28 Mart 2015 02:05
“Türkiye’de Hizbullah” kitabından yola çıkarak hazırladığımız üç bölümlük söyleşiyi şu sözlerle açtık:
Hizbullah, "Allah'ın hizbi" demek; Allah'ın partisi veya Allah'ın fırkası…
Radikal İslamcı bir örgüt olan Hizbullah, 1979’da kuruldu. Yıl 2013 olduğunda, bir siyasi parti olarak resmileşen Hür Dava Partisi, Hizbullah’la ilişkili olduklarını kabul etmedi. Bu iddiaya rağmen bağlantı, partinin kısaltmasında ilan ediliyordu; Hüda-Par, yani “Allah’ın partisi.”
Akademisyen Mehmet Kurt’la, Hizbullah üyeleriyle görüşerek yazdığı, İletişim Yayınları’ndan geçen hafta çıkan “Türkiye’de Hizbullah” kitabı vesilesiyle öğretim üyeliğini sürdürdüğü Bingöl’de buluştuk. T24’te yayımlanan söyleşinin ilk iki bölümünde Kurt, Hizbullah’ın kuruluşunu, PKK ve diğer İslamcı örgütlerle çatışmasını, rotası şiddet olan 1990’ları hayata dair detayları es geçmeden, Hizbullah tabanının yaşadıklarını temel alarak aktardı.
Söyleşinin üçüncü bölümünde, Hizbullah’ın Hüda-Par’a evrilme sürecini ve bu süreçte şiddetle arasına nasıl bir mesafe koyduğunu anlatırken Mehmet Kurt, önemli bir gelişmeyi "Hizbullah algısı nedeniyle gözden kaçıyor" notuyla gündeme sokuyor:
“Hizbullah’ın içinden çıkan ve onun legalleşmesini küçümseyen bir grup oradan ayrılıp Selefi bir zeminde örgütlendi.”
Mehmet Kurt, adını vermediği bu yeni radikal Selefi örgüt içinde Hizbullah’tan gelenlerin çoğunluğu oluşturmadığının altını çiziyor ve şu uyarıyı yapıyor:
“Emin olun bunlar, Hizbullah’la karşılaştırıldığında çok daha radikal şeyler yapabilecek gruplar.”
Kurt’un söyledikleri, bölgedeki radikal İslamcı şiddet ihtimalini, bugün ağırlıklı olarak legal alanda faaliyet gösteren Hizbullah’la sınırlamamak açısından önemli.
Mehmet Kurt’un, yarın hakkında öngörüler de sağlayan bilgiler eşliğinde, Hizbullah’ın bugününü anlattığı söyleşimizin son bölümü için buyrun:
- Hizbullah’ın “iç infazlar” döneminde, taban yapılanların ne kadar farkındaydı?
Herkes farkında değildi ama belli oranlarda biliniyordu. İç infazların itirafçılar ve ajanlarla sınırlı olduğu düşünülüyordu. Meşrulaştırma araçları yaygın olarak kullanılıyor olmalı.
- Ajan tespitinin hangi kriterlere göre, ne kadar hakkaniyetli yapıldığını düşünüyorlardı?
Bu yönde net bir bilgim yok ama Azad’ın söylediği bir şey var; “96 yılıydı sanırım” diyor, “Cemaat çağrı yaptı, dedi ki ‘İçimizdeki ajanları tespit ettik. Onlar gelsinler, özeleştiri versinler, bilgilerine başvuracağız sonra serbest kalacaklar.’” Azad, yüzlerce kişinin cemaate gidip “Polis bize yanaştı” dediğini söyledi. Dedikleri doğruysa, ciddi düzeyde kontrol mekanizması olan bir yapıda bunun yaşanması ilginç. Diğer taraftan eğer yüzlerce insan gitmişse, bu tabana JİTEM’in, derin devletin ne derecede sızdığına dair de bir bilgi veriyor. Tarafsız olmayan, cemaatten gelen bir bilgi de Huseynisevda.biz internet sitesinde var; “JİTEM ve Polisin İfsat Yöntemleri” diye bir yazı dizisinde, dolaylı yoldan, “Devlet içimize sızdı, biz de yargıladık, infaz ettik” bilgisinin yanı sıra “Bir kişi ajan olmuş, şöyle sorgulanmış” gibi bilgiler var.
- Hizbullah yöneticisinin de size referans olarak gösterdiği bu yazısı dizisinde “Cinayetleri ajanlar işledi, biz de o ajanları infaz ettik” denilmesi, Hizbullah’ın işlediği cinayetlerden sıyrılması anlamına da gelmiyor mu?
Günah keçisi olarak gösterme gibi bir bakış açısı var. Devletin, Hizbullah’la hangi düzeylerde ilişkilendiğini tespit etmek hakikaten zor. Bir bilim insanı olarak bu benim işim de değil. Bence Hizbullah’ın bununla yüzleşmesi lazım. Bölgedeki Kürtlerin çoğu için bu bilgi, tevatür derecesinde doğru. Siyasal bir partisi olan bir grubun, halkın bu izlenim veya bilgisine gözünü kapamaması lazım. “Bunların hepsi PKK’lidir, zaten onlar mürteddir” diyerek işin içinden sıyrılmanız mümkün değil. Paramiliter örgütler literatüründe, benzer oluşumları Kolombiya’da, Güney Amerika’da da görüyoruz. Bazen devletle doğrudan ilişkilenmek gerekmiyor, “Devlete yaradı” demek, doğrudan veya dolaylı bir bağ var demektir. Bir bağ olmasa bile bu bilgiye rağmen şiddeti sürdürmek bir tercih belirtir. Elbette bunu söylerken o dönemin dinamiklerini ve içine sürüklenilen şiddet sarmalını göz ardı etmiyorum.
İşin diğer ilginç yanı ise bugün Hüda-Par’ın parti programında Kürt sorununun çözümü için dile getirilen tespit ve talepler. Hüda-Par, kamusal alandaki söyleme çok yansımasa da parti programında JİTEM, Ergenekon gibi yapılarla yüzleşmek gerektiğini, anadilde eğitim hakkını, koruculuğun lağvedilmesini talep ediyor. Aslında o taleplerin çoğunun altına HDP de imza atar.
- Ergenekon’dan yargılanan emekli albay Arif Doğan, “Hüseyin Velioğlu ajanımızdı” demişti. Ergenekon ve JİTEM davalarında derinlemesine bir soruşturmada Hizbullah’ın devletle ilişkisinin belgelenme ihtimali sizce Hüda-Par’ın gündeminde yok mu? “Hizbullah devlet güdümünde kurulmadı ama devlet tarafından kullanılmakla yüzleşmeliler” diyen size göre, Hüda-Par’ın parti programındaki bu madde neyin göstergesi; devletin kendileriyle bağını ifşa etmeyeceğine güvenin mi, Arif Doğan’ın sözlerinin yanlış olduğuna dair inancın mı?
Demek ki Hüda-Par bu konuda kendine güveniyor. Bu soruyu onlara sormanızı öneririm. Ben ancak görüşmecilerimin verdiği bilgiler çerçevesinde bir şeyler söyleyebilirim. 1990'lardaki derin devletle ilişkiler konusunda iddialı sözler sarf eden bir görüşmecime, ben de, bu konuda herhangi bir belge olup olmadığını sormuştum. Bana "Rüşvetin belgesi olmaz" demişti.
- Ubeydullah Dalar, Gonca Kuriş, İzzettin Yıldırım, Mehmet Sincar gibi dikkat çeken cinayetleri duyan taban yoluna nasıl devam etti?
Görüşmeciler, bu konuyu konuşmakta oldukça gönülsüzler. Bence bu konuda bir şey söylememeleri üzerinden bir şey söylüyorlar. En rahat konuşan görüşmecilerimden biri Musab, oldukça öfkeliydi ve şunu soruyordu:
“Kardeşim polis öldürdün, anlarım, güvenlik gücüdür, kendi adamını infaz ettin, anlarım, ajandır, her örgütte iç infaz vardır. Ama masum insanları neden öldürdün? Falan adam, İslamcıydı, ne zararı oldu sana?”
- İnfazlar konusunda ses kısıklığına rağmen görüşmecileriniz arasında Hizbullah’a inançlarını bugün de sürdürenler var mı?
Zihninde meşrulaştırmayanlar ayrılıyor.
- Meşrulaştıranları merak ediyoruz, Beykoz operasyonundan birkaç yıl sonra köy köy gezen Hüda-Par, infazlar konusunda ne dedi?
İnfazlar iç mekanizmalarda sorguya dönüştü mü bilmiyorum ama konuştuğumuzda Hizbullah’la bağlantılı olduğu iddia edilen Hüda-Par’da dile getirilen şu: “Biz hata yapmadık.” Hizbullah yöneticisine “Hata yaptık dediğiniz veya yapmasaydık dediğiniz bir şey oldu mu” diye sordum. İslam’daki içtihat mekanizmasına işaret ettiler. İslam’da, bir kişi Allah rızası için içtihatta bulunur. Bir şeyde kural geliştirir, eğer isabet ederse iki sevap alır, isabet etmezse bir sevap. Haliyle iyi niyetle yaptığınız bir eylemin sonucu kötüyse bile siz iyi niyetle yaptığınız için bu sizi aklar. Bu zihniyet pek çok şeyi meşrulaştırır. İkincisi, cezaevinde yatan kişiler varken, bir kitle ‘bedel ödemişken’ “yanlıştı” demek psikolojik olarak da zor. Naif bir beklenti olabilir ama Hüda-Par’ın politik bir parti olarak yüzleşmesi gerektiğine inanıyorum.
- Geçmişinde problem görmeyen bir yapı tam olarak ne ile yüzleşecek?
Bireysel düzlemlerde görülen problemlerle yüzleşmesi bile önemli. Bir başlangıç yaratabilir. Keşke birileri çıkıp da “Ben geçmişimle yüzleşiyorum” dese.
- Kitapta diğer cinayetler arasında saymadığınız Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan cinayeti sizce Hizbullah’ın bir intikam değil miydi?
İntikamdı. Gaffar Okkan’ın öldürülmesi, kitapta da geçen İskender Tutar’ın yazdığı “Cemalim" adlı romanda yer alıyor. Hizbullah romanları otobiyografik bir özellik taşır, sadece isim değişir, bazen o bile değişmez. O romanın sonunda, Velioğlu diyor ki “Gaffar Okan'dan ve o iki itirafçıdan intikam alınacak. Bunun bedelini ödeyecekler, benim ömrüm yetmezse siz yapın.”
- Okkan’ın öldürülmesi sizce Velioğlu’nun vasiyeti miydi?
O itirafçılardan bir tanesi öldürülüyor, sonrasında Beykoz oluyor, ardından da Gaffar Okkan öldürülüyor.
- Azad isimli görüşmeciniz, Velioğlu’nun öldürülmesinden sonra aklından geçenleri şöyle özetliyor: “Ya cumhurbaşkanı, ya başbakan ya genelkurmay başkanı, birini öldürürüz, diyordum.”
Cemaati gözünde ne kadar büyüttüğünün göstergesi. Okkan’ın öldürülmesi potansiyeli açısından Hizbullah’ın yapabileceği bir şeydi. Eğer başbakana eylem yapabilecek potansiyelleri olsaydı bunu yapabilirler miydi diye merak ediyorum.
- Kanaatiniz nedir; PKK ve diğer gruplarla çatışırken Hizbullah’a ciddi bir müdahalede bulunmayan devlet tarafında ne değişti ve önce Beykoz operasyonu, ardından yaygın baskınlar ve Hizbullah kitlesini yargılamalar geldi?
Bu sorunun da muhatabı devlet yetkilileridir. Ben sadece zamanlama manidar diyorum. 1999'da Abdullah Öcalan yakalanıyor. Dahası aynı dönemde Gaffar Okkan, Diyarbakır Emniyet Müdürü ve biliyorsunuz Okkan, Hizbullah'a yönelik operasyonların baş mimarı.
- Beykoz arşivi ele geçirildikten sonra Hizbullah üyelerinin yaklaşık kaçta kaçı tutuklandı?
Elimde bir istatistik yok. 4-5 bin tutuklu, 20 bin gözaltı diyenler var ama tüm üyeler tutuklanmadı. Zaten amaçlanan bu da değildi, bölge ve cami sorumluları gibi kişileri alarak örgütün belini kıracak bir yöntem izlediler. Ruşen Çakır’ın da söylediği gibi bunu yapmanın pratik imkânları da yoktu.
- Velioğlu öldürüldükten sonra Hizbullah’a ne oldu?
Dışarıda yer altına çekilen bir grup oluyor ama Beykoz arşivi nedeniyle örgüt neredeyse tamamen deşifre oluyor. Arşivin bir kısmı yok edildiği için sıyrılan kişiler var ama daha sonra Diyarbakır, Bağlar’da iki çuval arşiv daha elde ediliyor. Sivil alana çıkmanın birinci nedeni bunca bilgi ortaya çıktıktan sonra gizli örgüt olarak devam etmelerinin mümkün olmaması. Ayrıca cezaevindekiler ve dışarıdakilerin bir muhasebe yapması neticesinde de bu geçişin yaşandığını düşünüyorum.
- Bu muhasebede şiddete ne kadar yer ayrıldığını canlandırabilmek adına: Bugün Hizbullah’ın şiddete dair nasıl bir söylemi var?
Şiddete kategorik bir karşılık yok. Şiddet, stratejik bir araç olarak değerlendiriliyor. 90’larda bu araç yoğunlukla başvurulan bir araçtı, ona uygun bir zemin de vardı. Bugün ortam da olmadığı için şiddeti stratejik olarak öncelemiyorlar. Fakat BDP ile aralarında çıkan son gerginlikler için “Silahlı mücadele aşamasına geçişe neden olur mu” diye sorduğumda şunu dediler:
“Sabrımız saldırıların devamına ve niteliğine bağlı. Saldırılar inancımızı gelecek nesillere aktarmayı engelleme durumuna gelirse saldırıları bertaraf etmeyi İslami bir görev olarak görürüz.”
Bu meşru müdafaa dili, geçmişte de şiddeti tırmandıran bir alan oluşturmuştu. Diğer taraftan şunu da düşünüyorsunuz, acaba bu dili bugünü kullanmasalar ne olur?
- Sizce bu dili kullanarak elde ettikleri kazanım ne?
Kendi tabanına yönelik “Güçlüyüz” mesajı vermek olabilir.
- Fakat gündelik hayatta “Görüşürüz” demek yerine “Allah şahadetini kabul etsin” dediklerini de söylüyorsunuz.
Daha genç bir grubun bunu kullandığına şahit oldum, Selefilerle sahip oldukları geçişken ortak bir taban bu.
- Sizce bugün Hizbullah’ın gücü PKK’ya yetse, şiddete daha eğilimli olabilirler miydi?
Provakatif şeyler olabilir. Nitekim Kobanê eylemleri sırasında Hüda-Par Diyarbakır, Twitter hesabından üyelerine “Herkesi partiyi korumaya çağırıyoruz” diye çağrı yaptı. Ama bunun için sosyolojik koşullar bugün yok, hem legalleşmeyle kazandıkları görünürlük çok daha yüksek. Hizbullah’ın legalleşmeyle elde ettiği imtiyaz ve hareket alanını kolay kolay riske atacağını sanmıyorum. Bildiğim kadarıyla çok silahları da yok. Ama bu bölgede silah yok demek ne kadar doğru emin değilim. Kahvede şiddetle işi olmayan arkadaşlar, okey oynarken “Kalaşnikofun fiyatı 8 bin olmuş” diyebiliyor.
- Bu güncel fiyat mı?
Yaklaşık. Kobanê olayları ve IŞİD’den sonra bu konuşmalar çok daha fazla yapılmaya başlandı.
- Hizbullah şiddeti kınamasa da düzenli olarak kullanmaması bölgede bir boşluk yaratıyor mu yoksa radikal İslamcı örgüt arayışı tamamen yok oldu mu?
Hizbullah’ın içinden çıkan ve okumak için bazı Arap ülkelerine gidenler oldu. Bu kişiler o ülkelerdeki Selefi akımların etkisi altında kaldı. Geri dönenler arasında Hizbullah’ın legalleşmesini küçümseyenler oldu ve oradan ayrılıp Selefi bir zeminde örgütlendiler.
- Bu grubun ismi var mı?
İsmi var ama güvenlik sebebiyle söylemeyeceğim. Yalnız şunu söylemek lazım, bu kitle içinde Hizbullah’tan kopup gelenler çoğunluğu oluşturmuyor.
- Bu grubun hacmi ne?
Hizbullah kadar geniş bir kitleye sahip değiller ama şiddet için buna ihtiyacınız da yok.
- Peki büyüyen bir örgütten mi bahsediyoruz?
Bölgedeki gelişmelere paralel olarak büyüyen yapılardan bahsedebiliriz. Gelecekte ne olur bilmiyorum.
- Bu yeni örgütün katılımcıları, Kürt gençler mi?
Büyük çoğunlukla.
- Bu grubun şiddetle nasıl bir bağı var?
Görüşmecilerimden biri, bu grubun “Hizbullah’ı çok eleştiriyorsunuz, kulağınızı çekerler” diyenleri “Kutlu Doğum’a bomba koyarız” sözleriyle tehdit ettiğini söyledi.
- Binlerce insanı öldürmekle tehdit etmek dışında, bu grubun ne kadar radikal olduğuna ilişkin verebileceğiniz bir bilgi var mı?
“Kırmızı ışıkta durmak küfürdür”e inanıyorlar. Çünkü onlara göre, “Kırmızı ışık Allah’ın hükmü değil.”
- PKK, bu yeni Selefi gruba nasıl bakıyor; çatışıyor mu?
PKK tabanında 1990’ların toplumsal hafızası nedeniyle her radikal dini gelişmeyi Hizbullah’a mal etme eğilimi var. Bu radikal selefi grupları ya bilmiyorlar ya da ciddiye almıyorlar. Ama emin olun bu gruplar Hizbullah’la karşılaştırıldığında çok daha radikal şeyler yapabilecek gruplar.
- Sizce tüm bu süreç boyunca PKK’nın Hizbullah’a bakışında hiçbir dönüşüm olmadı mı?
Tavanda değişimler olduğunu hissediyorum ama tabanda ve yerel örgütlenmelerde “Hizbulkontra”dan çok öteye geçmediler. PKK’nın Hizbullah’ın toplumsal bir harekete dönüştüğünü kabul etmesi lazım. Hizbullah da PKK için kullandığı “Leninist, Marksist, Mürted din düşmanları” söylemini bir kenara bırakmalı.
İstanbul’da bazı İslamcı gruplar “Hizbullah’ın PKK’ye karşı mücadelesi, Selahattin’in Nemrut’a karşı mücadelesidir” diyorlar ama neye yol açıklarını bilmiyorlar. Geçenlerde yapılan Kürt Sorununun İslami Çözüm Çalıştayı’nda dile getirilen en büyük taleplerden biri “Masada biz de olmak istiyoruz” oldu. Bu kişiler masada oturacaksa oturmalı ama bunun da bir karşılığı olmalı. Hakikatle Yüzleşme Komisyonu üzerinden geçmiş konuşulmalı. Kalıcı bir barışın yolu, geçmişle yüzleşmekten ve herkesin barışmasından geçiyor. Bugün PKK ve devlet bir irade gösterip barış için müzakere masasına oturuyor, ağır aksak ilerlese de. Milyonlarca kişinin yerinden edilmesini, faili meçhulleri, onbinlerce ölümü düşününce bunun ne kadar önemli bir aşama olduğunu teslim etmek lazım. Hizbullah-PKK arasındaki şiddetin boyutları hiç bu kadar trajik olmadı ama barışmaya gönülsüz olmalarını anlamak güç. Geçmişin yükünü anlıyorum, ama geleceği inşa etmek için bazı şeyleri sineye gömmek gerekiyor.
- Sizce Hizbullah, bu yeni Selefi grup ile Batı’nın çekinceleri arasında bir tampon işlevi görüyor mu? Sadece PKK değil, Batı da zihnindeki Hizbullah’a takılıp bugün oluşan şiddet potansiyelini gözden kaçırıyor olabilir mi?
Bence kesinlike kaçırıyor. Toplumsal hafıza sebebiyle bir şey olduğunda gözler Hizbullah’a dönüyor veya Hizbullah, IŞİD’e, iş savaşa destek vermemesine rağmen “Bunlar IŞİD’e destek veriyor” diyorlar. Ama Türkiye’nin en uzun sınırının kontrolünün olmadığı, kimin girip çıktığının belli olmadığı bir alanda bu insanlar part-time, 6 ay “Allah rızası için cihad” ediyor, sonra geri geliyor.
- Bu kişilerin Suriye’ye gidip savaştıkları kişilerin YPG’li Kürtler olması duraklamaya neden olmuyor mu?
Kürtlükle değil, katı radikal selefi bir anlayışla şekilleniyor davranışları.
- 6 ay sonra Suriye’den Türkiye’ye döndüklerinde elleri boş mu dönüyorlar? Beraberlerinde getirdikleri bir şiddet potansiyeli olduğu fikrine katılır mısınız?
Bu konuya dair çok sınırlı bir bilgim var. Ama gidip de dönmeyen çok insan olduğunu, onlarca cenazenin geldiğini biliyorum.
- “Bu gruplar Hizbullah’la karşılaştırıldığında çok daha radikal şeyler yapabilecek gruplar” sözleriniz, Şerafettin Elçi’nin “Bu sorunu çözecek son nesil biziz, ardımızdan fırtına gençlik geliyor” ifadesini hatırlattı ve aklımıza şu soru düştü: Çözüm süreci başarıya ulaşmazsa sizce Güneydoğu, Hizbullah ve PKK/HADEP tabanı arasında binlerin öldüğü çatışmalara sahne olan 1990’ları aratan bir şiddet ortamına tanık olabilir mi? “PKK’dan şahin” olduğu söylenen bir gençlik ile Hizbullah’tan radikal olabileceğini söylediğiniz radikal İslamcı gençlik karşı karşıya gelirse sizce ne olur?
Hizbullah bağlamında böyle bir zeminin oluşabileceğini sanmıyorum. Geçmişin koşulları ile bugünküler aynı değil. Mesela Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, iki gün önce çözüm sürecinin gerekliliğine ve PKK'nin yakın tarihte yaşananlara bir tepkinin sonucu olduğuna vurgu yaptı. Hüda-Par'ın barış sürecine destek verdiğini ama bir itiraz olarak masada yer almak istediğini de söyledik. Bence bunlar Hizbullah ile PKK arasında bir çatışma ihtimalini oldukça zayıflatan gelişmeler. Ama Kobanê olaylarında yaşandığı gibi ani ve hesap dışı kırılmaları da hesaba katmak gerekiyor. Türkiye'de bu tür konulara dair yapılacak tüm öngörüler, her gün değişen gündem ve gelişmeler nedeniyle biraz zor.
Hizbullah dışındaki oldukça radikal gruplar ile PKK karşı karşıya gelebilir mi, bilmiyorum. İki yıl sonra bu soruyu sorarsanız size daha net cevaplar verebilirim.
- 2003’teki yeniden yapılanma sürecinde köy ziyaretlerinde Hizbullah özür de diledi mi?
Duyduklarıma göre, özür dilemekten çok “Başımıza bunlar geldi ama biz bitmedik, yeniden örgütleneceğiz” dediler. Kendi insanlarının kapısını çalıyorlar neticede.
- Bugün Hüda-Par’a destek verenler, “din dışı” gördükleri Kürt siyasi hareketinden kişilerle nasıl birlikte yaşıyor?
Seküler bir arkadaşımın ablası evlendiğinde, düğün salonunun sağında Müslüman muhafazakârlar, solda uzun sakallı, Selefi akrabalar, ortada oynayan beyaz yakalı genç profesyoneller, perdeyle ayrılmış bir alanda oturmuş kadınlar vardı. İnsanlar zorunlu da olsa bir zeminde buluşuyor.
- Sizce Hizbullah, partileşme süreciyle başkalarına tahammül etmeyi de öğrendi mi?
Herkesi anlayışla karşılayan bir yapı kesinlikle oluşmadı. Nitekim Duman konseri veya tango derslerine yönelik açıklamalar, eşcinsellikle ilgili konferansı engelleme çabası bunların örnekleri. Ama istemediklerini şiddetle yok etmeye çalışmaktan ziyade katı söylemle legal alanda engellemeye çalışıyorlar.
- Kapı çalmalarının bir karşılığının da Kutlu Doğum Haftası’ndaki kalabalık olduğunu düşünerek soracağız. Ümit Fırat, T24’e verdiği söyleşide Hüda-Par’ın Kutlu Doğum Haftası’ndaki kalabalığı siyasete kanalize edip edemeyeceğini sorduğumuzda “Yapamaz” yanıtını vermişti. Siz aynı kanaatte misiniz?
Evet, Hüda-Par maksimum 200 bin oy bandında kalabilecek bir parti olarak görünüyor.
- Sizce Hüda-Par, ne yaparsa bölgedeki oyları artar?
1- Geçmişle yüzleşirse. Sadece HDP seçmeni değil, imam babam da Hüda-Par’dan çekiniyor. 2- Parti programlarında anadilde eğitim, JİTEM ve Ergenekon’la hesaplaşma, koruculuğun lağv edilmesinden bahsediliyor ama politik alanlarda bunlar seslendirilmiyor. Bunlar taktiksel talepler değilse, neden daha yüksek sesle dile getirilmiyor? 3- Filistin, Mısır için İstasyon Meydanı’na 30-40 bin insanı toplarken Şengal’de katliam olunca sadece kuru bir basın açıklaması yapılıyor. Bunlar değişmezse insanların mesafesi kalacaktır.
- Bugün Hüda-Par dışında bir “Hizbullah” hâlâ var mı, varsa Hüda-Par’la nasıl bir ilişkisi var?
Bugün Hizbullah var ve aktifler. Bunların bir kısmı belki yasal alanda faaliyet gösteren kuruluşlarda da etkinler. Karar alma mekanizmalarında da etkin oldukları kanaatindeyim. Ama bu benim işim değil.
- Hüda-Par ile Hizbullah arasındaki ilişkiyi HDP-PKK ilişkisine benzeten biri sizce ne kadar haksız olur?
HDP’nin içinde sol fraksiyondan milletvekilleri de var.
- Kastımız düzenli temas hali.
Hüda-Par ile Hizbullah arasında bir ilişki var. Boyutlarını bilmesem de Mustazaflar Derneği’nin kapatılmasıyla ilgili, “Doğması gereken çocuğun doğma vakti geldi” de deniliyor. Zekeriya Yapıcıoğlu’nun “Parti bizim için araçtır; amacımızı, tebliğimizi herkese ulaştırabileceğimiz bir yoldur” dediği açıklamaları var. Ama kim emir veriyor bilmiyorum.
- Referandumda “evet” diyen Hüda-Par, AKP’ye nasıl bakıyor; bölge için tercihleri seçimlerde HDP’ye karşı başarılı mı, başarısız olmasından yana mı?
AKP’nin başarılı olmasını istemekten çok “Tamam” diyor, “Bu seçimde istediğimizi elde etmedik ama biz kazanmadıysak AKP kazandı.”
- Hizbullah, AKP’ye baktığında ne görüyor; “Bizim aksimize bu hareket şiddeti tercih etmedi ve bugün iktidarda” diyerek bir devrim olarak mı, yoksa “İslamcılığa leke sürdüler, bu yolsuzluğu ancak yolunu şaşıran yapar” diyerek hüsran olarak mı?
Devrim görmüyorlar elbette ama pek çok konuda olumlayıcı bir bakış açısı var. Amerika ve İsrail’le ilişkilerde AKP’nin yanlış yaptığını düşünüyorlar. Ama tabii ki bu sorunun muhatabı Hüda-Par’dır.
- Aralarında arkadaşlarınızın da olduğu, travma yaşayarak Hizbullah’tan ayrıldığını söylediğiniz görüşmecileriniz bugün ne yapıyorlar?
13-14 yıl sonra Sermest’i ziyaret ettiğimde bir kasabada yaşıyordu. Bir sufiye dönüşmüştü, birlikte şeyhini ziyarete gittik. Şeyhinin ellerini öpüp sırtını dönmemek için dizlerinin üstünde geri geri giden bir adanmış olmuştu. 90’lardaki güvensiz Sermest’e kıyasla huzurluydu.
Benim de şiddetine maruz kaldığım bir kişiyle yıllar sonra, lisedeki sınıfım 12B’nin buluşmasında karşılaştık ve “Geçmişte hatalar yaptım, hakkını helal et” dedi. Elindeki Hizbullah’a yakın bir dergiden bir yazı okutmak istedi bize, okuduk. Kendi köyünde yaşayan, 90’lardaki ateşi sönmüş birine dönüşmüştü.
(Mehmet Kurt, söyleşiyi sonlandırırken bir temennisinin de not düşülmesini istedi. 1990’larda, Mardin’de Hizbullah’ın tek örgütlü güç olduğu bir imam hatip okulunun 12B sınıfında okuyan Kurt, bu sınıfın öğrencilerinin bölgedeki bölünmeden ve şiddetten payına düşeni yaşadıklarını söyledikten sonra şu sözleri paylaştı)
7 yaşımda bir kızım var, Mardin’de annesiyle yaşıyor, çocuğuma bu meseleleri hatıra olarak anlatmak istiyorum; PKK’nin, Hizbullah’ın, devletin şiddet sarmalına sürüklenilen bir ortam bırakmayı değil. 12B benim için değerli ama çocuğum 12B’de okusun istemiyorum. Ahlaklı herkesin ‘Edî bese!’ demesi lazım.
BİTTİ
© Tüm hakları saklıdır.