Ruşen Çakır
(Vatan, 23 Ağustos 2012)
Uzun süredir, AKP iktidarını sarsabilecek yegane gücün PKK liderliğindeki Kürt hareketi olduğunu, bu nedenle bir dizi iç ve dış odağın PKK’ya yatırım yapmasının şaşırtıcı olmadığını söylüyor ve yazıyorum. Bununla birlikte PKK’yı şu ya da bu gücün basit bir taşeronu olarak görme ve göstermenin de son derece yanlış olduğunu savunuyorum. Çünkü PKK tarihine baktığımızda örgütün Ortadoğu coğrafyasında bunca süre varlığını koruması ve gücünü giderek artırması kendisini kullanmak isteyeyenlerin kuyruğuna takılmayıp tam tersine onları ustaca kullanması sayesinde mümkün olabildi. Bu nedenle son Gaziantep saldırısının ardında Suriye başta olmak üzere bir dizi iç ve dış odak aramaya yönelik analizlerin bir yerden sonra hiçbir değeri kalmıyor. Şöyle ki PKK, kimden ne tür destek ve teşvik alırsa alsın kendi gündemime göre hareket ediyor ve Türkiye’yi sistemli bir şekilde istikrarsızlaştırıyor.
Peki PKK ne istiyor? Bunun cevabını basitçe “devlet tarafından tekrar muhatap alınmak” olarak verebiliriz. Yani örgüt İmralı ve Kandil ile yürütülmüş olan müzakerelerin kaldığı yerden tekrar başlatılması için en iyi bildiği yola, teröre başvuruyor. Bu bağlamda, son dönemde PKK tarafından gerçekleştirilen ülkenin dört bir yanındaki birbirinden farklı eylemlerin tümünün aynı amaca yönelik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Fethullah Hoca’nın mesajı
Türkiye’de her PKK eyleminin ardından örgütün birden fazla parçaya bölünmüş olduğunu ileri sürüp “hangi PKK?” diye sormak adeta alışkanlık haline geldi. Halbuki esas sorulması gereken “hangi devlet?” sorusudur. PKK konusunda devlet içinde ne derece keskin görüş ayrılıkları olduğunu zaten biliyorduk, son saldırının ardından buna bir kez daha, son derece net bir şekilde tanık olduk. Örneğin hemen herkes ortada bir “istihbarat zaafı” olduğunda hemfikir ama kimisi burada sorumlu olarak MİT’i, kimisi de Emniyet’i işaret ediyor. Fethullah Gülen’in de yayınlamış olduğu taziye mesajında istihbarat konusuna değinmiş olması bu nedenle şaşırtıcı değil. PKK’nın da devlet içindeki bu keskin görüş ayrılıklarından fazlasıyla haberdar olduğu ve bundan sonsuz bir şekilde yararlandığı muhakkak.
Kendi konumumu açıklamam gerekirse, tekrar olacak ama:
1) Kürt sorununun Türkiye’de bütün sorunların anası olduğuna;
2) Uzun bir süredir Kürt ve PKK sorunlarının iç içe geçtiğine;
3) Önceliğin PKK’nın silahsızlandırılmasında olduğuna;
4) Bunun da PKK’nın rızası olmadan mümkün olmadığına inanıyorum.
Bu nedenle AKP hükümetinin açılım politikalarını destekledim ve Habur’un bir krize dönüşmesine, bu nedenle de açılımın durmasına üzüldüm. Ama siyasi iktidarın yanlıştan dönmesinin mümkün olduğuna inanan biri olarak, güvenlikçi politikaların temel alınmasını hep eleştirdim; örneğin KCK operasyonlarına başından itibaren karşı çıktım.
Şimdi birileri gelinen noktadan benim gibi düşünenleri ve tabii ki devlet içindeki “müzakereci” kesimi sorumlu tutmaya çalışıyor. Bense tam tersini düşünüyorum: Gaziantep saldırısı devlette hakim olan güvenlikçi çizginin iflasından başka bir şey değildir.
Gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz: Bir yandan PKK’nın terörüne kesin ve net bir şekilde karşı çıkıp örgütü silah bırakmaya, diğer yandan devleti, bu sorunun çözümünde barışçıl yöntemleri esas almaya çağırmaktan vazgeçmememiz gerekiyor.
Zor ama mümkün.