Kültür-Sanat

Gökten bir Nobel daha düşse

'‘Nobel Edebiyat’ hedefini önüme koyup, yoğunlaşsam, yaşam coşkumu çoğaltsam, okusam, biriktirsem, oturup yazsam; kime ne zararı var ki?'

16 Ekim 2013 17:10

 

Yaşar Seyman

[email protected]

 

Bizim ülkemizde güne çok az gülen haberle doğarız. Nedense hep acı haberler güne, manşetlere, dillere düşer. Oysa çocukken; o kocaman mahallede duyduğumuz haberler çocuk doğumları, düğünler, az sayıda ölüm haberi duyardık. Biz büyüyünce sorunlar da büyüdü sanki.

11 Ekim sabahı gazete de güzel bir haber okudum. 82 yaşındaki Kanadalı öykü yazarı Alice Munro ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ almış. Ödülü öykü yazarı bir kadının almasına çok sevindim. Hemen bir tivit attım. Darısı başıma diye…

Günler akıyor… Dileğim sosyal medyada duruyor... Meğerse zihinlerde de duruyormuş.  Bayram mesajımda Deniz’e sitem ettim. ‘Bırakıp gittiniz, yalnız kaldım koca kentte; alacağınız olsun.’ Hemen  yanıt geldi. “Halacığım sen, Nobel alasın diye yalnız bıraktık.” demez mi?

Vay bee!

Çünkü ‘Nobel Ödülleri’ alanlarındaki en büyüklere veriliyor…

Büyük düşüm ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ ve  ‘Nobel Barış Ödülü’nü almaktır. Edebiyat ödülü ülkemize gelince çok sevinmiştim. Barış ödülü gelsin; savaş bitsin diye kaç yazı yazdım. Barış Meclisi üyesi olarak çalışıyorum. Konu barışsa kimse kıskançlık duyamaz. Barış için çırpınan herkes aday olur. 82 yaşında bir kadın ödül alınca; benim duygularımın coşması hoş karşılanmalı.

Umutsuz yaşanır mı? 

Yaşamımın üçte ikisi insan hakları, işçi hakları, kadın hakları mücadelesi ile geçti. Dünya konferanslarına koştum. Daha 2010 yılında Kanada’nın Vancouver kentinde Yunanlı sendikacı dostum Zoe Lanara Tzotze ile üç dilde yaşasın barış diye dünya kongresine gelen delegasyona haykırdık.

Kürt Sorunu dediğim için ülkemde andıçlanan ilk siyasi kadın oldum.

Andıç, "İnternet Andıcı" davasıyla sözcük popüler olsa da o yıllarda ilk kez duyuldu. Çok kullanılmayan ve içeriği pek bilinmeyen bir sözcük olan Andıç; verilen özel emir üzerine ilgili karargah subaylarının bir konuyu detaylı inceleyip Genelkurmay Başkanlığı komuta katına sunduğu yazılı bir döküman olarak tanımlanıyor.

Andıçlandığım resmi evrakın altındaki imza adaşım paşaya ait olmasın mı? Sosyal demokrat bir partinin programında yazan “ Kürt Sorunu” sözcüğünü yutkunmadan söyleyince andıçlanmak o yıllarda sorunun boyutunu gösteriyor.  Diyarbakırlı Amcanın: “Haklısın. Biz etle tırnağız. Unutma, biz tırnağız biraz uzayınca kesiyorsunuz.”sözü gibi o yıllarda “Kürt Sorunu”,  “Güneydoğu Sorunu” diye adlandırılıyordu.

Coğrafyayı sorunlu tutmak bize özgü olsa gerek…                           

Ötekilerin sesi olmanın bedellini herkes gibi ödüyorum. Bir de gördüm ki bu ülkede hak teslimi adil yapılmıyor. Büyük yazar Vıctor Hugo’nun dediği gibi “ İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.” 

Asıl yaşamsal olan bir yazar, aktivist hedefsiz olur mu?

Amacı, kavgası, sevdası olanları seviyorum diyen biri inandığı yolda yürümeli. Çıkar ilişkilerinin egemen olduğu, herkesin birbirini ağırladığı, liyakatsiz insanların ödüllendirildiği bir ülkede düşlerimi, şiarım olan “ hak verilmez alınır!” sloganı ile haykırmalıyım.

İki adağıma adayım…

‘Nobel Edebiyat’ hedefini önüme koyup, yoğunlaşsam, yaşam coşkumu çoğaltsam, okusam, biriktirsem, oturup yazsam; kime ne zararı var ki?

Güzel öyküler okumak istemez misiniz?