Sağlık

Gece yemek yiyenlerde kanser riski artıyor

"Yemekten sonra uyumak onarım sistemlerini devre dışı bırakıyor"

28 Ağustos 2018 18:08

Onkoloji Profesörü Gökhan Demir, kanseri, “kontrolden çıkmış biyolojik bir zeka” olarak nitelendirerek, gece yemek yiyenlerde kanser riskinin arttığını söyledi. Prof. Demir, bu risk artışının mekanizmasını ise biyoritme bağladı.

ntv.com.tr'nin haberine göre, yaşam tarzı kanser oluşumunu önemli ölçüde etkiliyor. İdeal kiloyu korumak, düzenli egzersiz yapmak ve zararlı alışkanlıklardan uzak durmak kanser riskini azaltıyor. Kanser ile bağlantılı bulunan yaşam tarzı alışkanlıklarına son yıllarda yenileri eklendi. Bunlardan biri kaliteli uyku. Gece çalışanlarda ve gece sentetik ışığa uzun süre maruz kalanlarda kanser riskinin arttığını gösteren çok sayıda bilimsel çalışma var. Örneğin; vardiyalı çalışan, hosteslik, hemşirelik gibi mesleklerde meme kanseri sıklığının arttığı biliniyor. 

Medikal Onkolog Prof. Dr. Gökhan Demir, kanser riskini artıran çalışmalara konu olan bir diğer önemli başlığın da geceleri yemek yeme alışkanlığı olduğunu söyledi. Literatüre dikket çeken ve Haziran 2018’de yayınlanan bir makaleye işaret eden Prof. Demir, “Son yıllarda yaşam tarzı ile kanser arasındaki ilişkiyi gözler önüne seren yeni bir çalışma daha yayınlandı, o da özellikle geceleri yemek saati ile kanser riski arasındaki bağlantıyı ortaya koydu. Gece yemek saati ile uyku saati arasında 2 saatten az zaman olanlarda ve akşam yemeğini saat 9’dan sonra yiyenlerde kanser riskinin arttığı görüldü” dedi.

Kanserle mücadeledeki son gelişmeleri ve yenilikleri ntv.com.tr’ye anlatan Onkolog Demir, “yemek, uyku, kanser” üçgenindeki ilişkinin, sirkadiyan ritim yani vücudun biyolojik saati ile bağlantılı olduğuna vurgu yaptı: 

“Vücudun biyolojik, sirkadiyen bir biyoritmi var. Bu biyoritim; gündüz yaşamak, gece uyumak üzerine programlı. Biz biliyoruz ki gece uykusunda vücudun onarım enzimleri ve bağışıklık sistemi aktifleniyor. Bağışıklığın ve onarım sistemlerinin gece aktiflenmesi ve bazı fizyolojik süreçlerin başlaması, vücuttaki hasarları geri döndürebiliyor. Biz bu biyolojik ritmi bozduğumuz, yani gece uyumadığımız, çok geç saatte yemek yediğimiz ve fizyolojiyi değiştirdiğimiz zaman kanser riskini de arttırıyoruz.”

Peki yemek yiyip yatınca vücutta neler oluyor ve mekanizma nasıl etkileniyor? Prof. Demir, mekanizmadaki değişikliği şöyle detaylandırıyor: 

"Yemekten sonra uyumak onarım sistemlerini devre dışı bırakıyor"  

“Yemekten sonra vücutta çok güçlü bir hormonal aktivite meydana geliyor. Sindirim sistemi enzimleri çalışıyor, insülin seviyesi artıyor, vücut biyolojik, hormonal, kimyasal olarak aktifleniyor ve sindirim olayı başlıyor. Yediğiniz besinin eritilme süreci tamamlandığında uykuya geçmelisiniz ki uykudaki onarım ve koruma sistemleri aktiflensin. Ama yemek yedikten sonra uykuya geçerseniz vücuttaki o onarım ve koruma sistemleri yeterince devreye giremiyor. Yani, sindirim işlemi tamamlandıktan, aktifleşmiş hormon ve enzimler tekrar normal seviyeye geldikten sonra uyumak lazım. Halbuki yemek yer yemez uyumaya başlarsanız onarım sistemleri çalışamıyor çünkü sindirim süreci devam ediyor ve onarım olmadığı için gece uyumamış gibi oluyorsunuz.” 

Gece sağlıklı uyumak, vücudun sadece kansere değil, birçok hastalığa karşı direncini artırıyor. Çünkü vücutta gündüz olan hasarlar genellikle gece uykuda onarılıyor. Büyüme hormonu uykuda salgılandığı için çocuklar uykuda büyüyor. Yara iyileşmesiyle ilgili sistemler gece uyurken aktifleşiyor ve vücut kendi kendini uyurken onarıyor. Onun için sağlıklı bir uyku sağlıklı bir yaşam için şart. Gece saatlerinde en az 7 saat uyumak, uyku hormonu melatoninin salgılanması için de karanlık ve sessiz bir ortamda uyumak gerekiyor. Yanı sıra bilgisayar ve cep telefonundan yansıyan ışığın da uyku kalitesini düşürdüğü unutulmamalı.

Gece yemek yeme ve uykunun kanser ile bağlantısını bu şekilde anlatan Prof. Demir, kanserin tanı ve tedavisindeki önemli gelişmelere de değindi. Kanser tanısının artık genetik-biyolojik tanıya doğru değiştiğini belirten Uzman, radyolojik taramaların yerini yavaş yavaş genetik-biyolojik taramaların aldığını söyledi, “Yani kandan elde edilen tümör DNA’sı, tümörün radyolojik olarak görüntü vermesinden önce yakalanabiliyor” diyerek şöyle devam etti:  

“Şimdi dünyada herkes kanser teşhisinde bunun üzerinde çalışıyor. Akciğer kanserinde, tümör hücrelerinin DNA’sı kandan izole edilerek, tümör radyolojik olarak görüntü vermeden, yüksek riskli gruplarda teşhisi yapılabiliyor. Kolon kanseri hastalarında ya da kanseri kontrol altına alınmış takipteki hastalarda dolaşan tümör DNA’sı tespit ediliyor, radyolojik tetkikten önce nüksü yakalamak mümkün olabiliyor. Özellikle kolon, akciğer ve meme kanserinde bununla ilgili önemli çalışmalar var. Çok sayıda bilim insanı, sirküle eden, dolaşan tümör DNA’sı ve dolaşan tümör hücresi tespit edilerek nüksün radyolojik tetkikten önce yakalanması üzerine çalışıyor.” 

Son zamanlarda, daha önce over (yumurtalık) ve meme kanserinde kullanılan bazı ilaçların prostat kanserinde de etkili olduğunun görüldüğünü söyleyen Demir’in işaret ettiği bir diğer gelişme ise meme kanseri ile ilgili. 

Meme kanseri tedavisinde hormon ilaçlarıyla akıllı molekülleri birlikte kullanmanın giderek yaygınlaştığını belirten Dr. Demir, “Tedavi seçiminde tümörün biyolojik yapısı, tümörün patolojik yapısından daha fazla önem kazandı. Ve birçok hastada artık kemoterapi vermeden sadece hormonal tedavilerle hastalığı kontrol altına alabileceğimizi gördük” dedi. 

İmmünoterapi de yeni gelişmelere sahne olan alanlardan biri. İmmünoterapinin kullanıldığı kanser türlerinin giderek arttığını belirten Onkoloji uzmanı, 5 yeniimmünoterapi ajanının onay alarak dünyada kullanıma girdiğini kaydetti. 


Kanserle mücadelede yaşanan çok yeni bir gelişmeden de bahseden Demir’in verdiği bir diğer bilgi ise, genetik algoritmada DNA’nın yerini yavaş yavaş RNA’nın almaya başlaması:  

“Biz bugüne kadar tümörlerin genetik değişikliklerine DNA’ya bakarak karar veriyorduk. Şimdilerde DNA’nın bir ürünü olan RNA’ya göre tedavi kararı ortaya çıktı. Yani genetik anlamda DNA’da bozukluk olmadan, RNA’da bozukluk olduğu zaman da hastalığın ortaya çıktığını gördük. Yeni kuşak taramalarda sadece DNA değil, RNA da ilk defa kanser tedavisinde ön plana çıkmaya başladı. RNA üzerinde yapılan analizler kanserle müdadelede zaman içerisinde daha fazla önem kazanacak.” 

Tıp bilimi kanserle mücadelede cephaneliğine sürekli yeni silahlar eklemek için çalışıyor, araştırmalar yapılıyor, yeni ilaçlar ve tedaviler geliştiriliyor. Uzun süre kanserle savaşmak durumunda olan bazı hastalar ise bilimin bu çalışmalarından istenen sonucun alınamadığını düşünüyor. Bazı kanser hastaları ve yakınları, bilimsel araştırmaların genellikle hayvanlarla sınırlı kaldığı, insanlar üzerinde kullanılmadığı yani araştırmalardan anlamlı bir klinik yanıt alınamadığı görüşünde. 

Kanserle mücadele eden hastaların sıkça dile getirdiği bu konuyu hatırlattığımız Prof. Demir’in “Araştırmalara ve çalışmalara rağmen kansere kesin çözüm konusunda bilim dünyasının yeterli adım atmadığını düşünen kanser hastaları var. Yıllarını onkoloji bilimine vermiş bir doktor olarak sizin bu konudaki düşünceniz nedir” sorusuna yanıtı ise şöyle: 

“KANSERİN TEDAVİSİ BULUNDU VE KANSER BİTTİ DEMEK İSTİYORUZ AMA…”

“Bence yeterli adım atılmış durumda. Ben 25 yıldır onkoloji hekimliği yapıyorum. 1993-94 yıllarında ileri evre kolon kanserinde 1 yılın üzerinde yaşayan hasta hiç görmezdik. Bugün ileri evre kolon kanseri hastası 3 yıldan az yaşadığı zaman biz başarısız olduğumuzu düşünüyoruz. Bugün ileri evre kolon kanseri olup 7 yıl yaşayan hastalarımız var. O nedenle bilimsel araştırmaların kliniğe yansımadığı görüşüne katılmıyorum ama biz çok daramatik bir iyileşme bekliyoruz. Yani ‘kanserin tedavisi bulundu ve kanser artık bitti’ demek istiyoruz ama maalesef böyle bir şey yok, bu henüz mümkün görünmüyor. Kendi onkolojik serüvenimde kanserle mücadeledeki ilerlemeye şahit oldum. Mesleğe ilk başladığımda sadece 6 ay yaşatabildiğimiz hastaları şu anda 4–5 yıl çok rahat yaşatabiliyoruz. Bu da çok önemli bir gelişme.” 

“Kanser kontrolden çıkmış biyolojik bir zekadır"

Kanser hücrelerinin çok “zeki” olduğunu ve tedaviler karşısında varlıklarını sürdürmek için sürekli çareler bulduklarını belirten Prof. Demir’e göre, bunca bilimsel çalışmaya ve gelişmeye ragmen kanserin tamamen alt edilememesinin en önemli nedeni de kanser hücrelerinin “zekası”. Ancak yine de üstünlük insanoğlunda ve kanserin tamamen yok edilmesi için ümit var: 

“Ben bir süredir kanseri; ‘kontrolden çıkmış biyolojik bir zeka’ olarak tanımlıyorum. Çünkü karşınızda en az sizin kadar zeki bir düşman var ve aktif olarak sizinle mücadele ediyor. Yani siz taktik değiştirdikçe o da taktik değiştiriyor ve bu biyolojik zeka ile baş etmek, yani kanseri tamamen ortadan kaldırmak çok kolay değil. Ancak farklı silahlar, farklı taktikler, çok sayıda seçenek geliştirdikçe hastalığı daha uzun süre yerinde tutmayı başarabiliyoruz. Ama yine de burada üstünlük insanoğlunda ve gelecekte kanseri tamamen yok edeceğimize inancım tam.”