Truman Üniversitesi’nden Fizik Profesörü Taner Edis, sahte-bilimsel ve popüler doğaüstü inançlar incelendiğinde değişik ülkelerde, değişik kültürlerdeki durumları karşılaştırmanın yararlı olabileceğini söyledi. Türkiye ve ABD’deki yaklaşımları değerlendiren Edis, “Hem Türkiye hem de ABD’ye bakıldığında, oldukça güçlü evrim karşıtı bir yaratılışçılık var. Bu yaratılışçılık Türkiye’de daha çok İslami temalar üzerinden yürüyor, ABD’de ise arka planda çoğu zaman İncil’in yaratılış öyküleri var. Ve Türkiye’de yaratılışçılık daha başarılı. ABD’deki gibi özel sektör üzerinden iş gören, Harun Yahya gibi medyatik bir yaratılışçılığın yanında, Türkiye’de yaratılışçılık, kamu alanının gittikçe İslamileştirildiği şu son zamanlarda devlette ve özellikle eğitim alanında bir ölçüde kurumlaşmış gibi” dedi.
Las Vegas’ta yapılan CSICON Bilim ve Skeptisizm Konferansı’na konuşmacı olarak katılan Taner Edis ile T24 için konuştuk.
- Türkiye’deki sahte-bilimsel ya da bilim karşıtı akımların karşılıklarını ABD’de bulabiliyor muyuz?
Kolaylıkla. Türkiye’de alternatif tıp biçimleri yaygınlaşmaya başladı, özellikle hacamat ya da sülük tedavisi gibi geleneksel olarak pazarlanabilenler. Yine eğitim gibi kurumların İslamileştirilmesinin bir parçası olarak, kamu hastenelerinde de alternatif ya da geleneksel İslami tıp biçimleri oldukça görülür oldu. Benzer gelişmeler ABD’de de var. Dinsel bir geçmişten çok yeni “New Age” inanç biçimleri ile ilişki kuran birçok alternatif tıp yöntemi, artık bazı ana akım hastanelerde ve tıp fakültelerinde de kabul görmeye başladı.
- Bu kurumsallaşmanın altında yatan ne sizce?
Türkiye’de olduğu gibi yalnızca popüler bilim-karşıtı hareketler değil. Aynı ölçüde önemli olan piyasa ekonomisinin baskın durumu. Büyük bir pazar var, ve hastalar yalnızca müşteri olarak görüldüğünde, bilimsel dayanağı olmasa da müşterinin istediği sunuluyor sonuçta.
- CSICON konuşmanızda, değişik ülkelerdeki durumları karşılaştırmanın bilim-karşıtı akımların eleştirisini yapanlar açısından oldukça değerli olduğuna değindiğiniz. Biraz açar mısınız?
Öncelikle, sahte-bilimlerin çekiciliğini açıklamak, önerilenleri denemek için yararlı. Burada başlangıç noktası genel insan psikolojisine dayalı açıklama biçimleri. Bunlar genelde başarılı, ama hiçbir zaman yerel kültürlerden ayrı olarak sahte-bilimlerin herşeyini açıklama iddiasında değil. Bu açıdan ilerleme sağlamak için eğitim politikasının eleştirisi ve medya eleştirisi gibi konulara girmek zorunlu.
Bu yapıldığında siyasi niteliği olan bazı sorular hemen öne çıkıyor. Tamam, kurumların dinselleştirildiği ya da piyasaya terkedildiği ortamlarda bilim eğitimi zorlaşıyor, hatta genelde bilimsel uzmanlığa güven azalıyor. Ama “eğitimin amacı nedir” doğrudan siyasi bir soru. Benim gibi bir kamu üniversitesinde öğretim üyesi olan biri için doğal yanıt, ögrencilerin ufkunu genişletmek ve eleştirel düşünmelerini sağlayıp demokratik karar alma süreçlerine katkıda bulunmak olabilir. Ama buna karşı hem ABD’de hem Türkiye’de güçlü bir muhafazakar alternatif var. Muhafazakar bakış açısına göre, eğitim çok zaman dinsel ve ulusal sadakati kökleştirme, öğrencilerin kişisel para kazanma potansiyellerini ilerletme, ve muhafazakar bir ortak kültürü desteklemek amaçlarına odaklanmalı. Yine medya eleştirisi yapıldığında, bilimsel olarak doğru bulunan bilgilerin medyada öne çıkması isteğinin önemli bir siyasal boyutu var. Hem ABD hem de Türkiye’de medya çoklukla az sayıda büyük şirketin elinde, dolayısıyla siyasal iktidara yakın, ve eğlendirme boyutunu önde tutup izleyicileri reklam alıcılarına satmak peşinde.
Bu durumda, sahte-bilim eleştirileri için bir güçlük çıkıyor ortaya. Bilimin güvenilir olarak görülmesinin önemli bir nedeni bilimsel kurumların siyasal ve dinsel çekişmelerden bağımsız durabildiği algısı. Ama bilimin genel olarak kabul görebildiği bir toplumsal ortamı ortaya çıkarmak kaçınılmaz olarak siyasi bir sorun. Ve günümüzde, Türkiye’nin artık sosyal bilimcilerce laiklikten uzaklaşıp dinselleşmenin dünyadaki önde gelen örneklerinden biri olarak gösterildiği, ve Trump çağında ABD’nin de kurumsal çürümelerinin iyice göze batmaya başladığı ortamlarda, sahte-bilim eleştirisi yalnızca akademik bir ilgi alanı olamaz. Elimizde pankart taşımasak da bir ölçüde siyasete bulaşmak zorundayız.
Bu aralar ABD’de günlük siyaset üzerinde bile etkileri belirginleşen komplo teorilerine de değinmek isterim. Tabii Ortadoğu’dan gelenler için komplolara dayalı siyasi algı biçimleri yeni bir şey değil. Gerek şimdi Araplar arasında çok tutulan Yahudi-karşıtı komplo teorileri, gerek Türkiye’de de popüler olan Mason komplo düşüncelerinin ötesinde, Ortadoğu’da komplo algıları siyasetin her günkü bir parçası. Örneğin, Türkiye’de laik kesimden gelenler arasında bile 2001’de Amerika’daki ikiz kulelere saldırının arkasında ya CIA ya da MOSSAD gibi gizli birilerinin eli olduğu kanısı çok yaygın. Ve tabii Ortadoğu’da, işin ilginci, normal siyaset biçimi bile bazen komplo teorilerini mantıklı kılıyor. Türkiye’deki garip 15 Temmuz darbe girişimi buna bir örnek: şu anda görülen, gerçekten gizli, paralel bir yapılanmanın kurumlar içine sızmış olduğu ve bir komployu hayata geçirmeye çalışmış olduğu.