Politika

Gülen cemaatinden 1915 çağrısı

Gülen cemaatinin sözcüsü ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Başkan Yardımcısı olan Cemal Uşşak...

13 Ocak 2012 02:00

T24 - Fethullah Gülen cemaatinin kurumsal yüzü olarak bilinen ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı olan Cemal Uşşak,  Türkiye'nin 1915 olaylarına dair barışçıl adımlar atması gerektiğini söyledi. 'Soykırım değildir' söyleminin yetersiz olduğunu belirten Uşsak, "1915’in hemen öncesinde Türkiye’de 1,5 milyon Ermeni vardı, bugün yoklar…" dedi. Ayrıca Uşak, ''Bir devlet yetkilisi çıkıp ‘Biz de bu olanlardan çok üzgünüz’ dese, çok önemli bir adım atılmış olur'' diyerek çağrı yaptı.



Ferda Balancar'ın Agos gazetesinde ''1915 ile ilgili samimi bir özür çok şeyi değiştirir'' başlığıyla yayımlanan (12 Ocak 2012) röportajı şöyle:


1915 ile ilgili samimi bir özür çok şeyi değiştirir

Cemal Uşşak, Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Başkan Yardımcısı kimliğiyle geçen haftalarda katıldığı televizyon programlarında, Ermeniler ve 1915 ile ilgili söyledikleriyle milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin öfkesini çekti. Uşşak ile Müslümanların Ermenilerle olan ilişkilerinin tarihi seyrinden yola çıkarak, Türkiye’deki Hıristiyan fobisine uzanan bir söyleşi yaptık.

Uşşak,  “Bir devlet yetkilisi çıkıp ‘Biz de 1915’de olanlardan çok üzgünüz’ dese çok önemli bir adım atılmış olur” diyor.

•Geçtiğimiz haftalarda değişik televizyon kanallarında Ermeni meselesi ve 1915 olayları ile ilgili programlarda Müslüman dindar kesimlerden gelen insanlardan alışık olmadığımız, sıradışı ifadeleriniz oldu. Ermeni meselesi ve 1915 ile ne zamandan bu yana ilgileniyorsunuz?
Öncelikle şunu itiraf edeyim,  ben de ortalama Müslüman Türk ailesinde büyüyen hemen her çocuk gibi, milliyetçi duyguların hayli yoğun olduğu bir atmosferde büyüdüm. 1985’lerde, gazetecilik yaptığım yıllarda, dinlerarası diyalog faaliyetlerine ilgi duydum. İlgili literatürü takip etmeye başladım. Bu konuda bazı yazı-     lar yazıp, röportajlar yaptım. 1995’den itibaren Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda çalışmaya başladım. Vakfımızın Onursal başkanı Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yönlendirmesiyle dinlerarası diyaloğa yönelik ilgim kurumsal bir niteliğe dönüştü. Vakfı temsilen diyalog toplantılarına katılmaya başladım. Bu çerçevede Ermenilerle yüzyüze, insani temasım o yıllarda başladı. Hrant Dink ve Müteveffa Patrik Karekin ile tanışmamız da 1995’lere uzanıyor. Hrant Dink’in hunharca katledilişinin sadece Ermeni cemaati için değil, tüm Türkiye toplumu için büyük bir kayıp olduğunu düşünüyorum. 

•Osmanlı’dan günümüze tarihsel bir perspektifle baktığınızda Ermeni-Müslüman ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hrant Dink’in biz Müslümanların üzerinde düşünmemizi istediği bir soru vardı: ‘Milleti Sadıka’ olan Ermeniler nasıl oldu da ‘ihanet eden Ermeniler’e dönüştü. Burada ihanet eden ifadesi ile elbette küçük bir zümreyi kast ediyorum. Sadece dış mihrakların Ermeni cemaati üstündeki emelleriyle ve onların devşirdiği işbirlikçilerin faaliyetleriyle bunu açıklamak son derece yetersiz ve kolaycı bir yaklaşım olur. Türk-Ermeni veya Müslüman-Ermeni ilişkilerinin 800 yıllık bir geçmişi var. Selçuklular döneminde başlayan bir ilişki bu. 19. yüzyıla gelene kadar da önemli ölçüde dostane şekilde yürüdü bu ilişki. Türk milliyetçilerinin referans kabul ettiği kaynaklardan biri olan Prof. Osman Turan’ın kitabında çok çarpıcı bir anekdot var. Selçuklu   Sultanı’nın zaferle sonuçlan bir sefer dönüşünde, tebrik için gelenler arasında Ermeni Patriği de var. Selçuklu Sultanı diyor ki, ‘Patrik Hazretleri, biz bu zaferi sizin dualarınızın bereketiyle kazandık.’

Yine Selçuklu döneminde Konya yöresine Türkler yerleşiyor. Bir ara Türkler yöreden göç ettirilmek isteniyor. Yörede yaşayan Ermeniler Türklerle birlikte yaşamaktan o kadar memnunlar ki, Sultan’a başvurarak ‘Biz komşularımızdan son derece memnunuz, lütfen onları göç ettirmeyin’ diyorlar. Peki ne oldu da Ermeniler 19. yüzyılda Ruslarla, Fransızlarla işbirliği yapan, İngilizlerden medet uman bir kitleye dönüştü? ‘Kitleye dönüştü’ tabirini de düzeltmem gerekir. Tehcir kararnamesinde de yazdığı gibi, Ermeni tebaanın bir kısmının dışarıdan halaskâr, yani kurtarıcı aramasını kast ediyorum. Yoksa büyük bir Ermeni kitlesinin topyekûn isyan ederek Ruslarla işbirliği içinde bağımsız bir devlet kurmaya kalkışması gibi bir şey söz konusu değildir. Ancak Ermenilerin bir kısmı dahi olsa başka arayışlara girmişse, bunda başka faktörler de olmalı.

•Nedir o faktörler?

Bunlardan biri sadece Ermenileri değil, imparatorluktaki bütün unsurları saran milliyetçilik dalgasıdır. İkincisi  ise Osmanlı’nın geniş topraklarını  kaybetmesiyle birlikte güvenliği ön plana çıkaran politikalar izlemeye başlamasıdır. Böyle olunca Osmanlı, genelde tüm tebaaya, özelde ise gayrimüslim tebaaya adaletli davranamamaya başlıyor. Yüzyıllarca sizi belli ölçülerde tatmin eden bir devletiniz var ama bir dönem taleplerinizi karşılayamıyor. Sadece dış faktörle bunu izaha kalkışmak yeterli değildir. İçeride sıkıntı olmadan dış faktör hiçbir şey yapamaz.

•19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde sadece Ermenilere değil tüm Hıristiyan unsurlara yönelik bir devlet politikası var. Anadolu Hıristiyanlığının kökü kazınmak isteniyor. Maalesef de büyük ölçüde başarılı da olunuyor. Neden?

“Kökünü kazımak” tabiri bir hayli abartılı. Ancak gayrimüslim kavramının artık bir tehdit algısına karşılık gelmeye başladığı muhakkak. İttihatçı önderlerin önemli bir kısmının Balkan kökenli olması ve Balkanlar’da Müslüman ve Hıristiyan tebaa arasında yaşanan çatışmalar sayesinde yerleşen Hıristiyan antipatisi bunda önemli bir faktör. Ayrıca İttihatçılar Almanlarla işbirliği içinde ve Almanların Osmanlı’da işbirliği yapabileceği bir gayrimüslim unsur söz konusu değil. Öyle olunca İttihaçıların zaten buna hazır olan gayrimüslim düşmanı zihniyet yapılarını Almanlar da beslemiş olabilir.

•Türkiye’de Hıristiyan fobisi çok yaygın ve güçlü bir eğilim. Günümüzde bunu Türkiye nasıl aşacak?

Bir Müslüman olarak Hıristiyanlar için misyonerliği bir hak olarak gördüğümü söylemek isterim. Avrupa ülkelerinde yaşayan 20 milyon Müslümanın İslamı anlatabilme hakkı olması gerektiği ve bunu belli ölçüde kullanabildikleri gibi Müslümanların yoğun yaşadığı bölgelerde de Hıristiyanlar kendi inançlarını ifade etme ve yayma hakkına sahip olmalıdır. Her ne  kadar bir Müslüman olarak bu beni rahatsız etse de… O misyonerlik faaliyetleri sonucunda bir Müslüman kardeşim başka bir dini seçince elbette bundan hoşnut olmam ama bunun engellenmesi gerektiğini kesinlikle düşünmem. Nitekim uluslararası yasalara göre inancı yayarken korkuya veya menfaate dayalı olarak bunu yapmamak şartıyla misyonerlik meşru bir haktır.

•1915’in 100. yılına yaklaşırken Türkiye neler yapmalı?

Devletin üstüne üç görev düşüyor. Birincisi, gayrimüslimlerin  ve bu kitlenin büyük çoğunluğunu oluşturan Ermenilerin sorunlarını çözmek. Kendi ülkesinde yaşayan Ermenileri memnun etmeyen bir ülkenin 1915 ile yüzleşmesi beklenemez. İkincisi, Diaspora ile dostane ilişkiler kurmak çok önemli. Üçüncüsü, Ermenistan ile dostane ilişkiler kurmak da çok önemli. Bu arada ‘1915 soykırım değildir’ söylemine dayalı politikalar da yetersizdir. ‘1915 soykırım değilse nedir? 1915’te aslında ne oldu?’ sorularının cevabı verilmelidir. ‘Savaş şartlarında birtakım olumsuz olaylar oldu’ demek de çözüm değildir. 1915’in hemen öncesinde Türkiye’de 1,5 milyon Ermeni vardı, bugün yoklar… Bunun sebebi her neyse bunun üzerinde hakkaniyetle durulan, bir devlet yetkilisi çıkıp ‘Biz de bu olanlardan çok üzgünüz’ dese, çok önemli bir adım atılmış olur.

•Özür dilersek bunun arkasından tazminat talebi sonra da toprak talebi gelir diyenler de var. Buna ne diyorsunuz?

Yaşanan acılara samimi bir şekilde ortak olmak peşinden tazminat talebini getirmez. 1915’i tehcir, yani yerinden etme olarak kabul ettiğiniz takdirde o zaman tehcir kararnamesine dönüp bakmak gerekiyor. Orada yerlerinden yurtlarından edilen insanlara evlerine karşılık ev, bağlarına karşılık bağ ya da bunların karşılığı verilecek deniyor. Tehcir sonrası bu yapılmamış ya da yapılamamış. Bunu göz ardı edemeyiz. Tehcir edilen Ermenilerin torunlarının ata topraklarına güvenle ve huzurla gelip ziyaret edebilmelerini temin etmek, Diaspora’nın dostluğunu kazanmada çok önemlidir diye düşünüyorum. Bakın, bugün Balkanlar’dan Anadolu’ya göç ettirilen vatandaşlarımız, bugün dostane ilişkiler çerçevesinde Bulgaristan’a, Makedonya’ya  ve diğer Balkan ülkelerine gidebiliyorlar. Eğer benzer bir ilişki zeminini Diaspora ile kurmak hedeflenmiş olsaydı (elbette zordu), bugün biz konuyu bu şekilde tartışmıyor olabilirdik.

'GAYRİMÜSLİM CİNAYETLERİNİN ARKASINDA DARBE HEVESLİLERİ VARDI'

•Dinlerararası diyalog konusunda da ciddi bir kafa karışıklığı var… Dinlerarası diyalog adı altında ne tür faaliyetler yapılıyor?

Dinlerarası diyalog farklı inançlara sahip insanların birbirlerini anlama gayretinden başka bir şey değildir. Ben 20 yıldır dinlerarası diyalog toplantılarına katılıyorum. Her ay bazen iki toplantıya katıldığım oluyor. Şunu söyleyebilirim ki dinlerarası diyalog toplantılarının yüzde 99’unda teolojik değil dünyevi konular konuşuluyor. Farklı dini inançlara sahip insanlar biraraya gelip mesela ‘Gençlerimizi uyuşturucu belasından nasıl kurtarırız’ ya da ‘Nefret söylemine karşı neler yapmamız gerekir’, ‘Gittikçe artan şiddet eğilimine karşı neler yapabiliriz’ gibi konuları  konuşuyoruz. Yani çoğunlukla din üzerine değil dünyevi, seküler konular konuşuluyor. Ancak Türkiye’de bu konuların abartılmasında ve çarpıtılmasında farklı amaçlar var.

•Nedir o amaçlar?

Rahip Santoro cinayeti ya da Malatya’daki Zirve katliamı gibi olayların arkasında Türkiye’de darbe zemini oluşturmak çabası vardı. Bunun için gayrimüslimlere karşı var olan şüpheyi kullanmak istediler. Mesela şu tür haberler çıktı: ‘Trabzon yöresinde misyonerler cirit atıyor. 200 genç Hıristiyan oldu. Ordu güvenlik perspektifinden meseleye el koydu.’ İşte bu süreçte dinlerarası diyalogu da bir manivela olarak kullanmak istediler. Hükümetin AB politikasına karşı da bunu kullandılar.  Adeta bir psikolojik savaş taktiği olarak kamuoyuna şu mesajı vermek istediler: Şimdiden binlerce insan Hıristiyan olduğuna göre AB’ye girersek kim bilir neler olur… Bu sıralar bu tür haberler çok çıkmıyor, çünkü bu tür haberleri servis edenler şimdi yargıya hesap veriyorlar.