Türkiye yazarı Fuat Uğur, Cumhuriyet'in yönetici, yazar ve avukatları hakkında "PKK/KCK, FETÖ/PDY ve DHKP-C'ye müzahir oldukları" iddiasına ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamedeki suçlamalarla ilgili olarak "Acaba Balyoz ve Ergenekon davalarında olduğu gibi bir adaletsizliğin eşiğinde miyiz?" dedi.
Aralarında Can Dündar, Akın Atalay, Ahmet Şık, Bülent Utku, Kadri Gürsel ve Aydın Engin'in de olduğu 19 kişiye 'FETÖ' suçlaması yöneltilen iddianamede, bu kişilerin ByLock kullanıcılarıyla yoğun irtibatının olduğu öne sürülüyor.
Uğur, gazeteyle ilgili olarak daha önce kaleme aldığı yazısında (2 Şubat 2017) "Cumhuriyet gazetesinin sloganları bile FETÖ’den alınma artık" iddiasını ileri sürmüştü. Uğur, sözlerine şöyle devam etmişti:
"Bu gazeteyi Atatürkçülere teslim edin diyoruz, dinleyen yok.
Saftorik Atatürkçüler belaltı vuruşları, üstü örtülü(artık aleni) FETÖ propagandalarını göremeyecek kadar kör durumda. Yazdıkları için şükrediyorlar belki de.
Adamların cüretkârlığı karşısında bile hâlâ avanak avanak bakmayı bırakın. Artık uyanın.
Tabii zerre akıl varsa sizde"
Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'ın gözaltına alınmasının ardından (12 Kasım 2016) kaleme aldığı yazısında da "Gazeteyi çakallara kaptırdık diye her yere açıklama yapan Alev Coşkun sonuna kadar gidecek gibi görünüyor. İnan Kıraç nasıl aldatıldığını ve Cumhuriyet’i hayatından çıkardığını söyledi basına" diyen Uğur, "Bir hayal âleminde yaşıyorlar" ifadesini kullanmıştı. Uğur, söz konusu yazısında "Gazetenin hâlâ vakfı kendilerinin de söylediği gibi bir operasyonla ele geçiren FETÖ piyonlarıyla bir araya gelinerek kurtulacağına inanıyorlar" görüşünü dile getirmişti.
Öte yandan Fuat Uğur ile TGRT'de "Medya Kritik" programını sunan Cem Küçük, Cumhuriyet çalışanlarına yönelik tehdit içerikli söylemler sarf etmişti. Küçük, "Siz bu devlete ihanet ettiniz. PKK’yı savundunuz. FETÖ’nün gazetesi oldunuz. Bu paçavra gazete teröristleri savundu. Gebereceksiniz ama hukuk yoluyla, başka yollarla. Bunun şimdi hesabı soruluyor" ifadesini kullanmıştı.
Fuat Uğur'un "Cumhuriyet iddianamesi ve kafaları karıştıran sorular" başlığıyla yayımlanan (8 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Birkaç gündür Cumhuriyet gazetesi ile ilgili açılan davanın iddianamesinden yapılan alıntıları ve çıkan yazıları basından takip ediyorum.
Hepsi birçok soru işaretini barındırıyor.
Acaba Balyoz ve Ergenekon davalarında olduğu gibi bir adaletsizliğin eşiğinde miyiz?
Önemli bir yetkiliyle konuştum. Kaynağım isminin açıklanmasını istemedi.
Medyadaki yazılanların taslak hâlindeki 435 sayfalık metinden istifade edilerek kaleme alındığını, asıl iddianamenin 274 sayfa olduğunu belirterek başladı sözlerine. Dolayısıyla da taslak üzerinden tartışmanın sağlıklı bir zeminde fikir yürütmeyi imkânsız kıldığını ifade ederek “Hem asıl iddianameyi okumalılar, hem de gazetecilik yapıp yetkililerden bilgi almalılardı. Ama bunu yapmadıklarına şahit olduğumuz için üzülüyoruz” dedi.
Sözü edilen 274 sayfalık iddianameyi okudum. Sadece şunu söyleyebilirim. Titizlikle hazırlanmış bir iddianame. Ama bir yazı kaleme alabilmek için çok detaylı bir inceleme yapmak gerekiyor. Bu yüzden yetkili kaynağım ile yaptığım görüşmeden aldığım notları çok özet olarak aktarıyorum.
19 sanık var. Biri Can Dündar ve firari. Diğer 18 sanıktan 10’u 5 aydır tutuklu.
Delil olarak nitelendirilen en önemli konulardan biri sanıkların ByLock'çularla hayatın olağan akışına uymayan bir irtibat, iletişim içinde olmaları.
İkincisi de gazetenin yayın politikasıyla teröre (PKK, DHKP-C ve FETÖ terörü) destek olması, terör örgütlerinin lehine yayın faaliyetinde bulunması.
Tutukluların hepsi de gazetenin yayın yönetiminde görevli. Yönetim kurulu üyesi, yayın danışmanı vb.
ByLock trafiğine takıldığı hâlde gazetenin yayın politikasıyla ilişkili olmayan yazarlar ve kişiler ise tahliye edildiler bilindiği üzere.
Deniliyor ki, yasalara göre “Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terör lehine faaliyette bulunmak” da bir suç olarak nitelenmekte. Bu durumda gazetenin MİT TIR’ları, FETÖ’cülerle röportajlar, DHKP-C ile PKK lehindeki kışkırtıcı haberler vb. yayınlarından sorumlu olan yöneticiler suçlanmakta.
Örneğin yayın danışmanı Kadri Gürsel’in ByLock kullanan 92, FETÖ ile iltisaklı 21 kişiyle telefon görüşmesi yaptığı bildirilmekte. Bu görüşmelerden bazılarının da mesajlaşma yoluyla olduğu kaydedilmekte.
Sordum, “Kadri Gürsel bunun hepsinin kendisine gelen mesajlar olduğunu, hiçbirine de cevap vermediğini söylüyormuş” diye. Bana verilen cevap şu:
“Hayır, FETÖ’nün önemli isimlerinin de içinde olduğu, şu anda tutuklu bulunan ByLock’çularla telefon görüşmeleri var. Bazıları mesaj ama çoğu telefon görüşmesi. Bu sabit bir durum.”
Konuştuğum yetkiliye sorduğum soru ısrarla şu oldu:
“Tamam, Akın Atalay, Can Dündar ve Kadri Gürsel’i anladık da işi sadece gazetecilik yapmak olan isimler neden sanık? Örneğin Aydın Engin. Kendisinin bugün azılı FETÖ’cü olduğu ortaya çıkan Harun Tokak gibi isimlerle 2008 yılında görüştüğü belirtiliyor. O vakitler herkes herkesle görüşüyordu, ortada ne FETÖ vardı ne de ByLock?”
Bana verilen cevap biraz yukarıdakilerin tekrarı gibi olacak ama şöyle:
“Zaten Aydın Engin gibi 8 sanık şu anda tahliye edilmiş durumda ve tutuksuz yargılanıyor. Çünkü yönetici konumunda değiller. Tutuklu olan 10 isim, FETÖ, PKK ve DHKP-C terör örgütüne hizmet eden yayın politikaları nedeniyle terör örgütleri lehine faaliyette bulunmakla suçlanıyorlar ve dahası ByLock'çularla bağlantıları var. Aydın Engin ise yönetici değil. Yani yayın politikasından sorumlu değil. Kaldı ki Aydın Engin’in ByLock'çularla 2015 ve 2016’da görüşmeleri var.”
Kısacası Cumhuriyet gazetesi meselesinde ümit ederim ki kimse haksızlığa uğramasın ve adaletsizlik geçmişteki gibi yakamıza yapışmasın.
Türkiye’mizin atlattığı darbe girişimi ve hâlen peşimizi bırakmayan bu darbe girişiminin faili hain örgütle mücadelede çok badirelerden geçtik, geçiyoruz. Hemen her günümüz bir tuzak. Bu hain örgüt sayesinde ülke insanları olarak kumpas, tezgâh, ihanet, namussuzluk ve başımıza gelebilecek tüm alçakça işler konusunda âdeta hızlandırılmış bir kurstan geçtik ve kısa zamanda tecrübe sahibi olduk.
Medyadaki hassasiyeti de anlamak gerek. Özellikle geçmişteki hatalar ve insanların hayatlarıyla oynamalar yüzünden çekilen vicdan azabı, bazen aculluklara sebep olabiliyor. Belki de aynı hatayı tekrarlamamak için tarihe bir not düşme telaşı, bilinmez.
Bu da anlayışla karşılanabilir ama asıl iddianameyi okumadan ve ilgililerden bilgi almadan döktürülen analizler bu kez bir başka hatayı beraberinde getirebilir.
Dolayısıyla Cumhuriyet gazetesinin yöneticileri hakkında açılan davayı dikkatle izleyecek ve bir adaletsizliğin ya da mağduriyetin yaşanmaması için takipte olacağız.
Ama 15 Temmuz darbesini yaşamış 80 milyonun ve şehitlerimizle gazilerimizin de hukukunu unutmadan.
Referandum sonrası ilk işim mağduriyetler
Biliyor ve izliyorsunuz.
FETÖ’nün mağdur ettikleri ve FETÖ’cü suçlamasıyla karanlık noktaları bulunan iddialarla mağdur edildiğini söyleyenlerin sesi olmaya çalıştım elimden geldiği kadar. Politik gündem çok yüklü olduğu için belki bu 4-5 yazıdan öteye gidemedi ama isimlerini sayarak yazdıklarımdan bazıları ya mesleklerine geri döndüler ya da serbest bırakıldılar.
Ama bunları yazmam beraberinde bana yüzlerce mektubun yağmasının da sebebi oldu.
Ne yapacağımı şaşırmış vaziyetteyim. Hangi birini dillendireyim?
Bu yüzden hükûmet ve devlet yetkililerine sesleniyorum: Bana gelen başvurular size de geliyor. Lütfen bu işin üzerine ciddiyetle eğilin.
Ancak referandumdan sonra bu meselenin üstüne gideceğimi şimdiden ifade edeyim.
Burada şu handikap var benim için kuşkusuz. Bazıları beni yanıltmış ya da yalan söylüyor olabilirler.
Hiç önemi yok. Üç beş 'çakal' var diye asıl mağduriyetleri görmezden gelmek prensibimiz değil. Ben dillendirip gündeme getireceğim, kararı soruşturmalar ve yargı belirleyecek.