Gökhan Özgün*
Bu günler dehşet günleri. Bu günler tarihe öyle geçecek.
Çünkü bu günlerde Türkiye’de siyaset bitti. Artık iki siyasi aktör var. Türk Silahlı Kuvvetlerinin baş kumandanı, devletin başı Tayyip Erdoğan ve PKK’nın başı Cemil Bayık. Silahı olmayana siyaset bitti. Yani, artık siyaset yok, savaş var.
Tayyip Erdoğan ve PKK dışındakiler artık hiçlendi. Dışlandı.
Yok edildi. CHP yok. AKP yok. HDP yok. MHP de yok. Meclis yok. Varmış gibi yapıyoruz.
Tayyip Erdoğan’ın varlık yokluk siyaseti, PKK’nın varlık yokluk siyasetiyle birleşince her şey tamamına erdi. Siyaset bitti.
Yalnızca meclis bitmiş değil, hükümet de yok.
Ahmet Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’nun AKP versiyonu. Ne istediği, ne söylediği, hatta neyin başı olduğu belli değil. O da AKP’nin genel müdürü. Genel müdürlüğü bizzat Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından tescil edildi.
Davutoğlu, Tayyip Erdoğan devletin başıdır, ben hükümetin başıyım, dedi. Cumhurbaşkanı başdanışmanı Akış’tan cevap geldi.
“Anayasaya göre Tayyip Erdoğan hükümetin de başıdır.”
Sen değilsin Davutoğlu. Sonrası, mırıldanma ve sessizlik.
Siyaseten vahim. Çok vahim. Bitik. Tayyip Erdoğan’ın satır aralarında var olmaya çalışan bir siyasi parti başkanı, bir garip başbakan, AKP’nin genel müdürü Davutoğlu.
12 Mart günü PKK, TKP/ML, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP-LENİNİST, TİKB, DKP, Devrimci Karargâh ve MLKP örgütleri, yayımladıkları bildiriyle birleşme kararı aldıklarını duyurdu. ‘Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni kurma kararı aldıklarını belirttiler. Bu haber beni dehşete düşürdü. Nerden bakarsan bak bir muamma. Siyaseten esrarengiz. Tayyip Erdoğan Türkiye’yi 90’lara götürüyor derken, PKK eli artırdı, 80 öncesine götürdü.
Bir tek işe yarar bu, HDP’yi tamamıyla siyasetin dışına itmeye.
HDP, PKK’yla, Apo’nun Diyarbakır’da meydana topladığı milyonlarca kişiyle bir “barış köprüsüydü”. Değil miydi?
PKK, Kürt “sosyolojisinin” bir parçasıydı. Değil miydi?
Böylece köprü havaya uçtu, sosyoloji darmaduman oldu.
HDP’nin Türk devletiyle Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri arasında köprü olacak hali yok her halde.
MLSPB’yle masaya oturacak, gizli ya da açık müzakere yapacak, onu muhatap alacak bir devlet hayal etmek bu dünyada mümkün değil. Bu durum ne gerçeğe sığıyor ne hayale, o halde tam Türkiye’ye göre.
Ve bir gün sonra, 13 mart geldi. Ankara kan revan. Terör. Korku. Yine TAK. Yine TAK çünkü bu, TAK’ın 2005 yılından beri gerçekleştirdiği 8’inci saldırı. Neredeyse hepsinde ölen ya da yaralanan siviller var. Ama hiçbiri Türkiye’nin hafızasında bu saldırının bıraktığı izi bırakmadı, bırakmayacak. Hiçbiri Türkiye’de bu travmayı yaratmadı, yaratmayacak.
Niye mi? Çünkü Cemil Bayık, PKK tarihinde ilk defa intikam hakkından söz etmeye başladı. Kimin kimden intikamı? Bir bölgenin diğer bir bölgeden intikamı. Hatta belki bir milletin diğerinden intikamı.
BBC Türkçe’nin Cemil Bayık’ın Times’a verdiği röportajdan aktardığı sözler şöyle:
"Türkler, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı Kürt kentlerinde mümkün mertebe herşeyi yağmalayıp yaktılar. Bu nedenle halkımız intikam hisleriyle dolu. Gerillalarımıza, onlara yapılanların intikamını almaları çağrısında bulunuyor. Bu, halk mücadelesinde yeni bir dönemdir.”
Cemil Bayık ’Türkler’ diyor, Türk devleti demiyor, Türk ordusu demiyor. Cemil Bayık gibi birinin bunu farkında olmadan söylemesine imkan yok. Türkler, Kürt olmayan herkes demek olsa gerek, hatta kim bilir, Kürt kentlerinde yaşamayan herkes de olabilir.
En çok bu saldırı hatırlanacak, çünkü yalnız Cemil Bayık değil Tayyip Erdoğan da bu saldırının unutulmamasını, derin ve özellikle “milli” bir iz bırakmasını arzu ediyor.
TAK’ın ilk saldırılarından biri 2007 yılında Ankara’da Ulus’da olmuştu. 6 kişinin öldüğü 50’nin üzerinde yaralının olduğu saldırıdan sonra Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada dikkatle seçilmiş şu sözleri söylemişti: "Şu anda bir terör örgütü ismi söz konusu değil. Araştırmaları emniyet yapsın, ondan sonra konuşuruz. Terörün amacı zaten propaganda yaptırmaktır. Bunu yapmayalım.”
Bu hafta Kızılay’da patlayan bombadan sonra yine aynı Tayyip Erdoğan: “Bombayı patlatan terörist olabilir, ama o eylemin amacına ulaşmasını sağlayan bu yardakçılardır. Terör ve terörist tanımını, en kısa sürede yeniden yaparak Ceza Kanunu'na almalıyız. Bu mesele basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü meselesi değildir.
Birtakım çevreler yol ayrımı durumundalar, ya bizimle olacaklar ya da teröristin yanında yer alacaklar. Ama ile fakat ile başlayan açıklamaları, teröristin yanında yer almak olarak görüyoruz.”
2007’deki Ulus bombalamasından sonra zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt “Bu olayın arkasında kimlerin olabileceğini iyi düşünmemiz lazım. Bundan sonra da büyükşehirlerde böyle bir olay bekleyebiliriz, böyle bir ihtimal var" diye konuşmuştu.
Garip ama gerçek. Büyükanıt’ın o zaman söylediği sözlerin neredeyse aynısını, bu patlamada bir askerden değil bir sivilden, Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’den duyduk. “Evet canımız acıyor ama bir süre terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor” .
Böyle siviller varken artık askerin konuşmasına gerek kalmıyor.
Türkiye’de ilk defa bomba patlamıyor. Ama ilk defa bir bomba siyasetin tam ortasında patlayıp siyasetten geriye kalan bir kaç sivil parçacığı da havaya uçuruyor.
Milli, karşı-milliyi yaratıyor, arkanda olmayan herkese terörist demek, sonunda önüne geleni terörist yapıyor.
Bir de meclis dokunulmazlığını kaldırmayı düşünüyorlar şimdi.
Savaş zamanı dokunulmazlık kaldırmak, meclisi dağıtmakla, lağv etmekle aynı şey. Bu yola da geliyor yavaş yavaş herkes.
Ama, ama yok, fakat, fakat yok, yani artık siyaset yok.
Tayyip Erdoğan ‘ama’yı ‘fakat’ı terör kapsamına aldı.
Antlaşma yok, anlaşma yok, barış yok. Savaş var.
Ve Ortadoğu’da savaşların ömrü insan ömründen çok daha uzun olabiliyor.
Bu yazı Nokta dergisinden alınmıştır