Politika

GÖRÜLMÜŞTÜR: Damgalı savaş kararı

Ümit Fırat, PKK'nın politikasını ve yaşananları anlattı

12 Ağustos 2012 17:33

Ümit Fırat

(Star Açık Görüş - 12 Ağustos 2012)

 

GÖRÜLMÜŞTÜR

Damgalı savaş kararı

 

Abdullah Öcalan, 5 Eylül 1999 tarihinde yani tam 13 yıl önce, PKK Merkez Komitesi’ne ve Başkanlık Konseyi’ne iletilmek üzere avukatlarına bir çağrı metni vermişti. Metnin ilk 5 maddelik bölümünde, Öcalan’ın alışılmış kaba ve dayatmacı üslubundan uzak, ölçülü ve anlaşılır bil dil hâkimdi. Öcalan, 3 Ağustosta yaptığı çağrıya uygun olarak örgütün 1 Eylül 1999 tarihli kararıyla tüm silahlı güçlerini Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çekerken, artık silahlı mücadele sayfasının kapanması ve geçmişteki hatalarının tekrar edilmemesi gerektiğini vurguluyor; Türkiye, Ortadoğu, Kürdistan, Avrupa ve uluslararası ilişkilerde yeni dönemin ruhuna ve gereklerine göre nasıl bir politika ve hareket tarzı izlenmesinden, kadın özgürlüğüne kadar birtakım görüş ve tavsiyelerini açıkladığı metnin başında şöyle diyordu:

“(…)Tümüyle bir tehlike olarak ortadan kalkmamakla birlikte, ulusal ve uluslararası ilişkilerde şiddet unsurunun giderek etkinliğini yitireceği, fazla bir çözüm değeri taşımayacağı, dolayısıyla anlamsızlaşacağı ve var olan askeri güçlerin de daha çok caydırıcı ve sınırlı kullanılabileceği kesindir. Bunun da ancak uluslararası iradeyle olabileceği, bunun yerine bilimsel-teknik temele dayalı; ekonomik, sosyal, siyasal birliklerin öne çıkacağı, bunun başarı şansının bu birliklerin demokratik düzeyiyle orantılı olacağı, diğer bir deyişle, ağır basacak gelişmenin barışın evrim dili olacağı açıktır. Gelişmeler her geçen gün bunu dayatmakta, engelleri aşmakta ve yavaş da olsa başarılarını kaçınılmaz kılmaktadır(...)

Bu anlamda geçmişte yanlışlıkları kadar aşırılığıyla da eleştirilecek temelde şiddet ağırlıklı mücadele, bir demokratik devrim sürecinin yöntemi olarak değerlendirilirken, artık buna stratejik olarak son verme ve temel mücadele yönteminin demokrat çerçevelerde barışçıl olacağı açıktır. (…) Devrimin şiddet anlayışına çok ters ve çoğu suç teşkil eden gelişmeler bilinmektedir. Benim karşı çıktığım ağırlıklı olarak 1988-'98 arası bu çizgi dışı ve giderek ürperten, büyük acılara yol açan ve bizi büyük çıkmaza saplatan, esasta şiddet uygulamalarındaki yozlaşmaydı. Bu yıllar benim açımdan yüzde doksan bu anlayış ve kişiliklere karşı verildi. Dolayısıyla erkenden devlet yaklaşımlarını görmek kadar, çözüm alternatiflerini geliştirememenin de en temel nedenidir. Bunu çok iyi değerlendirmek, herkes payına düşeni görmek ve doğruya ulaşmak göreviyle, özeleştiri ve gerekli dönüşüm çabalarıyla karşı karşıyadır(…)                                                                                                               

Kendini kandırarak da hiç olmuyor.”

 

Genelkurmay’dan Öcalan’a tavsiye

 

Ne var ki, bu metni yazıp silahlı savaşı terk ettiğini söylemesine karşın, kendisini ziyaret eden bir Genelkurmay yetkilisinin tavsiyelerini ise ancak 1 yıl sonra, 13 Eylül 200 günkü görüşmesinde avukatlarına şu sözlerle iletiyordu, “…Çatışma gücü olarak. Tümüyle dışarı çıkmamıza Genelkurmay yetkilisi kuşku ile baktı. Neden tümüyle dışarı çıkmayı anlamadılar diye şimdi düşünüyorum. İlk konuştuğum Genelkurmay temsilcisi bu konuda kuşkuluydu. Sağlam bir ateşkes olmalı. Tam dışarı çıkmamalı dediler. İlk başta ciddiye almadım. Şimdi daha iyi anlaşılıyor. Başka güçler kullanabilirler.

Örgüt yönetimindeki savaş karşıtı kanadı etkisizleştirip tasfiye ettiğinden emin olduğu 19 Mayıs 2004 tarihinde avukatlarıyla görüştüğünde ise yukarıda aktardığım satırlar sanki kendisine ait değilmiş gibi davranıyor.

Avukat: HPG'nin mesajı var Kendilerinin güçlü bir meşru savunma savaşına hazır oldukları belirtiliyor. Kendilerini 1 Haziran tarihine göre planladıklarını sizin son açıklamalarınız ekseninde beklediklerini belirtiyorlar.                                                    

Öcalan: Meşru savunma haklarını kullanacaklarHPG'ye söyleyin komutanlıklarını sağlam tutsunlar. Kendi can güvenliklerine sonuna kadar dikkat etsinler. Daha önce de söylemiştim çocuk, kadınlar vurulmasın, intihar eylemleri olmasın. Ormanlara yönelik şey olmasın. Meşru savunmalarını güçlü geliştirsinler. Dağlarda üsleriniz var. Canınızı korumak için ben yapmayın desem bile doğal olarak yapacaksınız. Ülkenizden kaçmayın. Canınızı ve ülkenizi koruyun. Israrla imha etmek isteyen güçler üzerinize gelebilir, onları şey edersiniz. Sizin üzerinize gelmezlerse gidip orayı şurayı imha etmek olmaz. 15 ağustos şeyi gibi olmaz. Gidelim şu karakolu imha edelim ile olmaz. Önceden ilan edilir. Şu alan meşru müdafaa alanıdır diye. Mayınlıdır diye. Duyuru yapılır. Kimse ölmesin. Diyelim ki Cudi Dağı. İmha amacıyla üzerinize mi geliyorlar, yer altılarınızı geliştirirsiniz. Biz bu ülkenin birliğine saygılıyız, ama kendimizi savunuyoruz denilir. Bu söylediklerimi HPG birliklerine gönderirsiniz.”

 

Esas hedef AK Parti

 

Ardından Kongra-Gel adına Zübeyir Aydar'ın 1 Haziran 2004'te Kandil’de kamera karşında okuduğu bir metinle ateşkesin sona erdiğini ve yeniden silahlı çatışma sürecine girildiği açıklandı.

1 Temmuz 2012 PKK’nin Kandil’de gerçek 1 numara (Cuma Kod) Cemil Bayık’tan sonraki 2 numara (ABBAS Kod-Selahattin Erdem Mahlas) Duran Kalkan, ANF’de yayınlanan röportajında özetle şöyle diyordu:

“Kuşkusuz içinde bulunduğumuz süreç bir çözüm sürecidir. Fakat geçmişte olduğu gibi siyasi çözüm süreci değil, askeri çözüm sürecidir. Biz iki yıl önce stratejik değişiklik yaptık. Artık mevcut AKP yönetimi devam ettikçe Kürt sorununun siyasi çözümünün gerçekleşemeyeceği kanaatine vardık. Dolayısıyla da AKP’yi siyasi yenilgiye uğratacak aktif bir mücadele konumuna geçtik, strateji değiştirdik. Devrimci halk savaşıyla AKP siyasetini yenilgiye uğratıp Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünü böyle bir direniş temelinde gerçekleştirmeyi öngördük. Şimdi bu temelde mücadele ediyoruz.(...)

15 Ağustos atılımı temelinde gelişen savaşla Ankara’yı askeri yenilgiye uğratıp Türkiye’de bir silahlı devrim yapmayı hedefliyordu. Şimdi bunda da değişikliğe gitti. Ankara’yı askeri olarak yenilgiye uğratamazsa da siyasi olarak yenilgiyi hedefleyen bir mücadele anlayışını esas aldı, öngördü. Belki Ankara’da askeri gücü, devleti tümden yenilgiye uğratamaz ama AKP siyasetlerini geliştirdiği direnişle yenilgiye uğratabilir. Ankara’da bir siyasi değişime yol açabilir. Faşist AKP siyasetini yenerek demokratik siyasetin Ankara’da zafer kazanmasını sağlayabilir. Bu gayet mümkün ve gerçekçi bir durumdur. Bu çerçevede de Kürt sorununun demokratik çözümünü gerçekleştirebilir. Bu da bir çözümdür ve PKK’nin şimdi mücadelede esas aldığı, hedeflediği bir çözüm tarzıdır(...)

 

Kimler mutlu ve umutlu?

 

2 Numara nihayet baklayı ağzından çıkardı ve bu satırların yazarının 2004 yılından bu yana ısrarla altını çizerek belirttiği tezi doğrulayarak savaştan ne amaçladıklarını açıkça ifade etti. “Devrimci halk savaşı” ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ve AK Parti Hükümetini Ankara’da yenilgiye uğratacaklarını ve yok edeceklerini söyledi. Böylece Milliyetçi, Ulusalcı, Faşist, Neo-Nazi, Ergenekoncu, Kemalist, Stalinci, İstemezükçü, kronik muhalif eski kafa solcu, bilumum bilmiş-bilgiç Beyaz Türk ve PKK saflarındaki ‘Siyasi Mülteci’nin yüreklerine su serpildi. Onlar artık kimi zaman muhalefette etseler, Ankara’da kaybettikleri eski devletlerinin yeniden inşası için PKK’yi bir can simidi gibi görmeye başladılar.

Bu arada kendi Kürtlerine yapmadıkları eziyet kalmamış olan ve Kürdü olan Türkiye’ye komşu devletler de ellerindeki fırsatları her zaman olduğu gibi yine en verimli şekilde değerlendirme şansı bulmaya çalışıyorlar. Yıllardır PKK’ye ev sahipliği yapan; silah, mühimmat ve her türden desteği sağlayan bu savaşın bölgesel aktörleri, Türkiye ile hesaplaşmak için iyi bir fırsat yakalamış oldular. Saddam sonrası Irak’ta oluşan Kürdistan Otonom Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’den oldukça rahatsızlardı. Bölgesel politikalarının oluşmasında hiçbir şekilde dikkate almadıkları Kürtler, şimdi bütün baskı ve engellere rağmen tarih sahnesindeki rollerini almışlar, ‘artık buralarda bir şeylere karar verildiğinde bizim de irademiz dikkate alınacak!’ demekteydiler. Tahran ve Şam’ın Bağdat’taki yeni müttefikleri Başbakan Maliki yönetimini takmıyorlar, üstüne üstlük bir de Türkiye ile doğrudan ilişkiler kuruyorlardı. Bu hiç iyi bir gidiş değildi ve bunun Esat sonrası Suriye için bir örnek ve tekrarı olmasını istemiyorlardı. O zaman Suriye Kürtlerinin şimdiden bazı emin ellere teslim edilerek yeni bir Barzani’ni örneğinin orada ortaya çıkmasının yolu kesilmeliydi. Oluşturmaya çalıştıkları yeni Kürt yapılanmasına ve Esad’a askeri destek sağlaması için de Bağdat’taki yeni müttefiklerine görev verdiler. Ancak Barzani bu senaryoyu iyi okudu ve derhal karşı tedbirlerini aldı. Öncelikle Maliki’nin Bağdat’tan gönderdiği askerlerinin önünü keserek tasarlanan askeri destek ve ittifakı etkisizleştirdi. Tek başına bir PYD yönetimine fırsat vermeyerek Suriye’nin bütün Kürtlerinin temsil edildiği bir konseyin kurulmasını sağlayarak yeni yapılanmada Tahran-Bağdat-Şam vesayeti ihtimalini bertaraf etti. Keza bir yandan da Türkiye Dışişleri Bakanı ile görüşmeler yaparak muhtemel problemlerin minimize edilmesini sağlamaya çalıştı.

PKK bildik PKK ve asla ezberini bozmadı. Hakkâri ve Kürdistan dağlarında “Önder Apo’nun ve Kürt halkının özgürlük yürüyüşünü başarıya taşıma direnişi” adı altında yüzlerce genç insan açıkça ölüme gönderildi; binlerce insan bir kez daha yerinden yurdundan edilip acılar içinde bırakıldı. Yıllar boyu Kürtlere olmadık acılar yaşatan ve yok sayan bir geleneğin mensupları, bugün AK Parti tarafından ellerinden alındığını iddia ettikleri vesayet ve egemenlik haklarını eski metot askeri darbelerle sağlayamayacaklarını gördükleri için, belki PKK’nin sayesinde yeniden kazanabileceklerini umuyorlar.

Allah cümlemizin akıl ve ruh sağlığını korusun.