Türkiye yazarı Fuat Uğur, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "mahalle"de yaşanan tartışmalara ilişkin kullandığı "Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil, mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler" ifadesiyle ilgili olarak "Treni oyuncak ettiler. Gezi dediler indiler, 17-25 Aralık’ta fırıl fırıl dönüp durdular ve yeni bir yer aradılar, 7 Haziran’da da yeni ortakların peşine düştüler" dedi. Uğur, "Biz bu adamı işte bu yüzden sevdik. Treni sahiplenen ödlek-fırsatçı sürüsüne aldırmadan direnmemizin sebebi bu. Karşılıksız ve beklentisiz" diye yazdı.
Mahallede 'gizli hayırcı' kavgası sürüyor; kimler suçlandı, ne yazıldı, ne cevap verildi?
Fuat Uğur'un "Pazarda inenler, trene kaçak binerken enselendi" başlığıyla yayımlanan (4 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
Öyle şirrettiler ki ağızlarını her açtıklarında “Biz trene daha ilk istasyonda bindik. Sizler sonradan gelip binenlersiniz” dediler aşağılayıcı ifadelerle.
Ama onların tren hafif arıza yapıp durakladığında “Şurada bir Pazar varmış, oraya gidiyoruz” diye fareler gibi sıvıştığı bir kişinin gözünden kaçmadı; lokomotifin başındaki Sürücü’nün:
Bu trendekiler arasında kurucusu olduğum partiyi geçmişte desteklemiş olanlar bulunabilir. Ama onların bu desteklerini daha sonra da aynen sürdürdüklerini düşünmüyorum. Daha sonra ibreleri değişti. Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan pazara kadar değil, mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler.
Trenin ilk yolcuları olduğunu söyleyenler “Bu İslamcı bir tren, sizin işiniz yok burada” deyip kavganın fitilini ateşlediler. Ötekileştirilmek istenenler ise “Biz de bu trenin gittiği istikamete gidiyoruz. Bu tren herkesin, her rengin, ilkeli, dürüst ve namuslu olan her vatanseverin” diye yanıtladılar onları.
Tartışma bu eksende devam etti. Sürücü yine düdüğünü çaldı:
Bu yaklaşım bir defa yolda, çizgide istikrarsızlıktır. Sırat-ı müstakim’den sapmadır. “İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor” deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını, milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Yapılması gereken budur.
Treni oyuncak ettiler. Gezi dediler indiler, 17-25 Aralık’ta fırıl fırıl dönüp durdular ve yeni bir yer aradılar, 7 Haziran’da da yeni ortakların peşine düştüler. Treni rayından çıkarıp dinamitleyenlere sert çıkan “sonradan gelen” yolcuları da sürekli provokatör muamelesi çekip onları ılımlı davranmaya davet ettiler. Dinamitçi darbecilere sempatileri daha fazlaydı. Ağızlarını her açtıklarında trene ve sürücüsüne kutsallık atfetmeye vardırdılar işi.
Ve bitiş düdüğü bu sözlerle noktalandı:
Bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi, kendi doğrularını benimseyen, kendilerinin belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındaki insanları da ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler. Oysa hiç kimsenin böyle bir hakkı yok. Kaldı ki ebedi âlemin ölçüsü hiçbirimizin elinde değil. Kimse bunu teraziye çıkarmasın. Hele hele çok ağır olacak ama uluhiyet (İlahlık vasfı atfetme) davasına da kimse girmesin…
Evet, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, meseleyi dirayetiyle, kararlılığıyla noktaladı. Zoru görünce davayı satmaktan çekinmeyenlere karşı kızgınlığını ve mesafesini net olarak ortaya koydu.
Kim onlar?
Ne fark eder, isimleri mühim değil. Siz onları zaten yaptıklarıyla ya da yazdıklarıyla tanıyorsunuz.
Ahmetler, Mehmetler, Mustafalar, Kemaller, İbrahimler, İsmailler, Elifler, Merveler, Ayşeler, Fatmalar, Özlemler, Lütfullahlar, Abdullahlar, Selimler, Kerimler, Bülentler, Aliler, Osmanlar…
Seferî Ahmet beylerin nafile dünyasındaki gezintide bu kadar kelime bile yük.
Esasında bugün;
İtalyan hava yolu şirketi Alitalia’nın 500 milyon avro borcu nedeniyle iflas ettiği ve kayyuma devredildiğini,
Belçika’da terör saldırılarının turizmi vurduğunu ve ülkeye gelen turist sayısında yüzde 45 oranında azalma olduğunu,
17 milyon nüfuslu Hollanda’da nisan ayı içinde 268 bin kişinin sağlık sigorta katkı payını ödeyemediğini, 198 bin kiracının kirasını yatırmadığını, 729 bin kişinin kredi kartı borcunu ödeyemediği için kırmızı listeye alındığını, 676 bin öğrencinin sürekli borçlanarak yaşadığını, her sekiz Hollandalıdan birinin gelirlerinin giderlerini karşılamadığını,
Yunanistan’ın IMF’den 7,5 milyar dolar borç alabilmek için emekli maaşlarında kesintiye gitmeyi kabul ettiğini,
Ve benzer gelişmeleri yazarak başlayacak;
Bir terör ateş çemberinin içinden çıkan ve hâlâ aynı tehdit altında bulunan, bir alçakça darbeden 249 şehit vererek ayağa kalkan Türkiye’nin, aradan kısa bir süre geçtikten sonra Zümrüd-ü Anka kuşu gibi küllerinden nasıl yeniden doğduğunu yazacaktım.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yol gösterici önderliğiydi bunun sebebi.
Çünkü o öncelikle Türkiye insanına “Biz büyük ülkeyiz, büyük bir milletiz ve başarırız” fikrini benimsetti.
Çin’de aylarca kalan bir arkadaşım, bu ülkedeki korkunç ve devasa ekonomiyi anlattıktan sonra şunu eklemişti:
“Çin, Türkiye ile kıyaslanamayacak büyüklüğe sahip. Ama eksik olan şu: Çin devleti vatandaşlarına büyük devlet olabilme idealini tam olarak anlatamadı.”
Biz bu adamı işte bu yüzden sevdik.
Treni sahiplenen ödlek-fırsatçı sürüsüne aldırmadan direnmemizin sebebi bu.
Karşılıksız ve beklentisiz.