T24 - Zenne filmindeki eşcinsel rolüyle beğeni toplayan Ahmet Yıldız, "Gerçekçi olabilecek miyim diye çok korktum" endişesiyle oynadığını söyledi.
Radikal gazetesinden Erman Ata Uncu'nun "Gerçekçi olabilecek miyim diye çok korktum" başlığıyla yayımlanan (14 Ocak 2012) yazısı şöyle:
Gerçekçi olabilecek miyim diye çok korktum
Daha önce hiç dans etmedi ama Ahmet Yıldız cinayetini konu alan filmde kıvrak bir zenne rolünde. Performansıyla övgü alan Kerem Can hem zenne olma sanatını hem kendi hikâyesini anlattı.
‘Zenne’ ekibi, Berlin’de yaşayan bir tiyatrocuyla nasıl buluştu?
Yine Berlin’de yaşayan bir oyuncu arkadaşım üzerinden oldu. O sırada baba olmuştum, çocuğun altını falan değiştiriyordum... Böyle bir dönem geçirirken o arkadaşım aradı, bir proje için beni önerdiğini söyledi. Skype üzerinden görüştük Mehmet Binay ve Caner Alper’le. Türkçemi kontrol ettiler, genelde öyle oluyor Almanya’dakilerin böyle bir imajı olduğu için… (Gülüyor) Ben de Ahmet Yıldız hikâyesiyle ilgili Der Spiegel’de bir makale okuyup çok üzüldüğümü söylemiştim. Senaryoyu okudum. Hemen bir mail attım: “Çok önemli bir proje, kesinlikle yer almak istiyorum”. Onları Berlin’de karşılamaya gittiğimde ‘hödüğün’, hiphopçunun teki gibi görünüyordum (gülüyor), yalpalaya yalpalaya geldim havaalanına. Mehmet’in yüzünde “Allah bu nasıl olacak!” duygusunu hissettim.
‘Zenne’ye hazırlanırken çalıştığınız koreograflardan biri de Pina Bausch’un grubundan Daphnis Kokkinos. Bir zenne rolüne Pina Bausch’un grubundan biriyle hazırlanmak, değişik bir seçim değil mi?
Pek bağlantısı yok değil mi? Zennelerle ilgili araştırma yaptım, bir zenne buldum: Eserzade. Onunla da çalıştım biraz kıvraklığım olsun diye. Pina Bausch neden? Çünkü Can eklektik birisi. Farklı stilleri, dünyaları birleştiren renkli bir karakter. Berrin Şenöz’le hiphop ve oryantal, Burçin Orhon’la farklı figürleri çalıştım.
Can divamsı bir karakter. Bir oyuncu için zevkli mi böyle bir karakteri canlandırmak, yoksa korkutucu bir yanı da var mı?
İkisi de… Hele benim için çok korkutucuydu. Aslında sakin ve çekingen olduğum için Can benim için deney gibi bir şeydi. Her rolde içgüdüsel bir reaksiyon olarak canlandırdığınız karakterle nerede benzediğinizi, nerede ayrıştığınızı arıyorsunuz. Can’da buna çok rastlayamadım. İlk başta çok korktum, bunu gerçekçi yansıtabilecek miyim diye… Sonradan da çok büyük isabet olduğunu anladım. Çünkü Kerem olarak yapamadığım şeyleri, bağırmayı, hırçın davranmayı, diva olmayı Can’la yaşayabiliyordum.
Bir de yeni doğan bir oğlunuzun olması, işleri zorlaştırmıştır...
Ahmet Yıldız da sonuçta bir çocuk. Ve babası tarafından öldürülüyor. Ben de kendi oğlumu düşündüm. Onun da böyle bir dünyada yaşamasını istemiyorum dedim, bunu bir görev olarak bildim. Bu filmi seyrederse oğlum “Bak böyle bir şey olmasın diye bu projeyi yaptık” demek istiyorum.
İlk eşcinsel töre cinayetini konu alan bir filmden beklediğiniz ve sonrasında aldığınız tepkiler arasında bir fark var mı?
Başta acaba bu filmi gösterebilecek miyiz gibi bir kaygım vardı. Sertlik açısından değil, Caner’le Mehmet’in dediği gibi, annelerine de gösterebilecekleri bir film çekmek istiyorlardı. Ve başardılar. Daha çok kamuoyundan ya da devletten gelen tepkiden kaygılıydım. Ama çok sevindim, Antalya’da seyirciden gelen övgüler sonrası.
Berlin’de yaşayan bir oyuncu olarak, Türkiye’deki eşcinsel yaşamını konu alan hikâyede bu kadar da olmaz dediğiniz bir nokta oldu mu?
Hayır, daha çok üzüldüm. 40 senelik bir eşcinel hareketinin olduğu Almanya’daki durumu Türkiye’yle karşılaştıramayız. Berlin’in belediye başkanı eşcinsel ve üçüncü kez seçildi, mesela. Türkiye’de durum çok farklı. Dürüstlük bazen öldürür gibi bir şeyden bahsediyoruz burada.
‘Zenne’ öncesi Almanya döneminden bahsedebilir misiniz biraz?
2006’da da bir çalışmam oldu Türkiye’de. Çalışma şartları çok zordu ama çok şey öğrendim. Çok da devam etmedi o dizi. Almanya’da devam ettim. Bir oyun yazdım ‘Tango Turc’ diye, iki sezon oynadı. Türkiye’yle Almanya arasında geçen bir hikâyeydi. Farklı sinema ve TV çalışmalarım da oldu.
Almanya’da Fatih Akın’la beraber ilginin arttığı Türk-Alman kültürü, eski hareketliliğini yitirdi mi biraz?
Fatih çok güzel bir adım attı. Biz Türkten ziyade orada kendimizi Alman olarak görmek istiyoruz. O da Alman tarihinin bir parçası. Fatih ile başlayan hareketlilik tiyatro ve televizyonda devam ediyor. Bir normalleşme söz konusuysa da hâlâ bir hareket var, daha anlatacak çok hikâye var çünkü.
Siz oyunculuğa nasıl başladınız?
Lisede. Annem babam 70’lerin ortasında Almanya’ya öğrenci olarak gitmişti. Babam İstanbul Erkek’ten olduğu için Almancası vardı. Ben de lisede oyunculuğa başladım. Çok sevmiştim ama ailede daha çok işletmeciler ağır bastığı için ben de o yola gideceğimi düşünmüştüm. Ama Berlin’de bir yönetmen arkadaşım geçici olarak oyunculara ihtiyacı olduğunu söyledi. Tereddüt etmeden gittim. Orada hayatım bu olsun demeye başladım. Bir ofiste oturup sayılarla boğuşacağıma kreatif bir iş yapmak istiyorum dedim.
Can çok baskın bir karakter. Dezavantaj olabilir mi, bu kadar baskın bir karakterle tanınmak?
‘Zenne’yi çok büyük bir şans olarak gördüğüm için çok farklı bir tecrübe olduğunu düşünüyorum. Zaten hemen sonra Guantanamo’ya kaçırılmış bir Türk – Alman’ın, Murat Kurnaz’ın hikâyesinde aşırı İslamcı bir karakteri canlandırdım. Umarım hep böyle başta korktuğum, acaba gerçekçiliği yakalayabilecek miyim diye endişe ettiğim roller gelir.