17 Mart 2024 14:52
T24 Haber Merkezi
Türk basınının en kıdemli isimlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'nın Yönetim Kurulu Başkanvekili olan Ali Sirmen, 84 yaşında hayatını kaybetti.
Gazeteci kimliğinin yanı sıra hukukçu olan, bazı film ve dizilerde de rol alan Sirmen, 84 yaşındaydı.
Türk sanat müziği bestekârı ve keman sanatçısı Sadi Işılay'ın torunu olan Ali Sirmen, bir süredir İstanbul'da bir hastanede tedavi görüyordu.
Ali Sirmen için 19 Mart 2024 Salı günü saat 11.30'da Cumhuriyet Gazetesi’nin önünde tören yapılacak. Tören sonrası Zincirlikuyu Mezarlığı Camisi’nde öğleyin kılınacak namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
GALERİ - Ali Sirmen'e veda: "Meslek büyüğümüz, ustamız, Cumhuriyet’in çınarı..."
Sirmen, Boxer dergisi için Eylül 2012'de Özlem Özdemir'e verdiği söyleşide şunları söylemişti:
"Ben 7 yaşında yatılı olarak okula gittim, yatılı okulu hiç sevmezdim... Annem tek başınaydı, öğretmendi. Okula gidip duruyor, o nedenle Galatasaray yatılı ilkokuluna yazıldım. Büyüyünce özgür olmak isterdim. Durmadan da hapse girdim çıktım. Bir de ilkokulda gazete çıkardım. Adı da “Işık”. Duvar gazeteleri çıkartırdık, duvara kartondan gazeteler asılırdı. Okul gazetesi de var bir de, o da Doğan gazetesiydi. Orada da yazı yazmıştım daha 3. sınıfta."
Sirmen, Özdemir'e Cumhuriyet'e geçiş sürecini ise şöyle anlatmıştı:
"Hayatımda unutulmaz bir andır. Çünkü ben gazeteciliğe başladığımda idealim Cumhuriyet’te yazmaktı. Ben 12 Mart döneminde de, 1971’de Akşam’dayken de hapse girdim. Hapisteyken İlhami Soysal’la ikimiz gazeteden atıldık. Hapisten çıktım, askere gittim. Sonra Yeni Ortam’da dış politika yazıları yazmaya başladım. Cumhuriyet’te de yakın dostum olan Mehmet Barlas vardı. Mehmet TRT’ye gidince Cumhuriyet’te yer açıldı. İlhan ağabeyin tavsiyesi ile zannediyorum Nadir Nadi bir gün çağırdı beni. Nadir Bey beni çağırınca havalara uçtum tabii. Nadir Bey, "Yazılarınızı okuyorum, bizimle çalışır mısınız?" dedi. Gazetecilik hayatımın en önemli anı odur.
Yanlış anlaşılmasın, Milliyet gazetesi de çok iyi ve değerli bir gazetedir. Ama mesela Milliyet’e gittiğim zaman Turhan Selçuk demişti ki; 'Geldin buraya ama sanma ki Cumhuriyet’teki gibi yazarlar, çizerler, şairler ikide bir gelecekler.' Cumhuriyet’te en üst katta Nadir Bey’le aynı katta odalarımız vardı. Orası ayrı bir mektepti. Oraya Sabahattin Kudret, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Agop Arat, Lütfü Özkök, İlhan Selçuk, Melih Cevdet gibi yazarlar, çizerler, karikatüristler gelirlerdi. Hatta bir de bunun çok hoş bir hikayesi vardır. Bir araya gelir ve öğlen rakı içmeye giderlerdi. Öğlen rakısından dönenler de Nadir Bey'in odasına gelirlerdi. Bu ekipte Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Recep Bilginer, Agop Arat, Oktay Akbal, Sami Karaören olurdu. Nadir Bey, 'Hoş geldiniz, geçin oturun, neredeydiniz?' derdi. Onlar da öğlen rakısındaydık deyince, 'İyi iyi, çok iyi, ne kadar içtiniz?' derdi. Onlar da bir buçuk büyük içtik deyince, Nadir Bey de "Ama çok" derdi. Onlar da, o gün masada Melih yoksa mesela onun adını söyleyerek, 'Yok canım, hepsini zaten Melih içti, biz az içtik' derlerdi."
Sirmen, söyleşinin devamında şunları söylemişti:
"Nerede o eski bayramlar, nerede o eski İstanbul, nerede o eski Bâb-ı Âli nakaratlarını ben sevmiyorum. Hiçbir zaman eskinin çok daha güzel olduğu doğru değildir. Tabii ki eskiden gazetecilik kalem erbablarının işiydi ama şimdi de kalem erbabı olanlar var. Bu kadar büyük bir sanayiyle ve sermayeyle iç içe girmiş değildi. Küçük sermayelerle gazeteler çıkabilirdi. Yine satılmalar, döneklikler, çıkarcılıklar, alçaklıklar olurdu. Şimdi büyük hırsızlıklar oluyor. O zaman menfaatler küçüktü. Gazeteciler hakikaten az kazanırdı. Olay izlemeye tramvaya, otobüse binilerek gidilirdi, çok imkân oldu mu taksi ile gidilirdi. 1950’lerin basınıyla şimdiki basının maruz kaldığı muameleler de çok benziyor. O zaman da böyle basına saldırırdı başbakan, her bildiği doğruydu, aklına eseni yapardı. Aynı şeyleri bugün de yaşıyoruz. O yüzden eskiyi o kadar gözünde büyütmenin anlamı yok. Bâb-ı Âli’nin kendisi bende öyle çok özlem uyandırmaz.
Bir ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kurulmuş bir devletin toprakları üzerinde yaşayan bir toplumda ulusalcılığın suç sayılması kadar komik bir şey yoktur. Eskiden komünistlik vardı, şimdi ulusalcılık. Neden söyleyeyim, o kadar basit ki. Eskiden kapitalizmin karşısındaki en büyük tehlike komünizm olarak görülüyordu. Şimdi o aşamayı geçmiş ve küreselleşmiş kapitalizm karşısında en büyük kabus ulusalcılıktır. Onun için ulusalcılık şimdi tu kaka edildi. Bu onların utancıdır. Buna kanan toplum da olsa olsa utanması gereken bir toplumdur.
Cahit Sıtkı’nın bir şiiri vardır: “35 Yaş.” Biraz değiştirin. Hapisteki herkesin başında, kim bilir nasıl kaç yaşında? Türkler için bu şiir aynı ölüm gibi kaçınılmaz. Herkesin başında bu iş. Biraz önce bahsettiğim gibi ilkokula yatılı gittim ve çok yadırgadım. Fakat hapishanede çok rahatladım çünkü benim ikinci hapishanemdi. İlkokulda hapishanemi yaşadım zaten. Bütün hapishaneleri söylemiyorum ama ben kendi yaşadığım 12 Eylül ve 12 Mart hapishanelerini bugün Silivri’de yaşayanlarla karşılaştırdığım zaman çok daha az kötü buluyorum. 60 kişilikti koğuşumuz, benim kitaplığım vardı. Fakat şimdi hapsi daha da bir baskı ve zulüm yerine çevirmek istiyorlar. Hakikaten bir zulümhane olmuştur.
Türkiye’yi askeri vesayetten kurtaralım diye bir şey var. Doğrudur, Türkiye askeri vesayet altında yaşamıştır. Eğer Türk demokrasisinin tek sorunu askeri vesayet altında yaşamak olsaydı eğer şimdiye sorun çözülmüştü çünkü gitti askerlik. 100 tane gazeteci hapiste. Parasız eğitim isteyen Fransız vatandaşı kız hapiste. Grup Yorum’a bilet alanlar hapiste. Hani askeri vesayetti derdimiz? Demek ki o zaman uyanıp bakmamız lazım. Demek ki bu ülkenin sivili de sivil değil. Sivilini sivil hale sokabilsek o zaman demokrasi kurtulacak işte. Şunu söylüyorlar: 27 Mayıs olmasaydı bunlar olmazdı. Evet, 27 Mayıs olmasaydı bütün bunlar olmayabilirdi ama 27 Mayıs’ın olmaması için 28 Nisan’ın olmaması gereklidir. Adnan Menderes, 'Beni halk seçti. Ben her şeye kadirim' dedi. O kafayla demokrasi olmaz. Menderes de böyleydi, Tayyip Erdoğan da böyle. Ben oyu aldım, ben demokratım zannediyorlar. Demokrasi o değil ki. Hukuku darbecilere karşı bile çiğnemeyeceksin! Onun için demokrasiyi doğru tanımlayacağız. Kavramları doğru oturtamazsak, demokrasiyi oturtamayız.
10 tane kadar dizide oynadım. Daha Galatasaray Lisesi’ndeyken tiyatroda oynardım. Haldun Taner’in öğrencisi oldum Şehir Tiyatroları'nda. Mesela işte Haldun Taner gibi bir adamı tanımak… Diziler aradan kırk sene geçtikten sonra gelişen işlerdi. Zaten dizilerde herkes oynar. Oyunculuk değil o, oyunculuk tiyatrodadır. Sonra Işıl Özgentürk’ün Seni Seviyorum Rosa filminde oynadım. Orada Ziya Öztan görmüş, beğenmiş, Yunus Nadi’yi oynadım. Oradan görmüş beğenmişler. Baş komiser Kamil’i oynadım İkinci Bahar’da. Keyifliydi o kadar, zaten yetti.
Benim en beğendiğim oyunculardan birisi Türk tiyatrosunun dünya çapında oyuncusu Müşfik Kenter. 'Şapkadan Babam Çıktı' adlı bir dizide birlikte oynadık. Tüylerim diken diken oluyor düşündükçe, Müşfik Kenter’in karşısında oynuyorum. Sonra Türkan Şoray’la, Şener Şen’le, Hülya Koçyiğit’le, Haluk Bilginer’le, Sumru Yavrucuk’la oynadım. Bir de bir toplantıda Yıldız Kenter ile dans ettim. Tabii unutamadığım şeylerden biri de o.
Yemek bir kültür meselesidir. Çok hoş ve değerli adamlar çok iyi yemek pişirirler. Dedim ya Bekri Çeşnici olarak yirmi seneye yakın yemek yazıları yazdım. Hapishanede yemekler yapardım. Yaptıklarım içinde en ünlüleri krem karamel, maydanoz yemeği, hamsi lakerdasıydı. Rus salatasının mayonezini de ben yapardım. Ben 12 Eylül’de Türk solunu asgari müşterekte buluşturdum: Krem karamelde. Herkes benden krem karamel öğreniyordu. Bütün fraksiyonlar kendi krem karamellerini yapıyorlardı."
Ali Sirmen kimdir?Türk sanat müziği bestekârı ve keman sanatçısı Sadi Işılay'ın torunu olan Ali Sirmen, 10 Kasım 1939 tarihinde İstanbul'da doğdu. Sirmen, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuydu. Sirmen, köşe yazarlığına 1966 yılında Akşam gazetesinde başladı. Yeni Ortam'dan sonra uzun yıllar görev yapacağı Cumhuriyet'e geçti. Ali Sirmen (solda) ve Nadir NadiCumhuriyet gazetesindeki "Dünyada Bugün" köşesini yazarken, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında 'Barış Derneği' davası kapsamında tutuklandı. Dört yıl tutuklu kaldığı cezaevinde bulunduğu sırada, dönemin Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal'in önerisi üzerine "Samim Lütfü" takma adıyla köşe yazılarını sürdürdü. Daha sonra bu yazıları "Kelepçeli Yazılar" adlı kitapta bir araya getirdi. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Barış Derneği kurucuları arasında yer alan Sirmen, 12 Mart 1971 darbesinden 12 Eylül 1980 darbesine uzanan ülkesini "12'den 12'ye Türkiye" adlı kitabında anlattı. Sirmen, 12 Eylül döneminde tutuklu olarak yargılanırkenCumhuriyet'in sahibi Nadir Nadi'nin 20 Ağustos 1991'de ölümünden sonra aynı yıl kasım ayında gazetede Hasan Cemal yönetimi ile İlhan Selçuk-Uğur Mumcu ekibi arasında çıkan büyük kavgada Cumhuriyet'ten ayrıldı. Hasan Cemal'e karşı İlhan Selçuk ekibiyle beraber hareket eden Sirmen, Uğur Mumcu ile birlikte, o dönemde Aydın Doğan'a ait olan Milliyet'te yazmaya başladı. Hasan Cemal- Okay Gönensin ekibinin gazeteden aralıklı olarak ayrılmalarından bir süre sonra Cumhuriyet'e geri döndü. Cumhuriyet'te 6 Mart'ta yayımlanan "Laiklik nedir?" başlıklı yazısında, Türkiye'de laikliğin korunmadığını vurguladı. Ali Sirmen ve avukat eşi Mine Sirmen, arka koltukta Uğur MumcuÇok yönlü bir yazar olan, bazı film ve dizilerde de rol alan Ali Sirmen, Cumhuriyet'in hafta sonu ekinde "Bekri Çeşnici" takma adıyla yemek/mekân yazıları da kaleme aldı. İkinci Bahar televizyon dizisinde Antepli bir komiseri canlandırdı. Cumhuriyet adlı filmde ise gazetenin kurucusu olan Yunus Nadi Abalıoğlu'nu canlandırdı. SkyTürk kanalında Siyah-Beyaz isimli programın sunucularından biriydi. Ayrıca Cem TV'de Süheyl Batum ile Ayıptır Söylemesi isimli tartışma programını sundu. 2015 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne layık görüldü. 20 Ağustos 2019'da 54 yıllık hayat arkadaşı, eşi Mine Sirmen'i kaybetti. Mine Sirmen ile evliliğinden Devrim (d. 1966) adında bir oğlu vardı. |
|
© Tüm hakları saklıdır.