Politika

Gerçeker'den hükümet ve Ergenekon savcılarına tepki

Yargıtay Başkanı Gerçeker, adli yılın açılışı töreninde yaptığı konuşmada HSYK taslağını ve Ergenekon iddianamesini eleştirdi

07 Eylül 2009 03:00

T24 - Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, adli yılın açılışı töreninde yaptığı konuşmada isim vermeden Ergenekon soruşturmasına değinerek, “Dedikodu kanıt değildir. İddianamenin dayanakları arasında yer alamaz” dedi.  Hükümetin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısının değiştirilmesine ilişkin çalışmasını da sert ifadelerle eleştiren Gerçeker konuşma metninde "Yandaş yargı olmasın diye uğraş veriyoruz" ifadesine yer verdi, ancak bu bölümü okumadı. Gerçeker'in, "yargının siyasal gücün kontrolüne sokulmak istendiğini" belirtirken Türkiye'de "demokrasi bilincinin gelişmemiş olmasının" göz önüne alınmadığını söylemesi dikkat çekti.

Gerçeker'den yargıda siyasallaşma uyarısı - video

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, yeni adli yılın başlaması nedeniyle Yargıtay'da düzenlenen törende bir konuşma yaptı. Konuşma metninde "Yandaş yargı olmasın diye uğraş veriyoruz" diyen Gerçeker, bu bölümü okumadı.

Son zamanlarda kamuoyunda cumhuriyet ve demokrasi kavramları konusunda yoğun tartışmalar olduğunu, insanlık tarihinin en önemli temel taşları olan bu kurumların sanki birbirine karşıtmış gibi gösterildiğini belirten Gerçeker, cumhuriyetçiliğin, ''katı bir devletçilik anlayışı olarak demokrasiyi yok edici bir fonksiyonu bulunduğunun'' söylendiğini kaydetti. Gerçeker, ''Aslında toplumun, tüm bireylerin, üniter devlet yapımızın güvencesi olan bu kurumun yıpratılmaya çalışıldığı da üzüntü ile izlenmektedir'' dedi.

Demokrasinin, en basit tarifiyle ''egemenliğin halktan kaynaklandığı bir yönetim biçimi'', demokrasi anlayışının da ''bir kurum, toplum içerisinde yaşayan bireylerin karşılıklı hak ve özgürlüklerinin varlığına dayanan bir yaşam biçimi'' olduğunu belirten Gerçeker, ''Demokrasi düşüncesinin temelinde, toplum yaşamını yönetecek otoritenin topluluğu oluşturan tüm bireylere dayanması, böylece yöneticiler ile yönetilenler arasında bir özdeşleşmenin oluşması ilkesi yatar'' dedi.

'Mondros ve Sevr'i çok iyi bilmek gerekir'

Demokrasi anlayışının, aslında bireylerin doğuştan özgür ve eşit oldukları düşüncesinden doğduğunu, bu özgürlüğü ve eşitliği korumak için de demokrasi sisteminin oluşturulduğunu anlatan Gerçeker, şunları kaydetti:
''Demokrasi ve cumhuriyet anlayışı birbirini tamamlayıcı ve birbirinden ayrılmaz iki unsur olarak, hem toplumun hem de toplumu oluşturan bireylerin temel güvencesi biçiminde günümüze kadar gelişimini sürdürmüştür. Özgürlük ve demokrasi cumhuriyet sistemi içerisinde birbirinden ayrılmaz, birbiri ile özdeşleşmiş unsurlardır. Özgürlükler, tarihsel sürece baktığımızda çok güç ve çok uzun süren mücadelelerden sonra elde edilebilmişlerdir. Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu, bugünlere nasıl gelindiğini ve cumhuriyetimizin değerini, yüce bir ulusun tarih sahnesinden nasıl silinmek istendiğini anlamak için Mondros ve Sevr'i çok iyi bilmek, Lozan Antlaşması ile bir ülkenin yoktan nasıl var olduğunu çok iyi görmek gerekmektedir.''

'Vatan-millet sevgisi modası geçmiş bir düşünce değil'

Geçmişini çok iyi bilmeyen toplumların geleceğine çok güçlü ve güvenli bir biçimde bakmasının mümkün olmayacağını vurgulayan Gerçeker, şöyle devam etti:
''Bu topraklarda barış ve kardeşlik duygusu içerisinde asırlardır birlikte yaşayan, ülkenin bağımsızlığı ve kurtuluşu için birlikte omuz omuza, kanı, canı pahasına mücadele ederek bir millet oluşturan insanlar, yine aynı duygularla, bu çok zor koşullarda kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni koruyup, kollayarak, ülkenin birlik ve bütünlüğünü her şeyin üzerinde tutacaklardır. Bunun aksini düşünmemiz mümkün değildir.''

Gerçeker, ''demokrasinin en önemli ve tutarlı tanımını'', İngiliz John Locke'un 1690 yılında ''Hükümet Üzerine İki İnceleme'' isimli yapıtında, ''özgürlük insanın doğal hakkıdır, bir hükümet ancak halkla sözleşmeye dayanıyorsa meşrudur, yasama ve yürütme güçleri ayrılmalıdır'' diyerek yaptığını söyledi.

Montesquieu'nün de ''Kanunların Ruhu Üzerine'' isimli yapıtında, güçlerin ayrılığı ilkesini ortaya koyduğunu, bu ilkenin bugün de batı demokrasisinin temellerinden birini oluşturduğunu anlatan Gerçeker, şöyle konuştu:
''İktidarın kurumlaşmış biçimi olan devlet, ulusal birliğin simgesidir. Bütün bu nedenlerle cumhuriyet ve demokrasiyi birbirinden ayırmaya, üniter devlet yapımızın güvencesi olan temel değerlerimizi yıpratmaya yönelik düşünceleri doğru bulmuyoruz. Vatan, millet sevgisi, ilkel, modası geçmiş bir duygu değil, özgürlükçü demokrasinin ve toplumların geleceğinin de vazgeçilmez güvencesidir. Bu moral değerleri korumak ve güçlendirmek için çaba sarf etmek hepimize düşen en önemli görevlerden birisidir."

'Reform taslağında yargı bağımsızlığına aykırılıklar var'

Gerçeker, Adalet Bakanlığı'nın daha önce hazırladığı ''Yargı Reformu Stratejisi Taslağı'' ile ilgili görüşlerinin ve yargı bağımsızlığına aykırı buldukları konuların rapor halinde Adalet Bakanlığı'na gönderildiğini anımsattı.

Görüşler alındıktan sonra düzenlenen ve Bakanlar Kuruluna sunulan ''Yargı Reformu Stratejisi'' ve ''Yargı Reformu Stratejisi Eylem Planı''nın önceki stratejik rapora göre bir kısım iyileştirici görüşler içerdiğini söyleyen Gerçeker, ''İçeriyor ise de bunlarda da katılmadığımız, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı bulduğumuz bazı hususlar bulunmaktadır'' dedi.

Yargı mensuplarının özlük haklarının statülerine uygun olarak, diğer kamu görevlilerinden farklı ve ayrı ''özel'' bir yasa ile düzenlenmesi gerektiğini kaydeden Gerçeker, Anayasa Mahkemesi'nin mevcut üye sayısının çoğaltılabileceğini, ancak parlamento tarafından Anayasa Mahkemesi'ne üye seçilmesinin yerinde olmadığını söyledi.

1961 Anayasası döneminde getirilen bu şekildeki düzenlemenin, ortaya çıkan sakıncalar nedeniyle 1971 yılında yapılan değişiklikle terk edildiğini ifade eden Gerçeker, ''Uygulanmış fakat olumsuzlukları nedeniyle terk edilmiş bir konunun yeniden gündeme getirilmesi doğru görülmemektedir. Böyle bir uygulama, kaçınılmaz olarak yargının siyasallaşması eleştirilerini de beraberinde gündeme getirecektir'' diye konuştu.

Gerçeker, askeri yargıyla ilgili düzenlemelerin de bir bütünlük içerisinde, demokratik hukuk devletinin gereklerine uygun olarak Anayasa değişiklikleriyle birlikte yapılmasının bu konudaki tartışmaları sona erdireceğini kaydetti.

'Yargı bağımsızlığı noktasında daha geriye'

Taslakta, Adalet Bakanı'nın HSYK'daki varlığının korunduğu ve demokratik meşruiyet için bunun gerekli olduğu vurgusuna yer verildiğini anımsatan Gerçeker, bunun da ötesinde, Adalet Bakanı'nın "Kurul Başkanı" olarak statüsünü devam ettirmesinin öngörüldüğünü ifade etti. Gerçeker, şunları söyledi:
''Hakim ve savcıları mesleğe kabul etme, atama, nakletme, geçici yetki verme, yükseltme, birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, görevden uzaklaştırma işlemleri bakımından tam yetkili olan HSYK'ya, Adalet Bakanı'nın başkanlık etmesi yargı bağımsızlığını zedeleyen bir olgudur. Her ne kadar hâkim sınıfından olsa da konumu itibariyle yürütme erkinin içinde bulunan Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın kurulun doğal üyesi olması da yargı bağımsızlığı ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Yargı Reformu Stratejisi taslağında bu yönde bir ilerlemeye rastlanmadığı gibi, aksine, kurulun oluşumunda yasama ve yürütme organı (Cumhurbaşkanı) tarafından üye seçimi planlandığı belirtilmiş olmakla yargı bağımsızlığı noktasında mevcut durumun dahi gerisine düşülmesi olasılığı söz konusudur. Adalet Bakanı'nın kurulda yer alması ile yasama organının kurula üye seçebilmesinin demokratik meşruiyet ile açıklanmasının yerinde olmadığı düşünülmektedir.''

AB Komisyonu'nun raporu

Bağımsız bir HSYK'nın, erkler ayrılığı ve demokratik meşruiyetin gereği olduğunu vurgulayan Gerçeker, Avrupa Birliği Komisyonu'nun 2005 tarihli istişari ziyaret raporunda, Cumhurbaşkanı'nın HSYK'ya üye atamasında yer almamasının tavsiye edildiğini aktardı. Gerçeker, şöyle devam etti:

''Kaldı ki, mevcut Kurulda yürütmenin temsilcisinin yer alması sisteminin nasıl sonlandırılacağı hususunda bir açıklama taslakta yer almadan, yasama ve yürütmenin üye seçimi konusundaki yöntemi açık değildir. Yasama ve yürütme organları tarafından üye seçilmesi kabul edilirse, aynı düşünceyle yasama ve yürütme erkinde de yargının yer alması yoluna mı gidilecektir? Demokratik meşruiyet bu şekilde yorumlanamaz. Böyle bir yapılanma, hâkimlerin sıradan memur haline getirildiği, yargı bağımsızlığını daha da geriye götürecek bir sistemi doğuracaktır.''

Gerçeker, HSYK'nın, yargının tümünü temsil edecek şekilde oluşturulması amacıyla ilk derece mahkemeleri ve faaliyete geçecek olan istinaf mahkemelerinden üye seçilmesi hususunun taslakta yer aldığını belirterek, benzeri 1961 Anayasası ile uygulanan yöntemin görülen aksaklık ve ortaya çıkan sakıncalar nedeniyle terk edildiğini anımsattı.

'Son derece isabetsiz, abartılı, şaşırtıcı tanımlama'

Yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanamadığı bir sistemde önceden denenen ve terk edilen bir oluşumun yeniden hayata geçirilmesinin yararlı olmayacağına işaret eden Gerçeker, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayısal olarak büyük bir bölümü ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarından seçildiği için HSYK'nın oluşumunda yargının tümünün temsilinin zaten sağlanmadığını vurguladı. Gerçeker, şunları kaydetti: ''Ayrıca taslakta bu gerekliliğin hâkim ve savcılar üzerinde yüksek mahkemelerin vesayeti olduğu izleniminden kaynaklandığı belirtilmektedir. Yüksek mahkemelerin hâkim ve savcılar üzerinde, yargısal görevleri açısından bir denetimi bulunduğu açık olup bu durumun söz konusu yüksek mahkemelerin fonksiyonu ve Anayasa ile yasalarla belirlenen görev tanımlarından kaynaklandığı kuşkusuzdur.

Taslakta, eğer hatalı bir yazıma yer verilmemiş ise mevcut ve yasal bir üst mahkeme olgusu ve işleyişinin, hâkim ve savcıların yargısal faaliyetleri üzerindeki nesnel etkisinin 'vesayet izlenimi' şeklinde tanımlanması şaşırtıcıdır. Söz konusu izlenimin, yargının işleyişinde ne gibi bir sorun teşkil ettiği açıklıkla ortaya konulmamış ise de, ima edildiği şekliyle, bu yasal durumun hâkim ve savcılar üzerinde bireysel bir 'bağımlılık modeli' oluşturduğunu ileri sürmenin, yargı erkinin tüm kurum ve kuruluşları ile ilk derece ve üst mahkemeleri ile birlikte bütünlüğünü zedeleyici, son derece isabetsiz, abartılı ve tümüyle öznel nitelikte bir saptama olduğunu değerlendirmekteyiz.
Üstelik bu durumun HSYK'nın oluşumuyla doğrudan bir ilgisinin olduğu da söylenemez.''

Gerçeker, bağımsız olarak görev yaptıkları süre içerisinde mensubu bulundukları yüksek mahkemelerle bir görev ilişkileri bulunmayan kurul üyelerinin varlığı öne sürülerek, hâkim ve savcılar üzerinde yüksek mahkemelerin ne doğrudan, ne de nesnel nedenlerden ötürü dolaylı bir vesayeti bulunduğu sonucuna varmanın doğru ve isabetli bir yaklaşım olmayacağını vurguladı. Hasan Gerçeker, ''Anayasal bir kuruluş olan HSYK'nın seçilmiş üyelerinin kurul faaliyetleri açısından ifa ettikleri fonksiyon, mensubu bulundukları üst mahkemeyi temsil görevi niteliğinde olmayıp, mensubu bulundukları üst mahkemeden bağımsız, yasayla tanımlanmış görevlerin ifasından ibarettir ve yargının tümüne yönelik olduğu kuşkusuzdur'' diye konuştu.

HSYK'ya üye seçiminde, taslakta belirtilen endişelerle kaynak çeşitlendirmesine gidilmesinde pratik bir yarar bulunmadığını ifade eden Gerçeker, ''Üstelik HSYK'nın, mevcut durum itibariyle, yargının 'tümüne' yönelik 'temsili' nitelikte bir fonksiyonu da yoktur'' dedi.

'Sözde demokratik meşrutiyet arama vahim bir teşhis hatası'

Yargının, yasama ve yürütme organlarından farklı olarak, tek bir kişi veya kurum tarafından temsil edilmesinin söz konusu olmadığına işaret eden Gerçeker, şu görüşleri dile getirdi:
''Bu itibarla, Yüksek Kurul'un seçimle gelen üyelerinin farklı kaynaklardan sağlanmasının ifa edilen göreve direkt ve olumlu bir etkide bulunacağını düşünmek doğru değildir. Yüksek Kurul'un daha verimli ve etkin çalışmasının önündeki temel sorun başkadır. Taslakta Yüksek Kurul'un oluşumunda 'demokratik meşruiyet' ilkesine yeterince uyulmamasının bir eksiklik olarak tanımlandığı göze çarpmaktadır. Bu başlık altında yapılan açıklamalarda hâkimlerin seçimi ve görevlendirilmesine ilişkin kimi farklı uygulamalardan söz edilerek, sonuçta Adalet Bakanı'nın kurulun doğal üyesi olarak benimsenmesinin, Anayasa'nın 9. maddesinde yer aldığı şekliyle milli egemenlik ilkesine uygun düştüğü, bu ilkenin daha da geliştirilmesi için yasama ve yürütme organına da Yüksek Kurul'a üye seçme olanağının tanınması gerektiği vurgulanmaktadır. Konuyla ilgili olarak yapılan kavramsal tartışmalara fazlaca girmeden söylemek gerekir ki, Anayasa'dan aldığı hakla Türk ulusu adına yargı yetkisini kullanan Türk yargısının, 'demokratik meşruiyet' gibi bir sorunu yoktur ve hiç olmamıştır. Taslakta, bu vahim kavramsal teşhis hatasına böylece yer verildikten sonra HSYK'nın oluşumu konusunda, ilgili tüm kesimlerin hemen hemen üzerinde birleştiği temel bir eleştiriyi, kurulda siyasi irade ve yürütmenin temsilcisi Adalet Bakanı ile ona bağlı olarak görev yapan Bakanlık Müsteşarı'nın bulunmaması gerektiği yolundaki değerlendirmeleri bile görmezden gelerek, sözde demokratik meşruiyeti sağlamak adına yasama ve yürütme organına HSYK'ya üye seçimi konusunda geniş yetkiler tanınmasına yönelik önerilere yer verilmiş olmasının izahı mümkün değildir. Konuyla ilgili olarak yer yer ayrıntıya girerek sıralanan 'iyileştirme' önerilerinin, sonuçta Anayasa'nın kuvvetler ayrılığı ilkesine çok esaslı bir aykırılık oluşturacağı açıktır.''

'Egemenlik yetkisi yasama organında toplanmıştır'

Anayasa'daki ''Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanılır'' düzenlemesini hatırlatan Gerçeker, egemenlik yetkisinin sadece yasama organında toplanmadığına işaret etti.

Gerçeker, ''Daha önce denenmiş ve fakat sakıncaları görüldüğü için kaldırılmış bir sisteme dönülmek istenmekte ve sakıncalı bu sistem 'demokratik meşruiyet' kavramı ile meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır'' dedi.

Taslakta, ''HSYK'nın düzenlenişinden itibaren en büyük eleştiriyi almakta olan Adalet Bakanı ve Müsteşar'ın kurulda bulunması olumlu görülerek '1982 Anayasası'nın 159. maddesi ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda yürütme organı da temsil edilmek suretiyle, milli hâkimiyet ilkesine yönelik önemli bir adım atılmıştır'' denildiğini hatırlatan Gerçeker, sözlerini şöyle sürdürdü:

'Yargıç güvencesiyle bağdaşmayan anlayış'

''Bununla da yetinilmemekte ve devamında 'Ancak, mevcut düzenlemeye göre gerek kurul üyelerinin, gerekse bir bütün olarak kurulun yasama organına karşı herhangi bir sorumluluğu söz konusu değildir' değerlendirmesi yapılarak adeta kurul üyelerinin yasama organına karşı sorumlu olmaları gerektiği gibi yargıç güvencesi, yargı bağımsızlığı ilkeleriyle bağdaşmayan ve dahası Anayasa'nın, Cumhuriyet'in niteliklerinden saydığı hukuk devleti ilkesine aykırı bir düzenleme yapılmasının gerekliliği vurgulanmakta, ayrıca Adalet Bakanı'nın siyasi sorumluluğuyla HSYK'nın diğer üyelerinin sorumluluklarının birbiriyle ilgisi olmadığı düşünülmeden yapılan değerlendirme 'demokratik meşruiyet' şemsiyesi ile örtülmektedir. Diğer ülkelerdeki farklı yapıların, her koşulda ülkemiz yönünden örnek olamayacağı düşünülmemektedir. Türk yargı geleneğine bakılmadan, denenmiş ve sakıncaları görülerek kaldırılmış yöntemlerin yeni öneri gibi getirilmesi, bu hususta yeterli inceleme yapılmaksızın düzenleme yapıldığı izlenimini vermektedir.''

'Demokrasi bilinci gelişmemiş, yargı siyasi gücün kontrolüne taşınıyor'

Yapılmak istenen değişikliklerin,  referans gösterilen belgelere de ters düştüğünü belirten Gerçeker, AB Komisyonu raporundaki ''Hâkimlerin Bağımsızlığına Dair Avrupa Konseyi Tavsiye Kararı prensibiyle uyum arz etmesi açısından, Türk Anayasası'nın 159. maddesinin, Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı'nın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan çıkartılmasını sağlayacak şekilde tadil edilmesini tavsiye ediyoruz'' ifadesini hatırlattı. Gerçeker, şöyle konuştu:

''Parlamentonun oluşum ve işleyişinde etkin biçimde söz sahibi olanlar, siyasi parti genel başkanlarıdır. Bu tabloda yasama organı tarafından seçilecek kurul üyeleri yönünden daha seçim aşamasında ve işin başında siyasallaşma söz konusu olacak, bazen tek partinin çoğunluk sağlayamadığı hallerde, uygulamada Sayıştay üyeleri seçimlerinde olduğu gibi uzun süre seçim dahi yapılamayacaktır. Ülkemizin bu konudaki özgün koşulları, demokrasi bilincinin yeterince gelişmemiş olması dikkate alındığında parlamentonun Yüksek Kurul'a üye seçmesi, keza yürütme organının temsilcisi Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın ve hatta etkin biçimde Adalet Bakanı'nın kurulda yer alması isabetli olmayacaktır. Öte yandan, yasama ve yürütme organına, kurula hâkim ve savcılar arasından üye seçimi görev ve yetkisinin verilmesi, kurumsal olarak yargıyı ve birey olarak yargıcı, siyasi iktidarın etkisi ve kontrolü altına sokacaktır ki bu da yargının siyasallaşması ve yasama ve yürütme organı karşısındaki bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmesi demektir. Böyle bir yapılanma, siyasal gücün hukuka egemen olması sonucunu doğurur, Parlamentoda çoğunluğu elde eden siyasal parti ve bunun içinden çıkacak siyasi iktidar, pratikte kurumsal olarak yargı denetimi dışında kalacaktır. Bu durumda da hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi zedelenecek, devlet hukuk kurallarıyla yönetileceğine, siyasi güç, hukuku ve yargıyı yönetir hale gelecektir. Esasen Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da böyle bir öneri bulunmamaktadır. Yargı bağımsızlığı ilkesi gözetildiğinde Kurulun üye sayısı arttırılarak daha geniş kapsamlı bir hale getirilmesi, kurul üyelerinin Yüksek mahkeme üyeleri arasından büyük genel kurulları tarafından seçimle belirlenmesi gerekmektedir. Yargıtay ve Danıştay'a üye seçiminde yüksek mahkemeler aktif rol oynamalıdır. Avrupa'nın ve dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Yargıtay ve Danıştay Başkanlarının kurulda doğal üye olarak yer almaları da yargı bağımsızlığı ve bütünlüğünün sağlanması bakımından büyük yarar sağlayacaktır.''

Kurul kararlarına karşı etkin bir itiraz sistemi getirilmesi, kurulun çalışma yöntem ve kararlarının şeffaflık ilkesine uygun olması, HSYK'nın yeniden yapılandırılmasına paralel olarak kurulun sekreteryasının ve denetim sisteminin düzenlenmesi gereğine işaret eden Gerçeker, HSYK'nın ayrı bir sekreteryasının olması ve Teftiş Kurulu'nun HSYK'ya bağlanmasının kurulu daha özerk bir yapıya kavuşturacağını anlattı.

Gerçeker, ayrıca kurula mali özerklik verilerek, ayrı bir bina ve bütçe sağlanmasının gerekli olduğunu dile getirerek, hâkim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturmanın Adalet Bakanlığının izni ile yapılmasını öngören Anayasa maddesinin yargı bağımsızlığıyla bağdaşmadığını vurguladı.

Ergenekon'a dokundurma: Dedikodu kanıt değildir

Konuşmasında isim vermeden Ergenokon soruşturmasına da değinen Gerçeker, şöyle konuştu:
"Soruşturmanın gizliliği gerekçesi çok insancadır, çok güçlüdür, çok tutarlıdır. Kuşkulunun şerefi örselenmemeli suç işledikleri sanılan insanlar incitilmemeli, lekelenmemeli ön soruşturma asla bir güç gösterisine dönüştürülmemelidir. Özellikle mekân ve konut dokunulmazlığını çiğneyen arama ve mülkiyet hakkını örseleyen el koyma... Zorunlu olduğunda başvurulması gereken son çaredir, sıradışıdır. Öyleyse özenle kullanılması gerekir. Bunlar asla bir cezaya yaptırıma kurala dönüşmemeli gözaltı, tutukluluk süresi gereksiz yere uzatılmamalıdır. Dedikodu kanıt değildir, iddianamenin dayanakları arasında yer alamaz. Anayasal düzene karşı suçları bizzat savcı soruşturmak zorundadır, kolluk ifade alamaz. Herkesin ve özellikle tutuklu bulunan kuşkuluların iddianameleri makul sürede yazılmalıdır."

Gül, Erdoğan ve Baykal da izledi


Törene Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, CHP lideri Deniz Baykal, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt, eski Adalet Bakanı Sami Türk, Vural Savaş ve yargı üyeleri de katıldı.