Selin ONGUN [email protected]Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bir hafta içinde Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’ya, ardından Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’na ve Vatan gazetesi yazarı Ruhat Mengi’ye “Balyozlu-Erzincanlı- Bomba yüklü kamyonlu” gündeme yönelik açıklamalar yaptığı söyleşiler nedeniyle şu renkte bir eleştirinin muhatabı oldu: “Sözde değil, özde demokratik ülkelerde böyle şey olmaz!” Başbuğ’a soru soran gazeteciler de bazı meslektaşlarının “sözde değil özde evrensel-demokratik medyada asker böyle yer almaz” serzenişiyle karşılaştı.
Başkentin en deneyimli gazetecilerinden Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila ile gündemin gölgesindeki “medya halleri”ni konuştuk. Bila, “Haber alıp-verme-yazma konusunda çoğu zaman gazeteciler ve siviller askerden daha takıntılı davranıyor” diyerek gazetecilere bir işaret fişeği attı: “Şimdi burada Taraf’ın yayın hayatına başladığı andan bu yana ağırlıklı olarak TSK’ya karşı tavır takındığı gerçektir. Ama TSK ile ilgili önemli iddiaları, dokümanları gündeme getirdiği de bir geçektir. İşin bu tarafı gazetecilik açısından önemlidir; diğer tarafları, bu yayının arkasında kim olduğu, patronajı da beni ilgilendirmez. Bence bizim mesleği yapanların dikkate alması gereken ölçü budur. Bu iddiaların zaten doğru olup olmadığına yargı karar verecek. Şimdi siz, ‘Onları sevmiyorum. O yüzden bu haberler yalandır’ diyemezsiniz. Onlar da ‘Genelkurmay’a bu soruyu soramazsınız’ dememelidir. Ölçü haber olmalıdır.”
Fikret Bila’nın
www.t24.com.tr ‘nin yönelttiği sorulara verdiği cevaplar şöyle:
- Genelkurmay’ın “basın açılımı”na “doğru-etkin iletişim” itibariyle olumlu puan veriyor musunuz?
Özel haberi ben alabiliyorsam, “güzel yöntem” diyebilirim. (Gülüyor)
- Talep onlardan mı geldi, siz mi başvurdunuz?Belki arka arkaya yapılmış 10 başvurum vardı.
- Sizinle birlikte Hürriyet’e de demeç verdiklerini biliyor muydunuz?Hayır, gazetede yayımlanınca öğrendim. Söyleşiyi geçen hafta cumartesi günü yaptım, ben görüştüğümde Hürriyet daha görüşmemişti.
‘Haberi İstanbul’a geçerken tedbir alıyoruz, özel hat kullanıyoruz’
- Hürriyet ne zaman görüştü; pazar günü mü?
Öyle olmalı. Biliyorsunuz ki böyle haberler bekletilmez. Çünkü sizden hemen sonra bir başka gazetenin talebini de kabul edebilirler. Eğer haberi bekletmiş olsaydım, Hürriyet’in haberiyle birlikte pazartesi günü yayımlanırdı. Ve özel haber olmazdı. Öyle ki biz haberi İstanbul’a geçerken de tedbir alıyoruz. Haber Hürriyet’e düşer, haberi Radikal görür, Posta fark eder gibi olasılıklara karşı tedbir olarak grubun ortak hatlarını kullanmıyoruz; özel hatlardan geçiyoruz.
‘Önemli haberleri gazetenin sahibinden belli bir süre saklamışımdır’
- Bu tedbirlerinizin yanı sıra bir ihtimal; söyleşiyi yaptınız Genelkurmay’dan dönüyorsunuz, gazetenin kapısında üst komşunuz Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Yetkin’i gördünüz. “Nedir bu koşturmaca abi?” diye sordu. Cevabınız?Tabii, “Genelkurmay’dan geliyorum, söyleşi yaptım” demem. Aslında desem de bir şey olmaz, anlayışla karşılanır. Kural olarak haber yayımlanıncaya kadar söylenmez. Ama Murat ya da diğer meslektaşlarımız da gazetecilik centilmenliği gereği böyle diyaloglara girmez. Zaten rekabet mesleği bu. Çok da sert bir rekabet yürütüyoruz. Burada Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta sanki gruptaki bütün gazeteler haber konusunda “kardeş kardeş yaşayıp gidiyorlar” gibi yanlış bir algı da var. Benim hâlâ en çok ve kıyasıya rekabet ettiğim gazete Hürriyet’tir. Aramızdaki rekabet o kadar sert ki çok önemli haberleri gazetenin sahibinden belli bir süre saklamışımdır ben.
‘Patron yalnız değilse özel haberimiz Hürriyet’e kaçar diye söylemem’
- Neden?
Çünkü yanında Hürriyet’ten birileri varsa belki sohbette ağzından kaçırır, özel haberimiz Hürriyet’e kaçar diye söylemem. Önce “Yalnız mısınız?” diye sorarım.
- Başınıza gelmiş herhalde?Hayır, bir şey olduğu için değil hep böyle davrandım. Çünkü özellikle askerden haber üretmek çok kolay bir şey değil Ankara’da. Dolayısıyla haberi alana dek rekabet ediyorsunuz, sonra da onu yayımlayana kadar koruyorsunuz.
‘Başbuğ ve Sarkozy söyleşisi arasında tercih gerekirse Genelkurmay’a giderim’
- “Bonkör bir varsayım” yaparak soralım o halde. Genelkurmay Başkanı ve Fransa Cumhurbaşkanı aynı anda söyleşi talebinizi kabul etti. Birini reddetmek durumundasınız? Genelkurmay’a giderim. Çünkü kendi toplumunuzun ilgisine göre haber önceliğiniz oluşuyor.
- Obama ve Genelkurmay Başkanı arasında tercih yapmanız gerekse?
Obama tabii, böylece bütün dünyanın ilgilendiği bir haber yapmış olursunuz.
- Ve bir başka varsayım; bir meslektaşınız Genelkurmay Başkanı ile yaptığınız söyleşi haberinin fotoğrafına bakarak şöyle diyor: “Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay 2. Başkanı ve üniformasız-takım elbiseli Fikret Bila!” (Gülerek) Genelkurmay’da başka nasıl bir fotoğraf olacak? Komutanların veya benim nasıl giyinmemi bekliyorlardı ki?
‘Gazeteci saymadığım kişilerin eleştirilerini kaale almıyorum’
- Bir de şu eleştiri var; “Başbuğ’un askeri...” Yine güler misiniz?Ben böyle bir ifade okumadım, ama varsa bu tip nitelemeleri abes bulurum. Sayın Başbuğ benim görüştüğüm ilk ve tek Genelkurmay Başkanı değil. Ben de Sayın Başbuğ’un röportaj verdiği ilk ve tek gazeteci değilim. Benden önce de, sonra da görüşenler oldu. Ayrıca Kenan Evren’den bu yana görev yapan diğer Genelkurmay başkanlarıyla da tüm başbakanlarla da söyleşilerim olmuştur. Gazeteciliğin, özellikle muhabirliğin ceremesini çekmemiş, meslektaş sayılan, ama çoğunlukla benim saymadığım kişilerin eleştirilerini kaale almıyorum. Çünkü ben ne iş yaptığımı biliyorum; gazetecilik. Diğer yandan şu da olabilir; mesleki rekabetin yarattığı bir üzüntünün dışa vurumu.
‘Başbuğ’un sözlerinin suç teşkil edip etmediği haberi yapanı değil, savcılıkları ilgilendirecek mevzu’
- Aslında rekabetten ziyade ideolojik bir zemin daha belirgin olabilir mi?Kuşkusuz o da var. Ama eleştiriler sadece ideolojik olarak TSK’ya karşı olduğunu bildiğimiz kesimden gelmiyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim; bugün TSK’nın tamamen karşısında yayın yapan bir gazetenin herhangi bir mensubu Genelkurmay Başkanı ile söyleşi olanağı bulsa herhalde bunu geri çevirmez. Amaçları profesyonelce gazetecilik yapmaksa, Genelkurmay Başkanı ile röportaja “hayır” dememeleri gerek. Şu da bir gerçek ki haber değeri ölçüleri kullanıldığında Türkiye’de Genelkurmay Başkanı ile söyleşi her zaman haberdir.
Genelkurmay Başkanı’nın verdiği söyleşilerden sonra bir haber de şu oldu: “Başbuğ suç işliyor.”
Mesele şu; haber peşinde koşturuyorsunuz, haberi yakalayıp yazdıysanız siz gazetecilik görevini yapmışsınız. Onun suç teşkil edip etmediği savcılıkları ilgilendirecek bir mevzu.
‘Başbakanım bunu yazamam, yargıya müdahale sayılır, diyen duydunuz mu?’ - Burada yine bazı meslektaşlarınız sizinle aynı fikirde değil. Örneğin Taraf’tan Yasemin Çongar, Başbuğ’un demeçleri ile “Anayasa’nın 138’inci, TCK’nın 228’inci maddelerini çiğnediğini” yazdı. Bu yorum farkı da mesleki rekabetten mi kaynaklanıyor?Bu Yasemin Çongar’ın yorumu. Herkes yorumunda özgürdür, ama tabii ki bu konuda kararı yargı verir. Ben meslektaşlarımla, “Şunu niye yazdın, niye bu yorumu yaptın?” diye tartışmaya girmem. Doğru bir yöntem değil. Sizin de fikriniz varsa siz de fikrinizi yazarsınız. Şunu söyleyebilirim: Diyelim ki, Başbakan yargıyı etkileyebilecek bir beyanda bulundu. “Aman Başbakanım ben bunu yazamam, bu yargıya müdahale sayılır” diyen duydunuz mu hiç? Bu konuyu hukukçular tartışabilir, ama bu haberi yapan, yazan kişinin sorunu değildir. “Bu haberi niye yapıyorsunuz, bu soruyu Genelkurmay Başkanı’na niye soruyorsunuz?” demek gazetecilik bakımından doğru bir yaklaşım değil. Asıl yanlış, Türkiye’nin koşullarında haber değeri olan bir haber kaynağı ile karşılaşıp, ona soru sormamaktır.
- Tam burada bir soru var; kontra soruları askere ne kadar soruyorsunuz?Eğer uzun bir röportaj imkânı bulursanız soruyorsunuz, yaptığım son söyleşide olduğu gibi. Ama ayaküstü değerlendirme alabileceğiniz bir yerde, o sırada gündem neyse ona yönelik açıklama almak için uğraşıyorsunuz. Bir soru şansınız varsa o şansınızı o günlerde en çok merak edilen konu için kullanırsınız.
- Mesela “İyi çocuklar- Kötü gazeteciler” başlıklı yazısında Cengiz Çandar, “Hani Hurşit Tolon, sağlık nedenleriyle tahliye edilmişti? Genelkurmay Başkanı’nın davetlisi olarak Hurşit Tolon’un terör konferansında ne işi var?” sorusunu sormuş. Siz bu soruyu ayaküstü değerlendirme esnasında Başbuğ’a yöneltir misiniz?Bu soru gündem itibariyle öncelik teşkil ediyorsa, elbette sorarım. Ancak bildiğim kadarıyla Tolon’un tahliyesinde delil yetersizliği etkin olmuştu. Cengiz Çandar ya da gazetesinin muhabirleri bu sorunun cevabını merak ediyorsa o zaman Genelkurmay Başkanı’na “Neden davet ettiniz?” sorusunu sorarlar.
‘Haber doğruysa nasıl geldi, kim verdi, arkasında ne var; bunlara kafa yormam’- "Darbe günlükleri” ya da “Balyoz Eylem Planı” elinize geçseydi, hangi şıkkı uygulardınız; “Hemen yazı işlerini haberdar edip haberi yazardım”, “İddiaları karşı tarafa sormadan haberi yazmazdım?”
İddialara yanıt verilmesi bakımından karşı tarafa sorardım, ama gazeteyi de hemen haberdar ederdim.
- İddiaların muhatapları “Gerçek dışı, hepsi yalan” derse?Onu da yazardım. “Hakkınızdaki bu iddialara ne diyorsunuz?” girişiminde bulunmadan, bu tip önemli iddiaları yayımlamamak gerek. Ha ulaşamadım mı o kişilere; onu da haberde belirtip yazıyı geçersin.
- Bu söylediğinizi şöyle yorumlayan gazeteciler de olabilir: “Almışsın işte belgeleri, yayımlamak için kime, ne soracaksın daha?”
Amacınız gazetecilik değilse öyle yapabilirsiniz gerçekten.
- Buradaki bir güncel tartışma da şu; “Taraf’ın yayımladığı belgeler gazetecilik faaliyeti ile alınmaz” ve “Belgelere ulaşma yöntemi önemli değil, bu belgeler haberdir. O da yayımlanır.” Siz hangi taraftasınız?Haber doğruysa nasıl geldi, kim verdi, arkasında ne var; bunlara kafa yormam. Benim için geçerli olan haberi almaktır. Bu haber de doğruysa, buna itiraz etmemek lazım.
‘Taraf’ın yayımladığı belgeler benim elime geçseydi’ üzüntüsü- “Keşke Taraf’ın yayımladığı belgeler benim elime geçseydi” şeklinde bir mesleki üzüntü duyuyor musunuz?
Elbette atlanan her habere, her gazeteci üzülür. Bunu hissetmiyorsanız gazeteci değilsinizdir.
- Aslında bu söylediğinize sizi “askerci kalem” olarak niteleyenler epey şaşırabilir?Bu çerçevede şunu belirtmek gerek; haber alıp-verme-yazma konusunda çoğu zaman gazeteciler ve siviller askerden daha takıntılı davranıyor. Şimdi burada Taraf’ın yayın hayatına başladığı andan bu yana ağırlıklı olarak TSK’ya karşı tavır takındığı gerçektir. Ama TSK ile ilgili önemli iddiaları, dokümanları gündeme getirdiği de bir geçektir. İşin bu tarafı gazetecilik açısından önemlidir; diğer tarafları, bu yayının arkasında kim olduğu, patronajı da beni ilgilendirmez. Bence bizim mesleği yapanların dikkate alması gereken ölçü budur. Bu iddiaların zaten doğru olup olmadığına yargı karar verecek. Şimdi siz, “Onları sevmiyorum, o yüzden bu haberler yalandır” diyemezsiniz. Onlar da “Genelkurmay’a bu soruyu soramazsınız” dememelidir. Ölçü haber olmalıdır.
- Şu ölçüye ne dersiniz; “Ne Genelkurmay Başkanı, ne Başbakan, dinim imanım haber”? Tabii ki öyle olmalı.
‘Andıç’ı yayımlayanların şimdi bize demokrasi ve meslek dersi vermelerini samimi bulmuyorum’
- İşte burada gazeteci ve gazete sahiplerinden 28 Şubat dönemine yönelik özeleştiriler duymaya başladık son günlerde. Bu özeleştirilere ekleyebileceğiniz bir madde var mı?
Bu kişiler (Dinç Bilgin ve Ergun Babahan) benim birlikte çalıştığım, yakından tanıdığım insanlar değil. Herkes kendi adına konuşmalı. 12 sene sonra “Hata yaptım” deniyor. 28 Şubat’ı ben de yaşadım. O dönem Milliyet’te sergilediğimiz tavır nedeniyle şimdi bu kadar rahat konuşabiliyorum. Açıklamaların konjonktürel olduğunu düşünüyorum, o yüzden kıymet vermiyorum. “Andıç” diye sahte olduğu anlaşılan belgeleri yayımlayarak meslektaşlarımızı işten atanların şimdi bize demokrasi ve meslek dersi vermelerini samimi bulmuyorum. Madem o dönem hata yaptığınızı düşünüyorsunuz, peki bunu neden geçen dönem söylemediniz? Şimdi Genelkurmay’dan davet alsanız gitmeyecek misiniz? Şu da önemli; o zaman Genelkurmay’daki faaliyet de haberdi, Sayın Erbakan’ın sözleri de haberdi, Çevik Bir’in demeçleri de haberdi, Özkasnak Paşa’nın çıkışları da haberdi. Ama her nedense unutuluyor; evet, yaşanan siyasi bir olaydı ve siyaset buna tepki koymamıştı.
‘Erbakan tankın üzerine çıktı da biz yazmadık mı?’
- Ama konu başlığı “gazeteciler ve 28 Şubat” olunca kavşak, basının da tepki koymaması oluyor?
Benim çizgim şu, hep söylüyorum; Erbakan tankın üzerine çıktı da biz yazmadık mı? Sayın Erbakan’ın MGK’daki tutumu, o belgeyi imzalamış olması, istifa gerekçesi, 28 Şubat’ın gerçeğini yansıtmıyordu. Siyasetin aldığı tutum buydu, biz de onu yazdık. Bir şey daha var; 28 Şubat’ta talepler sadece askerden gelmedi, bazı başbakanların, siyasilerin de “Şunlar yazmasın, bunlar yazmasın” gibi talepleri oldu.
- Hangi siyasetçi ve Başbakan Milliyet’ten kimlerin gitmesini istedi?İsim söylemek yanlış olur. Genel Yayın Müdürümüz Derya Sazak’tı, ben Ankara Temsilcisi'ydim ve Milliyet’te bu telkinlerin hiçbiri kaale alınmadı. Dolayısıyla bugün efelenenlerin bu tavırları inşallah bundan sonraki meslek yaşamlarında da devam eder, değişmez, dönüşmezler, diyorum.
- Oradan da şöyle bir ses çıkarsa: “Son olarak Fikret Bila’nın köşesinde Yaşar Büyükanıt’ın 27 Nisan muhtıra değildir, demecini okuduk. Siz de değişmediniz.” Böyle bir değerlendirme sizin için hangisi; başarı, haksızlık?Bu açıklama bugün yine soruluyorsa, demek ki bunun bir haber değeri var. Şimdi bu demeci Sayın Büyükanıt ne zaman verdi; Balyoz iddialarının ertesinde. O dönemde hem Sayın Hilmi Özkök’e, hem de Sayın Büyükanıt’a defalarca not bıraktım. Hilmi Özkök telefonuma çıktı, “Ben bu konuda konuşmam” dedi. Bunu yazdım. Ertesi gün Yaşar Büyükanıt, çağrılarıma geri döndü. “Balyoz vs. bunlar hakkında konuşmam. Yargı süreci devam ediyor” dedi. Ne yaparsınız, yeni bir şey almaya uğraşırsınız ya da çok tartışılan başka bir konuyu sorarsınız. Öyle yaptım; 27 Nisan hakkında sordum. Kendisi de bu konuda çok eleştiri aldığı için cevap verme gereği duyduğunu söyledi. Dolayısıyla tekrar söyleyeyim; bu tip eleştirileri sahiden dikkate almıyorum.
‘Genelkurmay’a daha rahat ulaşıyoruz. Başbakan’la bir iletişim sorunumuz var, kanallar kapalı’
- Meslektaşlarınızdan gelen eleştirilere, siyasetçiler de ekleniyor mu; mesela Genelkurmay Başkanı ile yaptığınız söyleşi ya da daha önceki haberlerinizden sonra Başbakan’dan “Sayın Bila yazınızı dikkatle okuduk” gibi bir bildirim aldınız mı hiç?Hayır, lehte veya aleyhte hiçbir izlenim ya da söz gelmedi.
- Başbakan’a mı, Genelkurmay Başkanı’na mı daha rahat ulaşıyorsunuz?Şu anda Genelkurmay’a daha rahat ulaşıyoruz. Sayın Başbakan’la bir iletişim sorunumuz var, kanallar kapalı. Sayın Cumhurbaşkanı ile olan iletişim kanalları daha açık, bakanların çoğuyla yine öyle.
- Başbakan’a ulaşmak için kurduğunuz “iletişim kanalları” ne zamandır kapalı?Sayın Başbakan ile ilk yıllarında görüşebiliyorduk, basınla iletişiminde daha geniş bir yelpazesi vardı, gittikçe daraldı.
- Acaba Başbakan da bazı meslektaşlarınız gibi, “Ama o askerle konuşuyor” fikrinde olabilir mi?Onu bilmem, ama ben Genelkurmay Başkanı’nın sözleri üzerine ertesi gün Başbakan’dan cevap almak isterim.
‘Genelkurmay’ın uyguladığı akreditasyon Başbakan’a göre gevşek’
- Genelkurmay Başkanı’nın son demecinden sonra Başbakan için söyleşi talebiniz oldu mu?Zaman zaman röportaj talebimizi iletiyoruz tabii. Yine ilettim. Son yıllarda Başbakan olumlu bir eğilim göstermedi. Ama bakın, gazetecilikte “Söyleşi taleplerim kabul edilmedi. Bir daha başvurmam” gibi bir küslük olmaz. Her liderin bir basın değerlendirmesi olması da gayet doğal. Ama şunu da rahatlıkla söyleyebilirim; Genelkurmay’ın uyguladığı akreditasyon Başbakan’a göre daha gevşek. Sayın Başbakan’ın çalıştığı basın yayın grubu daha dar.
- Sizce sadece Başbakan mı etkin bu akreditasyon tercihlerinde, yoksa Başbakan’ın basınla ilişkilerini kuran kişiler mi?
Bizim yetiştiğimiz dönemde Başbakan’a ulaşmak için aradığınız bir danışman ya da özel kalem yorum yapmadan bu talebinizi iletirdi. Fakat son dönemde bu arkadaşlar sanki Başbakan adına karar verme yetkisine sahipmiş gibi davranmaya başladılar ya da Sayın Başbakan tarafından yetkilendirildiler; bilemiyorum. Ama biz öyle yetişmedik; benim görüşme talebimi müşaviri Başbakan’la görüşmeden değerlendiremezdi.
‘Her talebimiz Başbakan’a iletiliyor muydu; emin değilim’
- Şu anda durum böyle mi?Başbakan’ın şu andaki basın danışmanının çalışma yöntemini tam olarak bilmiyorum. Diyaloğa daha açık bir yaklaşımı var Sayın Kemal Öztürk’ün. Ama daha önceki dönemde her talebimiz Başbakan’a iletiliyor muydu; ondan emin değilim. Başbakan yerine, kimleri nereye davet edeceğini, hangi haberi nereye servis edeceğine karar veren bir çalışma tarzı vardı, izlenimi hâkim bende. Tabii bunda meslektaşlarımızın da katkısı var.
- Ne gibi? Rol karmaşası. Başbakan’ın danışmanını Başbakan farz etmek gibi. “Vay sen niye askerle konuştun?” çıkışlarıyla söyleşi yapan gazetecilerin “Genelkurmay Başkanı’nın askeri” farz edilmesi gibi bu tip rol karmaşalarına da anlam veremiyorum. Yine de belki bir vesileyle anlar arkadaşlar diye not düşeyim; Ankara’da gündemin birinci maddesi ne ise onu kovalarsınız. Şimdi gündem Anayasa değişikliğiydi, ben de bugünlerde bu konuyla ilgilenmek durumundayım doğal olarak.