Kültür-Sanat

Görmüyor ama çiziyor

Doğuştan görme özürlü olan Eşref Armağan, resimleriyle bilim adamlarının ilgisini çekti, hatta adına Discovery Channel bir belgesel bile yapıldı

04 Nisan 2009 03:00

Doğuştan görme özürlü olan Eşref Armağan, resimleriyle dünyanın önemli üniversitelerinden bilim adamlarının ilgisini çekti, hatta adına Discovery Channel bir belgesel bile yapıldı

İngiliz bilim dergisi New Scientist, Armağan’a üç sayfa ayırdı, görmeyen ressamın beyninin nasıl çalıştığını araştırdı. Toronto Üniversitesi’nden Prof. Dr. John Kennedy, 1413 yılında ünlü mimar Filippo Brunelleschi’nin üç kaçışlı perspektifle inşa ettiği Floransa Katedrali’nin vaftizhanesini aynen kağıda aktaran Armağan’ın çizimini görünce göz yaşlarına hakim olamadı. Çünkü ilk kez görme özürlü bir insan sadece dokunma duyusuyla bir resimde olması gereken gölge, perspektif gibi kavramları olağanüstü bir şekilde kağıda aktarıyordu. Harvard Medical School, Armağan’ın beynini MRI taramalarıyla inceledi. Sonuç ise herkes için oldukça şaşırtıcıydı. Bilim adamları ressamımız için “Armağan’ın beynindeki görsel korteks çizim yaparken normal bir insanınki kadar iyi çalışıyor. Noel ağacı gibi ışıl ışıl” diyor.


Görme engelli birinin “ressamlık yapması” pek alışıldık bir iş değil. Sizin ressamlık serüveniniz nasıl başladı?
İstanbul Fatih’te, 1953 yılında anadan doğma görme engelli olarak dünyaya geldim. Başlangıçta ressamlık gibi bir isteğim yoktu. Bir bebek doğduğunda, önce gözleri açılıyor, sonra da beyni gelişiyor. Birisi “Şu kırmızı örtü” dediği zaman, kendi gözüyle bakıp “Bu kırmızı” diyor. Ama ben anadan doğma görmediğim için, tamamen dokunma gücü ile görmeyi öğrendim.

Nasıldır dokunarak görmenin farkı?
Bir şeyi öğrenirken nesnelerin isimlerini söylediler. “sandalye”, “masa”, “lamba”, “elma”, “çiçek” dediler.Ancak, benim zihnimde ne şekil, ne de renk olarak bir şey oluşmadı. Ama ben hiç yılmadım. 5-6 yaşında ellerimle kavrayabildiğim şeylerin isimlerini, hangi renkte olabildiklerini ve 6 farklı açıdan nasıl durduklarını öğrendim. Tabii ki, renklerinin ne olduğunu da ezberliyordum. Şekillerini algılayabilmek için de parmaklarım ile dokunduğumda, çizgilerini anlayabileceğim “kabartma çizgiler” kullandım. Ta ki insanları bıktırana kadar “Bu neresidir” diye sordum. Çünkü benim amacım, yaşadığım dünyayı tanımaktı.

Herkes sabırla anlattı mı?
En büyük yardımcım rahmetli babamdı. O bıkmadan anlatırdı. İlk başta hiç kalem kullanmadım. Cisimleri karton üzerine çiviyle çizdirip, parmaklarımla oyuklarını anladım. Böylece, onların yapılarını öğrendim. 15-16 sene öncesine kadar tuvalle çalışmıyordum. Ellediğim şeyleri karton üzerine çiviyle çizmeye çalışıyordum. Artık kendimi geliştirdim, şimdi tuvalle de çalışıyorum. Hiç resim eğitimim yok. Zaten, dünyada tek olma sebebim de bu. Ben kendi yöntemlerimi kendim buldum.

İlk resminizi ne zaman yapmıştınız?
İlki 12 yaşında yaptığım bir kelebek resmiydi. Tavanda bir kelebek uçuyormuş. Babam bir resim boyası kitabından bakarak karton üzerine çiviyle bir “kelebek” çizdi. Kelebeğin antenlerini ve kanatlarındaki benekleri öğrendim. Her zaman çizdiğimi babama göstermek zorundaydım. “Evet, tamam, bu benzemiş” diyorsa, “Ben bu işi yaptım” diyordum. Defalarca yanılgıya düştüm. Ama 20 kere de yapamasam, devam ediyordum. Hayatta en korktuğum şey, yapamayacağım bir şeyin önüme gelmesiydi.

Sizdeki bu yaşam sevinci ve azim nereden geliyor?
Ben yaşadığım dünyayı ve çevremi tanımak istiyorum. Bu istek bende bir tutku oldu. Yapamadığım her şeyin üzerine gittim. Görmez bir insan, yaşadığı dünyayı tanıyabilmiş, renginden şekline her şeyi öğrenebilmişse, o zaten “kör” değildir. Bana da kimse “kör” diyemez. Ben parmak uçlarımla, görebilen insanlardan daha fazlasını görebiliyorum. Kör, bir çiçeğin şeklini, bir binayı, bir duvarı nereden bilir? Ama ben biliyorum. Bana bir manzara söyleyin, sizin önünüzde şakır şakır çizeyim. Ben dünyayı ellerimle görmeyi başardım. Artık bunalım problemim kalmadı. Çünkü kendime yeni bir pencere açtım. Oradan bakıyorum.
Benden İlham ve güç alan çok kİŞİ var

Ünlü olmanız, adınızı dünyaya duyurmanız nasıl oldu?
3-4 yıl önce Harvard’ta bir dizi araştırmadan geçtim. Beni MRI cihazlara sokup beynimdeki görsel alana baktılar. Resim yaparken parmaklarımı o kadar güçlü kullanmışım ki, beynin görsel alanını çalıştırıyorum. Resme bakan bir insan, gözüyle gördüğünü nasıl beyni ile algılıyorsa, ben de dokununca öyle algılıyorum. Araştırmadan çıkan en önemli bilimsel sonuç buydu. Benden ilham ve güç alan çok kişi var. Adam kanser olmuş, “öleceğim” diyor. Ama Discovery Channel’da yayınlanan belgeselimi izleyip yaptığım resimleri görünce, “Ben artık ölmeyeceğim” diyor.


Floransa Katedrali’ni gören ressamlar bile çizememişti

Discovery Channel’ın sizin belgeselinizi çekti...
Hayatımı arkadaşım Joan Eröncel değiştirdi. Boğaziçi’nde Uluslararası Program Koordinatörü’yken benimle tanıştı ve “Türkiye’de bir dâhi var. Onu dünyaya tanıtacağım” dedi. Joan sayesinde, Toronto Üniversitesi’nde “Görmeyenler nasıl çizer?” konusuyla uğraşan bir bilim adamıyla tanıştım. Prof. John Kennedy, New York’tan gelip beni 3 saat sorguya çekti. Sonunda “Dünyada böyle birisinin olabileceğini biliyordum” diyerek ağladı. Kennedy, benim 3 kaçışlı perspektifin resmini de çizebileceğimi söyledi. Discovery, bu olayın belgeseli için beni alıp Floransa’ya götürdü.

Neden Floransa’ya gittiniz?
Çünkü Floransa’da yaşamış Filippo Brunelleschi adlı bir mimarın, dünyada ilk üç kaçışlı perspektifi bulduğu yapının resmini çizmemi istediler. O binayı görebilen ressamlar bile çizememişti. Binanın duvarlarını ve maketini bana ellettiler. Üç ayrı noktadan yapıyı gerçeğe uygun şekilde çizince, Prof. Kennedy bir anda ağladı. Herkes beni tebrik ediyordu. Dünyada ilk kez ben böyle bir çizimi yapabilmişim.


Demirel’in resmime verdiği para ile büfe açtım

İnsanlar gerçekten de “görmeden” resim yapabildiğinize inanıyor mu?
Allah’tan Harvard var, yoksa görmediğime hiç inanmayacaklardı. Eskiden görmeyen birinin resim yaptığını duyunca, “Ya görüyordur ya da başkası yapıyordur” derlerdi. Harvard’tan Prof. Dr. Alvaro Pascual Leone, MRI cihazının içinde bana 7 saat resim çizdirdi. Kâğıt kalem getirip “Bu ellediğin şeyi 18 saniyede çiz” dediler. 20’den fazla şekil çizdim. Resimleri yapınca Leone, “Daha önce böyle bir şey görülmedi” diye şok oldu. Gördüğümden şüphelenip kafama bir cihaz dayadılar. Cihazdan garip sesler geldi. Meğerse gözümün içine 5 cm’den kaynak ışığı kuvvetinde ışınlar çakıyorlarmış. Sonunda herkes ikna oldu.

Başka bir gelir kaynağınız yok muydu?
Babam ölünce maddi sıkıntı çektim. Gazoz, simit, limon ve kartpostal sattım. Bir dükkanda muhabbet kuşları sattım. Bir ara çaycılık yaptım. Ancak, bir gün müşteriler bıçak gibi kesildi. Sonradan öğrendim ki, insanlar beni görünce vazgeçmiş. Ben çayı doldururken, parmaklarımın ucuyla içine elimi dokunduruyorum. Sayın Demirel’in resmini yaptığımda, kendisi bana zarf içinde bir para vermişti. O parayla büfe bile açtım.

Kimlerin resimlerini yaptınız?
Berna Yılmaz’ın, Semra Özal’ın, Demirel’in, Nurseli İdiz’in, Tansu Çiller’in ve Bill Clinton’un resimlerini yaptım. Hatta, Clinton bana Beyaz Saray’dan teşekkür mektubu gönderdi. Cumhurbaşkanı Demirel resmini görünce, “Benim resmimi çok yapan var ama görenler bile bu kadar benzetememişti” dedi. Ben 23 yıl evli kaldım, sonra da boşandım. Tek başıma yaşamakta çok zorlandım. 2003 yılında, “görme engelli” bir eş buldum. Onu Ankara’dan taksiyle Kırıkkale’ye gidip kaçırdım.


Perspektifi öğrenmek için üniversiteye gittim

Ben bu işe “ressam olayım” diye başlamadım. Sadece, “Bir şeyleri ellediğimde, çizebiliyor muyum” diye çabalıyorum. Bir şeyi şekil olarak beynimle algılamaya çalışıyordum. Ben bir “elma” çizdim. Babam baktı ve “Oğlum, bu elma yuvarlak görünmüyor” dedi. Sonra bana ışığı, aydınlığı ve karanlığı anlattı. Boyamayı da tamamen ellerimle yapıyorum. Ama bir şey vardı ki, onu öğrenmek için üniversiteye gitmem gerekti: Perspektif. Onu da Marmara Üniversitesi’nde Dinçer Erimez adlı bir hocadan öğrendim. Erimez, perspektifi bir çizgi ile kartonun üzerinde gösterdi. Perspektifi öğrendikten sonra tam anlamıyla resim yapmaya başladım.



Boyaları sıraya diziyorum

Boya konusunda çok zorluk çekiyordum. Aklıma kendi kendime boyaları sıraya dizme kuralı geldi. Babama öne siyahı, arkaya beyazı koymasını söyledim. Sonra da sarıyı, kahverengiyi, kırmızıyı, maviyi ve yeşili koydum. Yani ana renkleri. Böylece, çizdiklerimi istediğim her renge boyamaya başladım. Renkler benim için sıvı bir madde. “Mavi” dendiğinde, gökyüzünü ve denizi düşünüyorum. Öyle bir his oluyor. Ama karlı ya da yağmurlu havada kurşuni renkte de olabileceğini söylediler. Boyamayı da tamamen ellerimle yapıyorum.