Dünya

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri: Gezi tutukluları neden serbest bırakılmalı?

"Erdoğan, ilk günden itibaren Kavala’nın davasına etkin şekilde müdahil oldu ve kamuya açık olarak defalarca dile getirdiği yorumlar, adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden biri olan masumiyet karinesini zedeledi"

18 Haziran 2022 14:32

Agnès Callamard
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri

Bu yıl Cannes Film Festivali’ndeki çoğu galanın aksine, Türkiye yapımı politik gerilim filmi “Kurak Günler”in galası fark edilir ölçüde sessiz geçti. Kırmızı halıda bir kişi, filmin ortak yapımcısı Çiğdem Mater yoktu ve Mater’in yokluğuna atfen tek kişilik bir koltuk boş bırakıldı.

Mater, Croisette kordonunda değil, Türkiye’de 18 yıllık hapis cezasının birinci ayını doldurduğu dar bir koğuştaydı.

Agnes Callamard

Herhangi bir filmde görülebilecek kadar olağanüstü bir olay örgüsüyle, 2013’teki Gezi Parkı protestolarıyla bağlantılı olarak yirmi yıla yakın hapis cezasına mahkum edilen yedi kişiden biriydi. Sekizinci kişi, iş insanı ve önde gelen insan hakları savunucusu Osman Kavala ise ömür boyu hapis cezasına mahkum edildi.

Ve bugün, Uluslararası Af Örgütü, bu kişilerin keyfi tutukluluk ve siyasi güdümlü yargılamalardan korkunç mahkumiyet kararlarıyla sonuçlanan şov niteliğindeki bir davaya kadar maruz bırakıldıkları adaletsizlik güncesine dikkat çekmek amacıyla önemli bir adım atarak, Gezi Davası sonucunda tutuklanan yedi kişiyi düşünce mahkumu ilan etti.

Kasım 2017’den beri cezaevinde tutulan Osman Kavala 25 Nisan 2022’de “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek”ten suçlu bulundu. Yargı yetkilileri Kavala’yı, hükümetin Gezi Parkı’nı yıkma planına karşı kitlesel çapta düzenlenen büyük ölçüde barışçıl Gezi protestolarını yönlendirmek ve finanse etmekle suçladı. Protestolar İstanbul’da başlamış, ardından tüm Türkiye’ye yayılmıştı.

Aynı gün, Osman Kavala ile aynı davada yargılanan yedi kişi “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etmek”ten suçlu bulundu. Çiğdem Mater, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Can Atalay, Mine Özerden ve Hakan Altınay derhal tutuklandı, Yiğit Ekmekçi hakkında ise yakalama kararı çıkarıldı. Mater’e yöneltilen suçlamalardan biri, Gezi Parkı hareketi hakkında hiçbir zaman çekilmemiş bir belgeseli finanse etmeye çalışmaktı.

Savcılık, sanıklara isnat edilen suçlamaları destekleyecek hiçbir kanıt sunmadı. 7 Haziran 2022’de mahkeme heyeti, oy çokluğu ile verilen karara ilişkin ikna edici hiçbir gerekçe gösteremediği “gerekçeli kararı”nı açıkladı.

Esasen bu davada ortaya çıkan elle tutulur tek sonuç, Türkiye mahkemelerinin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin buyruğunda çalıştığı ve bağımsız, tarafsız, siyasi müdahaleden azade ve adil olmadığıdır.

Yargılanan kişilerin tamamının 2020’de delil yetersizliği nedeniyle beraat etmesi ve Erdoğan’ın beraat kararlarını kamuoyunda eleştirmesinin ardından ilk davaya bakan üç hakim hakkında Hakim ve Savcılar Kurulu’nda derhal bir disiplin soruşturması başlatılması da bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bir yıl sonra, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin beraat kararını bozması üzerine yeniden yargılama başladı.

Erdoğan, ilk günden itibaren Kavala’nın davasına etkin şekilde müdahil oldu ve kamuya açık olarak defalarca dile getirdiği yorumlar, adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden biri olan masumiyet karinesini zedeledi.

Bununla birlikte, Gezi 7’lisinin hapsedilmesi, 2016’daki darbe girişiminden beri gittikçe artan bir yoğunlukla başta ifade özgürlüğü olmak üzere insan haklarını baskı altına alan bir ülkede sürpriz değildir. 

O tarihten bugüne, altı yıldır, baskıcı bir korku iklimi Türkiye sivil toplumunu tehdit ederek caydırıcı bir etki yaratıyor.

Aşırı geniş terörle mücadele yasaları, muhalifleri ve muhalif varsayılan kişileri, gazetecileri, insan hakları savunucularını, siyasetçileri, avukatları ve diğer birçok kişiyi hedef almak için kullanıldı. Binlerce kişi, haklarını ihlal eden ceza soruşturmalarına, kovuşturmalara ve cezalandırıcı nitelik taşıyan tutuklu yargılamalara maruz kaldı. Sivil toplum örgütleri olağanüstü hâl kararnameleriyle kapatıldı ve halihazırda bağımsızlıktan yoksun yargı, barışçıl muhalefeti bastırmak için kullanıldı.

Bu tür engellemeler karşısında uluslararası toplumun elinden fazla bir şey gelmeyeceği düşünülebilir; ancak simgesel davalar, baskıyı artırmak için odak noktaları sunuyor.

Örneğin, Avrupa Konseyi, Şubat 2022’de nadir görülen bir kararla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’nın serbest bırakılmasını isteyen 2019’daki kararını uygulamayı reddettiği için Türkiye hakkında ihlal prosedürü başlatmaya karar verdi.

Yakın bir zamanda verilen mahkumiyet kararlarının ardından, ABD Dışişleri Bakanlığı, “mahkemenin kararının derin bir rahatsızlık ve hayal kırıklığı yarattığını” açıkladı. Almanya Dışişleri Bakanı, kararın, “Türkiye'nin, Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak kabul ettiği hukuk devleti standartlarına ve uluslararası yükümlülüklerine tamamen aykırı” olduğunu belirtti.

Gezi 7’lisine yapılan bu şoke edici adaletsizlik, bir kez daha, Türkiye’de yargı sisteminin barışçıl muhalefeti susturmak için bir baskı aracına dönüştüğünü gösteriyor. Bu kişilerin cezaevinde geçirdiği her gün, bizzat adalet kavramına ve insan haklarına karşı, Türkiye devletinin korumayı taahhüt ettiği ancak defalarca ve pervasızca ihlal ettiği ilkelere karşı yapılmış bir hakarettir.

Dün, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Kerem Dikmen, yedi düşünce mahkumunu cezaevinde ziyaret etti. Osman Kavala, görüş sırasında, sergilenen dayanışmadan ötürü minnettarlığını ifade etti ve “Vicdan dediğimiz şey insanı mantıksızlığa yönlendiren bir güç değildir. İntikam, siyasi hırs ile hareket etmesini engelleyen bir şeydir vicdan” dedi.


Bu yazı ilk olarak Politico.eu’da yayınlanmıştır.