi dilimleri de kendi içerisinde yükselterek çalışanların üzerindeki verginin azaltılması gerekir. Bu da çalışanımızın hükümetimizden önemli talebidir.”
"Enflasyonun bir an önce düşürülmesine ihtiyaç var"
Bir gazetecinin asgari ücret görüşmelerinde ikinci bir ara zam sözleşmeye girmeli mi sorusuna Öz şu yanıtı verdi:
“Uzun yıllardan beri asgari ücrette artış bir defa yapıldı. Enflasyon düşüktü, düşük enflasyon olduğu için refah payı ilave edilmek sureti ile asgari ücret yeniden belirleniyordu. Geçen yıl özellikle enflasyonun beklenenden üzerinde artışın meydana gelmesi temmuz ayından itibaren verilen asgari ücretin yetersiz kalma sebebi yüzde 30 artış yapıldı. Burada alınması gereken tedbir yüksek enflasyonun bir an önce düşürülmesine ihtiyaç var. Çünkü yüksek enflasyon düşürülmediği sürece ne kadar artış yaparsanız yapın diğer alanlarda meydana gelen artışlar bunu anlamsız hale getiriyor. Yüksek enflasyon ortadan kalkıncaya kadar Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun hem ocak ayında hem de temmuz ayında iki farklı dönemde zam yapması isabet olur. Asgari ücretli çalışanlarının satın alma güçlerinin zayıflamasını önleyecek ilave tedbirlere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.”
"Açlık sınırının 7 bin lira; yoksulluk sınırının 18 bin lira ve üzerinde olduğu bir ülkedeyiz"
Başka bir gazetecinin Türkiye’deki üç büyük sendikanın bir araya gelerek asgari ücret konusunda ortak karar verebilme kararına ilişkin sorusuna Öz şu yanıtı verdi:
“Ben Hak-İş ve Hizmet-İş genel başkan yardımcısıyım. Bu kimliğimle ve Hüseyin Öz kimliğim ile konuşuyorum. Benim ifadelerim doğrudan konfederasyona yönelik bağlayıcı bir ifade değil. Açlık sınırının 7 bin lira olduğu ülkedeyiz, yoksulluk sınırının 18 bin lira ve üzerinde olduğu bir ülkedeyiz. Eğer biz asgari ücreti belirlerken sadece enflasyon kadar bir artıştan söz edersek o zaman insanların hayat standartları düşmeye devam eder. İşçi temsilinde Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda sorun var. Komisyonun içerisinde sadece işçi kesiminin yüzde 7’lik kısmını temsil eden bir konfederasyon var. Peki yüzde 93 nerede? Üç tane konfederasyon arasında gayri resmi görüşmeler yapılmak sureti ile ortak bir anlayış benimsenmeye çalışıldı. Bu böyle olmak yerine, yönetmelik değiştirilebilir. Her üç konfederasyon temsil imkanı bulur. Örgütlü iş yerlerinin tamamı çalışan sadece yüzde 15’ini hesap ediyor. Çalışan kesimin yüzde 85’ini ifade eden komisyonun içerisinde temsil edilmesine ihtiyaç var.”
"Demokrasiye tahammül etmeleri gerekmiyor mu?"
Bir gazetecilerinin kendilerine HAK-İŞ Konfederasyonu tarafından “resmi beyanda bulunmak genel başkana aittir” konulu mailinin gönderilmesine ilişkin sorusuna Öz şu karşılığı verdi:
“Hak İş Konfederasyonu bünyesinde Hizmet İş bünyesinde çalışan Hizmet İş sendikasının farklı kademelerinde iş yapmış bir hukukçuyum. Kimin nerede, ne şekilde konuşması gerektiğini gayet iyi bilen birisiyim. Bu yazının amacı her şeyden önce konfederasyonun içerisinde farklı bir sesin olmasına tahammül edilemediğini gösteriyor. Farklı bir sesin basın mensupları ile çalışma yaşamanın sorunlarını görüş alışverişinde bulunması benim anladığım konfederasyon başkanını rahatsız etmiş. Ben, Hüseyin Öz olarak çalışanların haklarını alabilmesi için, adaletli bir şekilde ücret ve sosyal haklarının belirlenebilmesi için çalışanların yaşadığı sorunların çözülebilmesi için 28 yıldır mücadele etmiş bir insanım. Bugün de Hizmet İş Sendikası’nın 17 Aralık’ta gerçekleşecek olan genel kurulunda genel başkanlığa adayım. Demek ki demokratik olarak kullandığım hakkım engellenmek isteniyor. Demokrasiye tahammül etmeleri gerekmiyor mu?” (ANKA)