23 Ağustos 2013 15:15
Yaşınız kaç olursa olsun, sistemli bir yaklaşımla gizli bir yeteneğinizi su yüzüne çıkartabilirsiniz. Erişkinliğe ulaştığımızda güçlü yönlerimizi ve güçsüzlüklerimizi bildiğimizi sanırız. Ancak çoğumuz yine de gizli kalmış bir yeteneğimiz olup olmadığını merak ederiz. Ohio Eyalet Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Joanne Ruthsatz, bilim sayesinde insanların sahip olduklarını bilmedikleri birtakım yeteneklerinin ortaya çıkabileceğini gözler önüne seriyor.
Ruthsatz, üstünlüğün biyolojisini araştırmak amacıyla müzik, yemek pişirme, sanat ve dil gibi konularda olağanüstü yeteneklere sahip sekiz çocuğun bilişsel ve gelişimsel özgeçmişlerini inceledi. Üstünlüğün ardında yatan unsurlar bugüne dek ateşli tartışmalara konu oldu. Kimileri temel unsurun yüksek genel zekâ olduğunu öne sürerken, kimileri alıştırma gibi çevresel unsurların ya da her ikisinin etkili olduğuna dikkat çekiyor.
İşler bellek, bilginin akılda tutulması ve aynı zamanda beceriyle kullanılması yeteneğidir; söz gelimi, çift haneli sayıların çarpımında işler bellekten yararlanılır. İyi bir işler belleğe sahip olanları bir kenara bırakalım. Sıradan insanların bir bölümü bilmeden bu üstün yeteneğe sahip olabilir mi?
Cambridge Üniversitesi bilişsel ruhbilim uzmanlarından Susan Gathercole işler bellek düzeyini ölçmenin hızlı ve rezil bir yolu olduğunu belirtiyor. Bir arkadaşınızdan gelişigüzel sayılar içeren bir listeden saniye başına bir sayıyı okumasını isteyin. İşe üçlü bir diziyle başlayın. Sayıları anımsayın ve ardından bunları ters yönde yeniden sıralayın. Üçlü diziyle bu işlemi yapabildiyseniz, diziyi dörde, beşe v.s çıkarın. 30 yaşında ortalama bir insanın beş, 50 yaşındakinin dört kadar sayı içeren dizilerde bu işlemi başarıyla gerçekleştirmesi gerekiyor. Deneklere bunun dışında Cambridge Beyin Bilimleri tarafından tasarlanmış bir dizi işler bellek sınavı da uygulanıyor.
Sonuçlar insanı düşkırıklığına uğratacak denli sıradan olsa bile, denekler yeteneklerini geliştirmek için birtakım önlemler alabileceklerinin ayırdına varırlar. Genetik unsurların güçlü bir etki yaratmasına karşın, işler belleğin bilgisayarlı eğitim programları ve birtakım anaakım bilgisayar oyunlarıyla geliştirilebileceği yönünde kanıtlar giderek artıyor.
Omega-3 haplarının dozunu arttırmak bile yararlı olabiliyor. Öyle ki, konser veren bir piyanist ya da dünya çapında bir şef olma şansını henüz yitirmiş değilsiniz.
İşler belleğin en güçlü yönü olmadığını keşfedenler başka yeteneklerini su yüzüne çıkartmak için dikkatlerini anlaksal (zekâ ile ilgili) alıştırmalardan fiziksel becerilere yöneltebilirler. 2012 Olimpiyatları sırasında Britanyalı Helen Grover ilk kez kürek çekmede ülkesine altın madalya kazandıran kadın sporcu oldu. Daha dört yıl öncesinde Grover kayığa hiç ayak basmamış bir öğretmendi. Grover böyle bir başarıya imza atabildiğine göre, bizler de atamaz mıyız?
Kingston Üniversitesi fizyologlarından Chris Easton uzun mesafe koşularına dayanıklılığın en temel unsurunun kas bileşimi olduğuna dikkat çekiyor. Hızlı kasılan kaslar güçlü olmakla birlikte kolayca yorulurlar. Bu tür kaslar özellikle sürat koşusu ya da halter gibi sporlar için son derece elverişlidirler.
Oysa, uzun mesafe koşuları için yavaş kasılan kaslar çok daha uygunlar. Kas lifinin türü değiştirilemeyeceğine göre, %90 oranında hızlı kasılan kaslara sahip bir kişi ne denli çalışırsa çalışsın maratoncu olamaz.
Hızlı kasılan kasların belirlenmesi için en elverişli yöntem, kişinin ayakta durduğu noktadan olabildiğince yükseğe sıçrayıp sıçramada ulaşılan nokta ile ayakta gerilerek ulaşılan nokta arasındaki farkın ölçüldüğü dikey sıçrama deneyidir. Bu deneyde erkek için 65, kadın için 50 santim çok iyi bir puan sayılır. Yavaş kasılan kaslar için de sırtı duvara dayayıp yere çömelmeyi ve olabildiğince uzun bir süre öyle kalmaya çalışmayı deneyebilirsiniz. Bu süre 30 saniyenin üzerindeyse bedeninizdeki yorgunluğa dirençli kas lifleri oranı büyük bir olasılıkla yüksek demektir.
Bir sonraki aşama spor bilimleri laboratuvarının vazgeçilmezi olan VO2 max deneyidir. Bu deney, dayanıklılığın göstergesi sayılan, bedenin bir dakikada kullanabileceği en yüksek oksijen yoğunluğunun ölçülmesine yarar. Çalışmayla belli bir artış sağlansa da, herkes genetik olarak önceden belirlenmiş bir yoğunluk tavanına sahiptir.
Üstün yetenek arayışının bir başka aşamasında kendinizi beyaz steril bir odada, üzeri kavanozlar ve fincanlarla kaplı bir masanın başında bulabilirsiniz. Burada uygulanacak olan deney kişinin yemek eleştirmenliği gibi bir mesleğe yatkın olup olmadığını belirleyebilir. Bunun için Reading Üniversitesi’ne bağlı MMR yiyecek ve tat araştırma şirketinin A&G bölümünde yeni ürünleri tadabilirsiniz. Bu işlemlere önderlik eden tat bilimci Christine Barnagaud’ya göre, nüfusun yalnızca onda biri tarama sürecinden başarıyla geçebiliyor. Siz de bu onda birin içinde olabilir misiniz?
Profesyonel bir çeşnici olmanın en önemli unsurlarından birini güçlü bir koku alma duyusu oluşturuyor. Bunun için deneklere farklı kokulara batırılmış pamuklar koklatılıp, onlardan kokunun ne olduğunu bulmaları isteniyor. Ardından fincanlardan birkaç yudum tatmaları ve içerdikleri tatları bulmaları isteniyor. Başka deneylerde de acı, tatlı, tuzlu, ekşi ve umami olarak beş ana gruba ayrılan temel tatlar arasında ayırım yapılması isteniyor.
Acıyı tatma yetisini sağlayan PTC genindeki farklılıklardan ötürü nüfusun dörtte biri bu deneyde başarısızlığa uğruyor. Uygulanan en zorlu sınav ise, aynı sıvının içindeki farklı tatların belirlenmesi. Barnagaud genelde tat alma duyarlılığı ile dildeki tat alma tomurcuklarının sayısı arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu belirtiyor.
Ortalama bir insanın dilinin minicik bir deliğe eşit bir alanında yaklaşık 20 tat tomurcuğu bulunuyor. Süper tat alıcılar olarak bilinen kişilerde bu sayı 50 ya da daha fazla oluyor. Gelgelelim, roka, brokoli ve acı kırmızı biber gibi yiyecekler bu kişilere son derece sert gelebileceğinden profesyonel çeşnici olma şansına sahip değiller.
Kişi tat alma tomurcuklarını salt farklı tatları denemek suretiyle geliştirebilir. Her gün birkaç dakikalığına bile olsa ot ve baharat gibi farklı ürünleri koklamak ve bunları adlandırmak da tat alma duyusunun geliştirilmesine katkıda bulunabilir.
İyi bir patron, ya da yönetici olup olmayacağınızı anlamak için, önderliği evrimsel bakış açısından ele alan Amsterdam VU Üniversitesi araştırmacılarından Mark van Vugt’a başvurabilirsiniz. Küçük topluluklar halinde yaşayan ve ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalan atalarımızın ayakta kalabilmek için güçlü önderlere gereksinim duymuş olmalarından yola çıkan van Vugt, insanların yöneticilerde belirli nitelikleri aramak üzere evrildiklerine dikkat çekiyor ve ekibiyle birlikte bu nitelikleri belirlemeye çalışıyor.
Öndere yakıştırılan niteliklerin bir bölümü, başta boy olmak üzere, fiziksel özelliklerden oluşuyor. Ekip üyelerinden Nancy Blaker her iki cins için de uzun boyun daha “öndere yaraşır” bir nitelik olarak değerlendirildiğine dikkat çekiyor. Bunun nedeni insanların boyu posu iyi bir yöneticinin sahip olması gereken niteliklerle bağdaştırmasından kaynaklanıyor.
Uzun boylu erkekler çok daha baskın kişilikli, daha sağlıklı, zeki ve tuttuğunu koparan tipler olarak algılanırken, uzun boylu kadınların yalnızca daha zeki oldukları düşünülüyor. Uzun boylu sınıfına girmek için bireyin yaşıtlarının ortalamasından en az 10 santimetre daha uzun olması gerekiyor. Bu da 1.70 boyunda bir kişinin ne yazık ki “uzun” sınıfına girmediği anlamına geliyor.
Öte yandan, genç göstermek kimi durumlarda işe yarayabiliyor. Ekibin iki başka üyesi, Allen Garbo ve Brian Spark’a göre, insanlar değişim sürecinde başlarında genç görünümlü kişileri görmek isterlerken, denge dönemlerinde daha olgun yüzlerin önderliğini yeğliyorlar. Ekibin çalışmaları işbirliğine gerek duyulduğunda, erkek ya da kadın, daha kadınsı yüzlü önderler seçtiğimiz, çelişki dönemlerinde ise daha erkeksi yüzleri yeğlediğimizi ortaya koyuyor.
Ne denli erkeksi, ya da kadınsı bir görünüme sahip olduğunuz ana rahminde maruz kaldığınız testosteron miktarına göre değişiyor. Swansea Üniversitesi’nden John Manning tarafından 2003 yılında yapılan bir araştırma bu miktarı işaret parmağınızla yüzük parmağınızın uzunlukları arasındaki oranı hesaplamak suretiyle belirleyebileceğinize işaret ediyor. Oranın düşük olması yüksek miktarda testosteronun göstergesi sayılıyor.
Bu sonucun doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, bir dizi araştırma bu oranla çeşitli özellikler arasında dengeli bir ilinti olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, Leander van der Meij’in çalışması düşük oranlı erkeklerin daha saldırgan ve daha baskın bir kişiliğe sahip olduklarını gösteriyor. Bu kişilerin yönetme biçimlerinin çok daha zorbaca ve daha az katılımcı bir eğilim sergileyeceğinden kuşkulanılıyor.
Yargı ve karar alma konusunda yarım yüzyıldır yapılan araştırmalar insanların büyük bir bölümünün çoğu zaman çekinceli seçimleri tartmada oldukça umutsuz bir tavır sergilediklerini ortaya koyuyor. Ne var ki, kimileri zorlu durumlarda bilinçaltı eğilimlerinin üstesinden gelerek yerinde kararlar almayı başarabiliyor. Görünüşe bakılırsa, böyle bir beceriye sahip olup olmadığımızı anlamanın da birtakım yolları var.
Berlin matematiksel beceri sınavı “çekince okuryazarlığını”, riskle ilgili bilgiyi doğru yorumlayıp ona göre davranma yeteneğini belirlemeye yarayan bir dizi olasılık-tabanlı bulmacalardan oluşuyor. Deneyi tasarlayan Michigan Teknik Üniversitesi’nden Edward Cokely bile çekince okuryazarlığının salt olumsuzlukları hesaplamaktan ibaret olmadığını kabul ediyor. Bunun için kararlarımızda kendimizden ne denli emin olmamız gerektiğini bilmek gibi bir başka temel beceriye de sahip olmak gerekiyor.
Bu aşamada ikinci bir sınav gündeme geliyor. Bu sınavda deneklerden verilen çeşitli tümcelerden hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış olduğuna karar vermeleri ve kişinin bundan ne denli emin olduğu konusunda bir değerlendirme yapması isteniyor. Deneğin puanını soruları doğru ya da yanlış yanıtlaması değil, kendi sınırlarının ayırdında olma becerisi-deneyin bulucusu Dylan Evans’in deyişiyle kişinin “çekince kafasının” ne denli gelişkin olduğu belirliyor. Deney insanların sonucu belirsiz bir olayın meydana gelip gelmeyeceğini önceden kestirme konusunda ne denli yetenekli olduklarını ölçüyor.
Gizli kalmış üstün yetenek arayışında bir başka yetenek de iç algı (interoception) ya da kişinin kendisini bedeninden gelen sinyallere göre ayarlama yeteneği. Bu yetenek kişinin nabzını ölçmeden kalp atışlarıyla ilgili ne denli kesin bir sayım yapabildiğiyle ölçülüyor.
İlk bakışta insana garip bir yetenekmiş gibi görünse de, araştırmalar giderek bunun yararlı bir dizi bilişsel ve davranışsal özellikle ilintili olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, iç algı yeteneği yüksek kişilerin çok daha önsezili oldukları görülüyor. Bu da “içgüdüsel duyguların” bedenin bilinçaltı sinyallerinden kaynaklandığına işaret ediyor. Kimi insanlar bilincin “maskelediği” tehlikeleri sezebiliyorlar. Duygusal bilgileri anımsama konusunda da daha becerikli olan bu kişilerin duygusal yaşamları da çok daha renkli oluyor.
İç algı yeteneğinin ölçülmesi konusunda çalışmalar yürüten Sussex Üniversitesi’ne bağlı Sackler Bilinç Bilim Merkezi uzmanlarından Hugo Critchley ve Sarah Garfinkel deneklerden belli bir süre içinde kalplerinin kaç kez attığını sorarken, bir yandan da gerçek nabız sayısını belirliyorlar. Araştırmacılar nüfusun yalnızca dörtte birinin bu soruya %80 ya da daha yüksek bir kesinlik oranıyla yanıt verebildiklerine dikkat çekiyorlar.
Bireylerin iç algı farklılıkları oldukça sabit görünmekle birlikte, bu duyarlılık yaşla birlikte azalıyor. Ancak Critchley ve Garfinkel eğitimle belli bir gelişme sağlanabileceğine inanıyorlar. Kalp atışı ya da bedenden gelen başka iç sinyallerle dış duyusal sinyaller arasında bir bağlantı kurmak yararlı bir ara adımmış gibi görünüyor. Garfinkel kişinin kalp atışına en duyarlı olduğu noktayı saptaması için farkındalığın belli bir anda bedenin belli bir yerine odaklanması gerektiğine dikkat çekiyor. İnsanların bedenleri içindeki durumun daha çok ayırdında olmaları sağaltıcı bir etki yaratıyor. Çünkü araştırmalar iç algı yeteneği azlığının depresyonla ilintili olduğunu belirtiyorlar.
Sackler Merkezi’nde iç algı yeteneğinin geliştirilmesi amacıyla uygulanan yöntemlerden biri istem dışı biyolojik geribeslem. Bunun için kişi deri geçirgenliğini ölçen bir aygıta bağlanıyor ve ekrandaki çizgi tırtılı bedensel durumuyla yönlendirmesi isteniyor.Bedensel uyarılma düzeylerini saptayan aygıt beden rahatladıkça tırtılın sağa ve bitiş noktasına doğru ilerlemesi de kolaylaşıyor. Beden kaygıya kapıldığında tırtıl sola doğru ilerliyor. Oyunun başarıyla bitirilmesi için bedene uyum sağlanması gerekiyor. Kısacası, oyun insanlara gevşemeyi öğretiyor.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji
Rita Urgan,
Kaynak: New Scientist, 4 Mayıs 2013
© Tüm hakları saklıdır.