Yaşam

Fotoğraf peşinde bir ömür: Cumhuriyet emekçisi Erdoğan Köseoğlu

"Zaman içinde ‘usta’ denecek bir yetkinliğe ulaşması, yoğun bir emek ve zaman ürünüydü kuşkusuz..."

23 Nisan 2017 17:22

Aykut Küçükkaya*

Başlık onun için, Erdoğan Ağabey için 2010 yılında hazırlanan albüm kitabının adından geliyor: “Fotoğraf Peşinde Bir Ömür...” Sevim Ertemur, 1980’li yılların sıkıyönetim mahkemelerinde tanıştığı Erdoğan Köseoğlu’nun 67 yıllık onurlu, dik yaşamını albümün sunuş yazısında birkaç cümleye şöyle sığdırıveriyor:

Erdoğan Köseoğlu gerçekten mükemmel bir insandı. Hani bazı insanlar için söylenir ‘karıncayı bile incitmezdi’ diye. İşte bu söz onun üstüne o kadar güzel oturuyor ki... Sevgi dolu, şakacı, işini büyük bir ciddiyetle ve keyifle yapan bir usta... O da pek çok gazeteci gibi gerçek bir emekçiydi. Mesleğinin şaşaalı yanıyla hiç uğraşmamış, iyi bir foto muhabiri olarak sergi bile açmayı düşünmemişti belki. Gazetecilik deyimiyle, tek amacı işini “kotarmaktı...” Erdoğan Ağabey’i 1994 yılında tanıdım. 21 yaşında Cumhuriyet’in kapısından stajyer muhabir olarak girerken; nereden bilebilirdim en çok fırçayı gazetenin babacan foto muhabiri Erdoğan Köseoğlu’ndan yiyeceğimi! Ne fırçalardı... “Aykut bu nasıl kare” sözüyle başlar, “Abi ben sadece haber, yazı yazmak istiyorum, fotoğraf çekmek istemiyorum” diye araya girmek isterdim. Yıllar ilerledikçe onun haklı, benim haksız olduğumu anlayacaktım. Ama ne yalan söyleyeyim ‘o güzel fırçasını atsın’ diye hep kötü fotoğraf çektim!.. Laf aramızda Erdoğan Ağabey’in öğrencisi, Fotoğraf Editörümüz Uğur Demir’in İstanbul Haber Servisi’ndeki muhabirlere tatlı fırçaları, onun kalbinin hâlâ Cumhuriyet koridorlarında attığının açık bir kanıtı. Köseoğlu’nun ömrü bir fotoğraf peşinde geçti, Cumhuriyet ailesi acı haberi 16 Nisan’da referandum gecesi aldı.

Onu sonsuzluğa uğurlarken Erdoğan Ağabey’in dostlarının “fotoğraf peşinde geçen bir ömüre tanıklıklarını” aşağıda bulacaksınız. Ama önce kızı Esra Köseoğlu’nun babasına yazdığı ‘o seslenişi’ okuyalım: Tren istasyonlarının hüzünlü havası içinde çocuklarından biri başka bir şehre yolculanmış, tren kalkmış, çoktan gözden kaybolmuştu. Gidenin ardından sallanan eller inmiş, herkes usulca istasyonun çıkış kapısına yönelmişti. Dönüp baktığımda seni gördüm baba; durmuş bakakalmıştın ardımdan. Sanki giden trenin son vagonuna tutunmuştu ellerin. Sanki gitmesin diye bırakmıyordu treni çivilenmiş gözlerin. İnsan kimi zaman gözlerini bir fotoğraf makinesi gibi kullanmayı öğreniyor. Gözlerim senin o an’ını çalmış, sen görmeyesin diye içime saklamıştı. Benim için “baba” artık işte o an’dı. Ne çok şey vardı bu çalınmış karede; seni sen yapan her şey... Güven, cesaret, şefkat, ışık, emek... Sen insan olmanın en temiz, en güzel halini yaşayarak öğrettin bizlere. İnsan olmanın tek yolunun insana değmekten geçtiğini göstererek.

Gözyaşını büyüten adam...

Köseoğlu’nun rahatsızlığı döneminde dostları onu kitapta şöyle anlatmıştı:

Şükran Soner: Gazetede hiç baba-oğul gibi durmadılar, işin gereği, geleneği içinde uzun yıllar aynı işi paylaşma erdemini gösterdiler. Herhalde sonradan başkalarından Erdoğan Köseoğlu’nun İbrahim Ağabey’in oğlu olduğunu öğrenmiş olmalıyım. Köseoğlu’nun 12 Eylül’ün anlamını, toplumu baskı altında sindirme gücünü her dönem insanlara anlatacak duruşma kareleri vardır ki; kelimenin tam anlamı ile marka değeri taşırlar.

Ali Acar: Yağmur, çamur, kış demezdi sayfa yapanın işini kolaylaştırırdı. Çirkin, acılı insanın öyle bir fotoğrafını getirirdi ki, gözyaşını büyütürdü... Fotoğrafıyla yoksulluğun ya da o anki olayın dramını yansıtırdı.

Mehmet Yaşin: Bir karede her şeyi söylerdi: Olayı, konuyu, dramı, kahramanları. Onun için Erdoğan’ın çektiklerinin altına fotoğraf altı yazmaya da gerek yoktu. Tabii o dönemde olayın içine girmek ayrıca yürek de isterdi. O yürek Erdoğan’da fazlasıyla vardı. Onun fotoğrafları sonsuza kadar hep çağın tanıklığını yapacaklar.

Reha Öz: Cesaretin ve gözüpekliğin simgelerinden biriydi demek yanlış olmayacak pek! Zaman içinde ‘usta’ denecek bir yetkinliğe ulaşması, yoğun bir emek ve zaman ürünüydü kuşkusuz; fotoğrafı onun ellerine bıraktığınızda gözünüz arkada kalmayarak...

Yalçın Bayer: Daha lise öğrencisiyken gazeteye babasına geldiği günlerden bilirim Erdoğan’ı. Biraz içine kapanık, tipik Doğulu bir genç. Anılarla dostluk ve iş arkadaşlığı yaptık...

Ender Erkek: Erdoğan Köseoğlu, Ali Alakuş... Tanıtım fotoğrafçılığı yaptığım bugün düşünüyorum da, bakmayı ve en önemlisi görmeyi öğrenmişim onlardan...

Deniz Teztel: İşini öyle güzel yapıyordun ki, fotoğraflarını anlatmama imkân yok. Ancak fotoğraflarını görenler ne demek istediğimi hemen anlayacak.

Muharrem Aydın: Erdoğan Köseoğlu ustam, belki de işini en fazla ciddiye alan fotomuhabiriydi. O benim için “güzel bir insan, ağabey, usta”dır...

Hasan Ayan Erarslan: Bizlere şeflik değil ağabeylik yaptı. Hiç ayrım yapmadı. Bilgilerini sabırla anlatır, hatta birlikte karanlık odada baskı yapar, ince teknikleri şakayla karışık bize öğretirdi. Büyük usta, senden çok şey öğrendim. Sadece meslek değil, hayat mücadelesinde de dik durmayı öğrettin.

Mahmut Şenol: Gazetecilik merak mesleğidir! Merakına akıl sır erdiremediklerimin başında, ilk olarak, Erdoğan Köseoğlu gelir

Bu yazı ilk olarak Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.