Yen, Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdulkadir Selvi, "Başkanlık sistemi" tartışmalarına ilişkin olarak, "Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu uyumu sürdüğü sürece Anayasa'yı da değiştiririz, Başkanlık sistemini de getiririz. Yeter ki, Uhut’taki okçular gibi ganimet peşine düşüp yerlerimizi terk etmeyelim" dedi.
Selvi'nin Yeni Şafak'ta "Erdoğan-Davutoğlu uyumu" başlığıyla yayımlanan (2 Şubat 2015) yazısı şöyle:
Erdoğan-Davutoğlu uyumu
Yer: Cumhurbaşkanlığı Külliyesi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir grup milletvekili ile sohbet ediyor.
Bir milletvekili, ”Sizi halk seçti. Başkanlığı da hak ediyorsunuz” diyor. Cumhurbaşkanı bir düzeltme yapma ihtiyacı hissediyor.
“Biz şahsımız için, nefsimiz için istersek olmaz” ardından ekliyor. ”Türkiye için lazım”
Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmaların püf noktası buradan kaynaklanıyor.
Özal’dan bu yana Başkanlık sistemini şahıslar üzerinden tartıştığımız için bir arpa boyu yol alamadık.
Özal, Amerikan tipi bir başkanlık sistemini istiyordu. Özal diktatörlük istiyor diyerek Başkanlık sistemine muhalefet eden Demirel, Cumhurbaşkanı olduktan sonra Başkanlık sistemini en hızlı savunan kişi oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Belediye Başkanlığı döneminden bu yana Başkanlık sistemini savunuyor. Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na sistem önerisinde bulunmak suretiyle tutarlı bir çizgiyi takip ediyor.
Ayrıca parlamenter sistem altın çağına Erdoğan döneminde erişti. Her 10 yılda bir darbenin yapıldığı, başbakanların asıldığı, Anayasa'nın darbeci askerler tarafından hazırlandığı, Meclis’in Cumhurbaşkanı dahi seçemediği, İslamcıların, Kürtlerin vebali muamelesi gördüğü temel meselelerde son söz sahibinin asker olduğu bir vesayet sistemiyle yönetildik.
Bugün parlamenter sistem diye yeri göğü yıkanların dönemindeki sistemin adı parlamenter sistem değildi. Yarı askeri Cumhuriyet’ti. Parlamenter sistem adına konuşacak birisi varsa o da Recep Tayyip Erdoğan’dır. Parlamenter sistem AK Parti döneminde altın yıllarını yaşadı. Bugün askerin istediği değil, milletin seçtiği kişi Cumhurbaşkanı oluyor.
Öncelikle yönetildiğimiz sistemin adını koymamız gerekiyor. Bu sisteme parlamenter sistem demek mümkün değil. Kenan Evren’e göre yapılmış yetkili ama sorumsuz bir Cumhurbaşkanlığı var. Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sadece yetki açısından Başkanlık sistemini savunduğunu zannetmiyorum. Çünkü Anayasa’ya göre hem çok yetkili hem sorumsuz bir Cumhurbaşkanı var.
Bakın 92 yıllık Cumhuriyetimiz boyunca 62 hükümetimiz oldu. 27 yıllık tek parti devri, 10 yıllık DP dönemi ve 13 yıllık AK Parti iktidarları ile sağlanan siyasi istikrarı da kattığınız halde Türkiye’de hükümetlerin ortalama ömrü 1 yıl 4 ay 8 gün. ABD ve Avrupa’yı kalkındıran istikrar dönemleri oldu. 1 yıllık ömrü olan hükümetle siz hangi kalkınmayı, Kürt sorunu ve demokratikleşme gibi hangi hedefi sağlayabilirsiniz.
İki sonucu daha paylaşmak istiyorum.
1970-80 arası. Yani iki darbe arasında 10 yılda ortalama ömrü 7 ay olan 13 hükümet kurulmuş. 1990-2000 arsında ise ortalama ömrü 9 ay olan 11 koalisyon hükümeti ile yönetilmişiz.
Cumhurbaşkanı Demirel o günlerde, ”Bakanların dahi ismini hatırlamakta zorlanıyorum. Sayın bakan hoş geldiniz diyorum” demek suretiyle bu durumdan yakınmıştı.
Sık sık yapılan darbelerle, sistem içerisinde askeri vesayetin kontrol mekanizmaları oluşturuldu, kısa ömürlü ve zayıf hükümetlerle bırakın bunlarla mücadele etmeyi yönetemeyen demokrasi, yönetilemeyen Türkiye ve vesayet kurumlarının gölgesinde alanı sınırlandırılmış millet iradesi gerçeği.
Böyle bir Türkiye’de çözüm sürecine cesaret etmek, askeri vesayeti geriletmeye soyunmak mümkün müydü? Bu role soyunan Başbakanlar bedelini hayatlarıyla ödediler. Askeri ağzına almak bile cesaret isteyen bir işti. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Mesut Yılmaz, ”Çevik Bir” diyemediği için,” Pandomin” oynamıştı. Aslında o demokrasimizin Pandominli haliydi.
AK Parti, Başkanlık sistemini savunmakla birlikte parlamenter sistemle de Türkiye’nin başarılı bir şekilde yönetilebileceği bu dönemde gördük.
AK Parti yaşanan tüm fırtınalara rağmen Sezer döneminde de kendi içinden çıkardığı Gül devrinde de bir krize meydan vermeden Türkiye’yi yönetebildi. Yönetimdeki istikrar oy oldu 9 seçim başarısıyla sandıkları patlattı. Şimdi yeni bir dönem yaşanıyor.
Son kamuoyu araştırmalarında AK Parti’nin oy oranı yüzde 49 çıkıyor. Ama bir şey daha var. Yüzde 55’e kadar çıkma imkanı. Bu Türk milletinin Cumhurbaşkanı Erdoğan-Başbakan Davutoğlu modelini onaylaması demektir.
Bu sinerji sandığa yansıdığı taktirde AK Parti,2015 seçimlerinden de zaferle çıkacak demektir.
Erdoğan sembolik bir Cumhurbaşkanı değil. Aslında hiçbir Cumhurbaşkanı sembolik olmadı. Sezer, Çankaya’yı rejimin son kalesi gibi gördü. Kararnameleri veto etti. AK Parti’yi kuran isimlerinden birisi olmasına rağmen Abdullah Bey döneminde kabine listelerinde değişiklik olmadı mı? Kimi zaman Başbakan ya da bakanlar kanunlar çıkmadan önce Cumhurbaşkanı’na bilgi vermediler mi? Ayrıca Erdoğan daha Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bunları deklare etti.
Bununla birlikte Davutoğlu da emanetçi bir Başbakan olmadığını gösterdi. Çalışkanlığı, entelektüel birikimi, temiz geçmişi ve iç politikadaki hakimiyeti ile milletin gönlünde yer etti.
28 Ağustos tarihinden bu yana milletimiz Erdoğan’ın yanında kalbinin bir köşesinde de Davutoğlu’na yer açtı.
AK Parti hafta sonu Afyon’da 2015 seçim stratejisi üzerinde çalıştı. Görünen özgürlükçü Anayasa ve siyasi istikrar talebi ile çıkacak seçmenin karşısına. Başkanlık sistemi önerisi ise yeni Anayasa’nın içinde yer alacak.
Eğer Başkanlık sistemini getireceksek, öncelikli olarak Başbakan’ın bu seçimlerden başarıyla çıkması lazım. Yani Davutoğlu başarılı olmalı ki 2015 seçimlerinde Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğa ulaşabilelim. Başarısız olan bir Davutoğlu ile Anayasa'yı nasıl değiştireceğiz? O yüzden Erdoğan ve Davutoğlu uyumu üzerinde titrememiz gerekiyor. Aralarındaki diyalog kanalları açık. Sık sık bir araya gelip, her sorunu açıklıkla konuşabiliyorlar. Kimi zaman kamuoyuna aksetmeyen görüşmeler yapıyorlar. Erdoğan-Davutoğlu uyumu sürdüğü sürece Anayasa'yı da değiştiririz, Başkanlık sistemini de getiririz.
Yeter ki, Uhut’taki okçular gibi ganimet peşine düşüp yerlerimizi terk etmeyelim.
Gün nefsimizi ayaklar altına alma günü.