Gökhan Özgün*
Yıllar önce bir kış günü, iş toplantısından çıktım, acele çalıştığım şirkete dönmem gerekiyordu, tam o sırada İstanbul havası dönüverdi birden, kar attırmaya başladı, lapa lapa yağıyor. Yağmur, kar İstanbul’da doğal felaket, Maslak’taydım bir an önce Şişli’ye ulaşmam gerekiyor, zar zor bir taksi buldum. Çok şanslıydım. İstanbul’da kar yağarken bir taksiye yerleşmiştim.
Tam Yıldız Teknik’in civarında taksi şöförünün ağzından maruzat yüklü bir takım cümleler dökülmeye başladı. Hepsini dinlemedim. Kendimle ilgiliydim, kendimle ilgili kısmı duydum sadece.“Abi kusura bakma ama ben seni Şişli’ye götüremeyeceğim, seni burada indirmem lazım.” dedi.
Kan beynime sıçradı. Bu arada şöför bir şeyler sayıklıyor. Evim yakında, diyor. Oğlum, diyor. Üniversite, diyor. Odun, diyor. İnsem, taksi bulmam imkansız, o sayıkladıkça, meramını anlatmaya çalıştıkça, benim sinirim iyice tepeme çıkıyor.
Bunun üzerine ben, söylenmekten nutka geçtim, benimle bir iş akdi içinde bulunan ve akdi keyfine göre bozan bu başıbozuk taksi şöförüne haddini bildirmem gerekiyordu.
Ben bir vatandaş, bir tüketici olarak haklarımı biliyordum.
Öyle kolay lokma değildim. Medeniydim. Kendimi bu densize yedirtmeyecektim. Nutkum epey uzadı, büyüdü, yükseldi, bütün taksiyi doldurdu, o medeni çıkışımın en tepesinde bir yerinde, tam hatırlamıyorum ama, plakasını alıp ondan şikayetçi olacağımı söyleyerek hukuki bir tehditte de bulunmuş olmam lazım.
Taksi şöförü hiç sesini çıkartmadan, sükunetini bir dirhem bozmadan beni dinledi. Sonra öyle bir şey söyledi ki, daha söyleyecek bir şey bulamadım, zira bütün düşünce sistemim ve anlam dünyam alt üst olmuştu.
“Abi,” dedi, “Ben seni anladım, şöyle diyeyim sana, bak banim ev hemen burada, 100 metre ilerde, benim eve gidelim, sen beni eve bırak, sana anahtarı da, taksiyi de vereyim, sen git gideceğin yere, işini hallet, akşam 9 gibi taksiyi Mövenpick durağına bırakırsın. Valla, inan hiç sorun değil. “
Şöför bana, hiç ama hiç tanımadığı bir adama, taksisini veriyor, inanılmaz ama gerçek.
Kim bu adam? Nasıl bir adam? Az önce en tepeye vurmuş nutkum tam anlamıyla tutuldu. Ve ister istemez onu dinlemeye başladım. Dinleyince anladım ki, evde oğlu üniversite imtihanına çalışıyor, evde odun yok, çocuk soğukta kalmış olabilir, acele eve uğrayıp odun alması gerekebilir.
Sonra, oğlundan konuştuk, evine uğradık, ben takside bekledim, eve odun alınmış, alınmamış olsaydı, ben taksiyi alıp gidecektim, ama gerek kalmadı. Beni gideceğim yere bıraktı, para da almadı.
Liberallik liberallik dedikleri bu işte. Binbir türlü liberal var.
Liberalin Avrupalısı başka, Amerikalısı başka, İngiliz’i başka, sağı başka, solu başka. Ama değişmeyen bir şey var bütün liberalliklerde, o da, hukukun üstünlüğü. Anlaşamadıkları şey de, ‘hangi hukukun üstünlüğü’ hususunda.
Bu garip hikayede müzmin liberal benim. Bireysel haklarımı biliyorum. Hakkım ihlal edilince, hukuk nerde diye bağırıyorum. Hukukun beni, şahsımı, haklarımı ve özgürlüklerimi hem devlete hem de diğer insanlara karşı koruması, teminat altına almasını bekliyorum.
Liberal meselesini hukukla çözer, çünkü felsefesinin temelinde şüphecilik vardır. Medenidir, moderndir, şehirlidir yani, kendinden başka kimseyi ‘tanımak’ zorunda değildir. Zaten buna vakti de yoktur.
Peki bu acayip adam, bu hiç ikiletmeden, tereddüt etmeden, al abi taksimi git diyen adam kim? Bu garip adam tam bir ‘demokrat’. Bana da demokratlığın ne olduğunu öğreten insan. Bunu, hiçbir kitabın bana belletemediği kadar derinden belleten adam.
Demokrat, mümkünse meselesini hukuka başvurmadan çözer, ki bu çoğu zaman mümkündür. Hukuk bir kenarda durur, demokrat ötekiyle kendi arasında bir başka hukuk yaratır ve onun üzerinden ilerler.
Yalnız burada çok önemli bir nokta var, demokrat siyaset yapabilmek için, ‘öteki’yle aranda bir hukuk oluşturabilmek için, önce kendi gücünden vazgeçmek, gücünü bir kenera koymak, hatta zaman zaman gücünü ‘ötekine’ devredebilmek gerekiyor.
Benim hikayemde güçlü olan taksi şöförüydü, bütün güç ondaydı, taksi onundu, onun taksisi yoksa ben nutkumla elele soğukta yaya kalacaktım. “İn aşağı, amma artizlik yaptın ulan da” diyebilirdi şöför bana. Ama öyle yapmadı, arabasının anahtarını bana vermeyi teklif etti, işte o anda ben onu dinlemeye başladım ve hukuka, kanunlara mevzuata ve devlete gerek kalmadan anlaştık. İkimiz de işimizi hallettik.
Liberal hukuk ‘antlaşma’ üzerine kurulmuştur, demokratlık ise ‘anlaşma’ üzerine. Liberal demokrat toplumlarda ikisine de itibar edilir. Liberal demokrat devletler merkezi gücünü yavaş yavaş yerele doğru kaydırdıkça, ağırlık, antlaşmadan anlaşmaya doğru kaymaktadır.
Türkiye ise, ‘antlaşma’dan da, ‘anlaşma’dan da her gün kanlı adımlarla uzaklaşıyor. Devlet, bırakın gücünü bir kenara koyup anlaşmaya yanaşmayı, gücüne güç katarak, her gün yeni bir milli seferberlik ilan ederek, anlaşmayı imkansız kılıyor.
Kimse martaval okumasın, eğer milyonlarca Kürtle anlaşma yapılamıyorsa, bunun sorumlusu güçlü olan taraftır, yani TC devletidir. TC devleti ve Tayyip Erdoğan hepimizi dolmuşuna bindirdi, dağ başında savaşın ortasına tekme tokat aşağıya indirdi.
İnilen noktada ifade diye bir şey kalmadı, söz bitti, yazı tükendi, bir tarafta azgın naralar, diğer tarafta sadece çığlıklar var.
Tayyip Erdoğan, Gezi’de güvenlik güçleri tarafından öldürülen Berkin Elvan’a, 14 yaşında, silahsız, cezai ehliyeti bile olmayan bir çocuğa terörist diyerek başladı işe, sonra terörist demediği kimse kalmadı. Terörist kelimesinin içini, anlamını dibine kadar bizzat Tayyip Erdoğan boşalttı.
Boşalttı ki, içini işine geldiği gibi doldurabilsin diye.
Ve doldurmaya başladı da.
Geçen Çarşamba günü, Resmi Gazete’de bir Başbakanlık Genelgesi yayımlandı. “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında”
Terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran veya eylem birliği içinde olan memurlar artık amirleri tarafından takip edilecek, ihbar edilebilecekler. (Bu bir görev)
Ve tabii ki, terör örgütü üyesi olarak yargılanabilecekler.
Kim karar verecek ‘legal görünüm altında illegal faaliyetin’ ne olduğuna? Amirler, amirlerin amirleri, ve en büyük amir, Ortadoğu Emiri Tayyip Erdoğan karar verecek.
Artık parmağınızla işaret ederek, canınızın istediği herkese terörist diyebilirsiniz. Devlet arkanda muhbir vatandaş.
Hepimiz teröristiz artık.
Ne mutlu Türküm diyene. Yine.
NOT: Bu genelgenin vehametiyle ilgili Tarhan Erdem’in, ve genelgenin Türkiye’yi tam olarak ne kadar geriye götürdüğüyle ilgili Alper Görmüş’ün yazısını okumakta büyük fayda var.
Bu yazı Nokta'dan alınmıştır