Gökhan Özgün*
Tayyip Erdoğan’ın siyasi taktiğinin temeli bu.
Artık meşru siyaset alanının neredeyse sonuna geldik.
Siyasi analiz bundan böyle RTE’nin aklından geçeni okumaya çalışmaktan ibaret olacak. En büyük huşuyla Reis divanesi olanla en keskin Tayyip Erdoğan muhalifinin bir farkı kalmadı.
Herkes aynı karanlık içinde.
En uyanık yatırımcıların günlük siyasi analizleri takip etmek yerine, bir psikiyatrist danışman tutarak Tayyip Erdoğan’ın jestlerini, mimiklerini, seçtiği ve seçmediği kelimeleri inceleyerek, çok değil, yarın ya da öbür gün ne yapacağını, ne söyleyeceğini, kimin üzerini çizeceğini, ne tarafa aniden sırtını döneceğini öngörmeye çalışacağı günlere geliyoruz.
‘Game of Thrones’ Türkiyesi’nde yaşıyoruz artık. Taht Oyunları. Ölülerin dirilebildiği, dirilerin canlı canlı gömülebildiği karanlık bir masaldayız sanki.
Kendini bir nevi ilahi kudret olarak gördüğüne dair artık hiçbir kuşku bırakmayan Tayyip Erdoğan, biz günahkar kullarına, yani T.C devleti vatandaşlarına, 2013 Gezi’den beri alamet-felaket-kıyamet siyasetiyle yaklaşıyor.
İlahi kudret önce bir alamet gösteriyor, küçük bir alamet, eğer bu alameti ehemmiyetsizleştirirseniz, derken felaket geliyor, bu felaketi sıradan bir melanet olarak geçiştirirseniz, üç vakte kadar kıyamet kopuyor.
Gezi’de aniden Tayyip Erdoğan’ın yanında biten Yiğit Bulut’un tam olarak ’hangi kıyametin’ alameti olduğunu bütün derinliğiyle anlayan Yasemin Çongar’dı. Yasemin Çongar’ın bundan yaklaşık 3 yıl önce Al- Monitor’e yazdığı yazının çevirisinin linki burada. Okuyun, bir daha bir daha okuyun. Ben öyle yaptım.
Çongar’ın yazısının başlığı, Erdoğan'ın Yeni Danışmanı, Şaka değil. “Şaka diye bir şey yoktur. Kasıt içermeyen tek bir şaka örneği bulmaya çalışan Sigmund Freud nihayet teslim olmuş, onun yerine bizi her esprinin içindeki hakikati bulmaya davet etmiştir.” diye başlıyor Çongar yazıya. Çünkü oradan başlamak lazım.
Çünkü o zamanlar bu durum tam da o kadar hafife alınıyordu.
Hem de her tarafta. Hoş, sanki hala öyle.
Yazının devamını okursanız, Yasemin Çongar’ın kötü bir şaka gibi duran ve aniden beliren Yiğit Bulut alametinden, hangi felakete geçileceğini ve sonunda kopacak başkanlık kıyametini de 3 yıl önceden öngördüğünü göreceksiniz.
Yasemin Çongar’ın bu unutulmaz yazısı ne yazık ki unutulmuş. Tayyip Erdoğan ve Yiğit Bulut kucaklaşmasında sığ bir zaaf değil, derin bir güç birliği keşfettiği için unutulmuş. Bu kucaklaşmanın bir dalkavuk değil koskoca bir kavuk mertebesinde olduğunu işaret ettiği için unutulmuş. Hesapsız değil, çok ince hesaplı olduğunun resmini çizmeye çalıştığı için unutulmuş. Hiçbir ortak hafızası olmayan şekilsiz bir ruha muhalefet adı verildiği için unutulmuş.
Ey alem ve el alem, şimdi anladınız mı Yiğit Bulut’un kim olduğunu, ne kadar önemli olduğunu, başkanlık propagandası ve Merkez Bankası’ndan sorumlu ‘Cumhurbaşkanı genel sekreteri’ olduğunu ve bu makamın başbakanlıktan falan çok daha kıymetli ve güçlü olduğunu. Paralel devlet tam da böyle kurulmaz mı? Devletin tepesinde olmayan paralel devlet kurabilir mi?
Devletin tepesinde kim var? Daha da önemlisi kimler var?
Biliyor musunuz? Yoksa artık başbakanın kim olacağından ziyade diğer sekreterler kim, onu mu merak ediyorsunuz?
Artık Yiğit Bulut’un kim olduğunu konuşmak için çok geç, ama belki, tam olarak 'kimlerden’ olduğu üzerine biraz kafa yorabiliriz. Sakın ha zinhar bir daha küçümsemeyin, epey kafa yormalıyız, gücüyle orantılı bir mesai harcamalıyız.
Yine Yasemin Çongar’ın 3 yıl önceki yazısına dönelim. Gezi’nin hemen ardından Yiğit Bulut başkanlık propagandasını tek başına şiddetle tırmandırırken, “Erdoğan ‘Başkanlık kırmızı çizgimiz değil’ deme ihtiyacını hissetti, ancak yine de bu fikirden vazgeçtiğini gösteren bir açıklamayı henüz yapmadı. Belki de hiç yapmayacak.”
Aynı Yiğit Bulut, başbakanlık ve Merkez Bankası profilinin iyice düşürülmesi operasyonunun da baş aktörüydü. Yiğit Bulut televizyonlarda Merkez Bankası da bizim olacak İş Bankası da diye bas bas bağırdığı zaman da aynı yatıştırıcı narkozu verdi Tayyip Erdoğan piyasalara ve kim bilir bazı bankacılara, ta ki operasyon tamamlanana kadar. Şimdi bankacılara, e artık faizleri düşürün, sürümden kazanın diyor. Bu arada, son günlerde bir ‘dolar lobisi’ de siyasetin yeni sürümünden epey kazanmış olmalı.
İş Bankası’nın sırası ne zaman gelir, mutlaka bunun zamanını gayet net bilen birileri de var. Zira Yiğit Bulut, pek hoş konuşmuyor olabilir ama, hiç ama hiç boş konuşmadı bugüne kadar. Davutoğlu’nun ise, boşa düşmüş konuşmalarından artık bir kitap yapılabilir, vize meselesinden başlayarak, geriye doğru.
Hep aynı şey oldu, önce meczup görünen bir çıkış oldu, sonra ya bizzat Tayyip Erdoğan’dan, ya ‘AKP aynı yağmur dayanışması’ndan, ya da muhalefet aymazlığından bir ehemmiyetsizleştirme girişimi geldi. ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ AKP’den, ‘kim ki o, kifayetsiz muhteris kukla’ CHP’den ve bakiye muhalefetten, ‘meczubu muhatap almam’ derken, bir felaketin yükselişi belirdi, Milli misin? Yerli misin? soruları. Terörist mi? Değil mi? sorguları. ‘Siyaset yapıyoruz’ bahanesiyle bir felaketi basit bir kötülük olarak okumalar, ‘anayasaya aykırı ama dokunulmazlığın kaldırılmasına evet’ demeler. Yani, suçu milli ve meşru kılmalar. Bizden daha millisi ve yerlisi olmaz diye sazan gibi muhalefet nutukları. Sonra da kıyamet kopunca, ne diyeceğini şaşırmalar.
Şeytan taşlamakla muhalefet olmuyor, demir kapı yavaş yavaş üzerimize kapanıyor. Son bir operasyon daha kaldı. Hukuk operasyonu. Gezi’de beliren, çocuğa bile ’terörist’ deme alameti büyüdü, ’silahsız terörist’ diye bir şey tanımlama felaketine dönüştü. Bunun da kıyameti yakındır.
‘Silahsız terörist’ten ‘silahsız sivil asker’e de yol açılır, ki buna da ‘milli milis’ adı verilebilir.
Cumhurbaşkanı’na hakaret alameti de, Murat Belge’ye dava açılmasıyla bir felakete dönüştü. Niye mi Murat Belge bu kadar önemli? Çünkü neredeyse yazmaya başladığından beri iyi kötü takip ettiğim Belge’nin hakarete devşirilebilecek tek bir ifadesi olmasına bile ihtimal vermiyorum. Amerika’dan Kuzey Kore’ye her diyardan bilirkişi toplasanız ve sıksanız zorlasanız Belge’nin dava konusu yazısından hakaret devşiremezsiniz. Bilirkişi kararına rağmen Hrant Dink’in mahkum edilmesini hatırlatıyor bana.
Bu felaketin kıyamet bölümünde herkes, ama ağzını açan herkes, istenirse, uygun görülürse veya sırası gelmişse, hakaretten içeri düşebilir artık.
Önce küçük bir parça koparılıyor, sonra hep birlikte pansuman, sonra daha büyük bir parça, sonra yine hep birlikte pansuman, sonra hepsi koparılıp gidiyor. Oldu bitti, geçmiş olsun.
İlk parçayı söküp alan hiçbir zaman Tayyip Erdoğan değil, o, son büyük parçayı alıyor. Ve fakat, hep birlikte pansuman yapılmasını büyük bir maharetle Tayyip Erdoğan sağlıyor. İşte buna da milli ve yerli birlik deniyor.
Milli olan Tayyip Erdoğan ise, yerli olan da Yiğit Bulutgiller.
Hep düşündüm ‘milli’ neden yetmiyor, yanına bir de ‘yerli’ gerekiyor diye, bu derinlikte hesapsız laf yok, şimdi her kelime şiir gibi yerli yerine oturuyor.
@GokhanOzgun_