Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen, isim vermeden bazı din adamlarını eleştirerek, "Ağalarının, paşalarının arzularına göre fetva verirler. İcap ederse göklere çıkarırlar... O türlü konuşan, esrara fetva veren, kötülükleri takdirle karşılayan, onları iyiymiş gibi kamuoyuna bir yönüyle deklare eden bu insanlar şeytandan daha zararlıdırlar" dedi. Gülen, "Bir arkadaşımız demişti ki kıymeti harbiyesi onun doğru okumuşlar. Diyeceği edeceği şeyler, itibarıyla binlerce arkasında sürüklenecek bir tip olması, bir karakter olması itibarıyla bana 10 tane villa teklif ettiler dedi. Demek ki herkesin kıymeti harbiyesini de biliyorlar yani" diye konuştu.
"İnsanlar eğrilere ‘eğri’ diyemiyor" diyen Gülen, "Eğri dediğim zaman önüm kesilir. Bu adamlara azıcık başkaldırsam, defterlerime el konulur. Servetim yeniden gözden geçirilir. Mali bir kısım haklı olmayan mükellefiyetlere maruz bırakılırım!..’ düşüncesi elleri kolları bağlıyor” ifadelerini kullandı.
Gülen'in herkul.org’da “Göz aydınlığı nesiller ve bir âhir zaman fitnesi” başlığıyla yayınlanan (25 Ağustos 2014) son açıklamalarından satırbaşları şöyle:
'Toplum bomboş insanların ümidine kaldı'
Rasûl-ü Ekrem (sas) şöyle buyurmaktadır: “Evleniniz, çoğalınız; ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim (mesrur olurum).” Sefahate bulaşmış, başı secdesiz, vicdanı paslı, gözü kanlı bir nesil ile Rasûl-ü Ekrem’in iftihar etmeyeceği açıktır. O’nun, çoğalmasını istediği nesil, Allah indinde de makbul olan, O’nun rızasını kazanmaya teşne bulunan, din-i mübini yaşayan ve yaşatan bir nesildir. Günümüzde siz değil de belki o mevzuda ihtimam göstermesi gerekli olanlar ihtimam göstermediğinden dolayı toplum boş insanların, hatta bomboş insanların ümidine kaldı. Ümmetin üzerine bir zaman gelecek ki, onların içinde, bilmesi gerekli olan şeyleri bilmeyen nesiller yetişecek. Âlim kalmayacak içlerinde. O vakit, ilmiyle amel eden, kılı kırk yararcasına dinî yaşayan kimseler kalmaz; dolayısıyla, kitleler kendilerine cahillerden başlar edinirler. Onun için, kafamızı mutlak manada kemmî (sayısal) planda tekasüre (çoğalmaya) takmaktan daha ziyade keyfî (nitelik) planda çoğalmanın arkasında olmamız lazım. Sadece kemmiyyet (sayıca azlık çokluk) planında bir genişleme söz konusuysa, öyle bir yığının sürüden farkı yoktur. Bir serkâr çıkar, üç-beş demagojiyle bir sürüsünü aldatır, arkasından sürükler götürür.
'Kötülükleri iyi gibi kamuoyuna deklare edenler şeytandan daha zararlıdır'
Onlara hal hakikat adına bir şeyler sorulur. Onlar da bilgisizce sadece karşı tarafı memnun etmek için satılmışlığın gereğini yerine getirmek için fiyatını bulduğu zaman onların hesabına konuşacak insanları buldukları zaman onlar fetva verirler. Ağalarının, paşalarının arzularına göre fetva verirler. İcap ederse göklere çıkarırlar... O türlü konuşan, esrara fetva veren, kötülükleri takdirle karşılayan, onları iyiymiş gibi kamuoyuna bir yönüyle deklare eden bu insanlar şeytandan daha zararlıdırlar. Bunların hepsine satılan insanlar diyoruz. Bazıları bir evi kendisi yeterli bulur çok muktesiptir. Kanaatkârdır. Bazılarının yüzü biraz daha açılmıştır bir değil, 2 olsun der. Bir arkadaşımız demişti ki kıymeti harbiyesi onun doğru okumuşlar. Diyeceği edeceği şeyler, itibarıyla binlerce arkasında sürüklenecek bir tip olması, bir karakter olması itibarıyla bana 10 tane villa teklif ettiler dedi. Demek ki herkesin kıymeti harbiyesini de biliyorlar yani.
'Şu iki hususta aldandık...'
Biz aldandık. Cenâb-ı Hakk’ın şu anda belli bir ölçüde yumuşak yumuşak kulaklarımızı çekmesi de sanki bunun neticesi. (Hadiselerin diliyle bize adeta şöyle deniyor:) “Yaramazlar!.. Ne diye yaramaz insanlara o kadar hüsnüzan ettiniz! Ne diye o kadar yaramaz insanlar için sokak sokak dolaştınız; kadını erkeği çoluğu çocuğu seferber ettiniz?” Gittikleri evlerde başlarından aşağıya sıcak sular döküldü, ‘gelmeyin bize’ diye. Fakat onlar, hak zannettikleri o mevzuda kararlı durdular. İlle de evrensel insanî haklar şöyle böyle toplumun hayatında vücut bulsun istediler; gerçek demokrasi yaşanmasının ve dünya ile bir barışa gidilmesinin bu yolla olabileceğini zannettiler. Hadiste ifade buyrulduğu gibi, ‘Hüsnüzan ibadetin en güzelindendir.’ Ne var ki bir yönüyle bir yerde ölçüyü kaçırdılar, kaçırdınız, kaçırıyorsunuz, hâlâ da kaçıranlar var. Hüsnüzan ederken mülahaza dairesini açık bırakmadınız: “Yahu acaba böyle mi; yoksa bize arkadan hançer de saplarlar mı bunlar? Yoksa bütün çarkları, devlet kapısını değersiz kimselerin emrine mi verirler; meseleyi bir kayırma sistemi haline mi getirirler?” diye düşünmediniz. Neden Allah aşkına azıcık basiretle hareket etmediniz; kendinizi sadece hüsnüzanna saldınız, mülahaza dairesini bütün bütün kapadınız? Neden Hazreti Üstad’ın ‘hüsnüzan, adem-i itimad’ mülahazasını değerlendirme lüzumunu duymadınız? “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir.” diyor Hazreti Pir. Bazı kimselerin o ölçüde sevgiye, takdire, tayine ve desteklenmeye hakkı yoksa şayet, o mevzuda aşırı gittiğinizden dolayı, Allah, sizi tokatlayabilir; merhametsizce azap çektirir: Aklınızı, vicdanınızı kullansaydınız. Bazı kimselerin melek suretinde Mefisto olduğunu hatırdan çıkarmasaydınız.
'Hâlâ aldanıyoruz, hesabı ağır olur'
Şimdi bize düşen şey: Bir; “Allah’ım, hüsnüzan etmede mübalağaya girdik, rızana uygun düşmedi, bizi tecziye ediyorsun; bahtına düştük, bizi affeyle.” İki; “Senin rızana muvafık düşmediği şekilde, haklarında hayırlar düşünüp ‘Bizi evrensel insanî değerlere ulaştıracaklar. Gerçek ruhuna uygun demokrasiye ulaştıracaklar.. ve milletin en fakirinden en zenginine kadar sosyal adaleti (Hazreti Ömer devrindeki adaleti) tesis edecekler!’ deyip bunlara aşırı alaka duyduk; şimdi Sen, bu haksız ve mübalağalı ilgiden dolayı bizi cezalandırıyorsun; ne olur, bizi bağışla!” demektir. Çok aldandık, hâlâ aldanıyoruz. Aldanırsak, aldanmanın hesabı çok ağır olur. Allah, aldanmamaya azmetmiş sizleri aldanmaktan muhafaza buyursun.