“Medya kamuoyu önünde kamu yararı için yapılan bir iş, bu nedenle sorumluluk istiyor” diyen Ferit Şahenk, medyaya dünya standartlarını getirebilmeyi çok önemsiyor. ‘Nereden girdik bu sektöre’ demekle birlikte, Türkiye'de medyayla uğraşmanın kişiyi kendini geliştirmeye zorlayan bir faktör olduğunu vurguluyor.
2001 krizinin en zorlu günlerinde Babası Ayhan Bey hayata gözlerini yumduğunda henüz 37 yaşındaydı. 'Bu yükün altından kalkamaz.' diyenlerin yanıldığını gösterdi zaman. Doğuş Grubu onun liderliğinde bugün 25 bin çalışanıyla finanstan medyaya, otomotivden inşaata geniş bir yelpazede ülke ekonomisine katkı sağlıyor. Ekrem Dumanlı ve Turhan Bozkurt’un ZamanPazar (26.4.2009) için Doğuş Grubu’nun kaptanıyla yaptığı röportaj, Ferit Şahenk’in politikadan AB’ye, Ergenekon’dan küresel krize, medyadan spora, hobilerinden müzik zevkine ve yaşam alışkanlıklarına kadar birçok konudaki görüşüne yer veriyor.
Türkiye'nin İran, Irak, Suriye ile yakınlaşmasını 360 derece açılım diye nitelendiren Ferit Şahenk, krizde Avrupa’da maliyetlerin daha da arttığına işaret ederken "Türkiye bölgede abilik rolü üstleniyor artık. Bu konumumuz AB'nin gözünde bizi daha değerli hale getirdi" ifadelerini kullanıyor. Ergenekon Davası'nın Türk tarihine olumlu bir süreç olarak geçmesini temenni eden Şahenk, küresel krizden Türkiye'nin az etkilendiği görüşünde. Başbakan Erdoğan'ın 'bizi teğet geçecek' sözünü de bulunduğu mevki gereği isabetli buluyor: "Bırakın o mevkiyi, bir kurumun başındaki insan dahi ekibini topladığında kötümser tablo çizerse olmaz. Bu sözde liderliğin getirdiği bir motive etme cesaret verme de var." Şahenk, medya denince yazılı basını esas aldığını belirterek, "Bizim arkadaşlara sizin yaptığınız televizyonculuk diyorum. Radyolu dergili." dedi. Fenerbahçe'nin şampiyon olacak mı? sorusunu ise "Bu yaz yine şampiyon olur" şeklinde esprili bir dille cevaplandırıyor. Daha önce günde 8 kutu kola içtiğini, ancak bitki çayına yöneldiğini aktarırken, müzikte çok geniş bir yelpaze çiziyor. Zeki Müren, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses'in yanında sufi müzik de favorileri arasında. Şahenk, makine koleksiyonu yapacak kadar da fotoğrafa merak duyuyor.
İşte röportajın tam metni:
Doğuş Holding'in yönetim kurulu başkanlığının yanısıra sivil toplum kuruluşlarında da aktif rol alıyorsunuz. Amerika'dan geldiniz, arada bizimle görüşüyorsunuz. Seyahatler sürüyor. Yormuyor mu bu tempo?
Hayır yorulma lüksümüz yok. İnşallah sırada Almanya var. DEİK'in Türk-Alman İş Konseyi Başkanı oldum. Orada kendimizi tanıtacağız. Neler yapmak istiyoruz. STK'larda kendi işinizden daha fazla dikkat etmek gerekiyor, çok daha ehemmiyet vererek yapmak gerekiyor. Türk-Alman ilişkileri çok önemli. Tabii, herkes bir tarafından bakıyor ama bilhassa şahsen benim için Türk vatandaşlarımızın durumu çok önemli. Onlar ne kadar orada toplumun değer verilen parçaları olursa, daha fazla rahat olurlarsa ve her şeyin dışında çok tabii anlaşılma imkânları olursa hem onlar için iyi hem oturdukları memleketler için iyi.
Türkiye için de iyi...
Evet, Türkiye için iyi. Çünkü Türkiye'nin sembolleri oluyorlar. Almanya'da, Fransa'da vb. ülkelerde başarılı bir işadamının olması, orada yaşadığı insanlara bir ekmek kapısı açması memleketimize faydası oluyor. Hem onların iş sorunlarıyla hem de manevi olarak daha rahat yaşaya bilmeleri için bizler ne yapabiliriz? Alman ticareti ve yatırımları bellidir. Zaten belli başlı şirketler bizler gibi kurumlara ve şahıslara vakit kalmadan kendileri de gelip yatırım yapabilirler. Yönetim kurulunda beraber çalıştığım arkadaşlarla birlikte bizim isteğimiz Türkiye'nin belkemiği Anadolu'dur. İstihdamın, Türkiye'deki sosyal refahın belkemiği Anadolu'dur. Anadolu denince büyükşehirlerin dışında aktiviteleri olan bütün belli büyüklükteki şirketlerimizin Almanya'ya daha cesaretle hizmet mal satabilmesini de kastediyorum.
Sadece kâr amaçlı bir yapıdan mı bahsediyorsunuz?
Tabii insanlar kâr yapmak için koşturuyor ama işin özünde hepimiz iş sahibi olalım, işveren olalım, profesyoneller olalım. Bir taraftan da emanetçiyiz. Bakıyorum, 7-8 senedir rahmetli babam Ayhan Bey'in takım arkadaşları ile başlattığı bir değerin, bir soysal kimliğin, bir fikir birliğinin bayrağını bir yerlere taşımaya çalışıyoruz. Bunu yaparken hem bu memlekete hayırlı işler yapmaya, hem Türkiye'nin daha iyi tanınmasını sağlamaya, hem de dünyada Türkiye'ye uyacak kaliteli standartları memleketimize getirmeye çalışıyoruz. Bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. 'Dünyada milyarlarca insan var, kaç tane böyle şanslı insan var' diye bakıyorum. Onun için ilk sorunuza yine dönüyorum, vermeden almak olmuyor. Onun için koşturacaksınız ve koşturmada yorulmak yasak.
Babanız Nisan 2001'de vefat etti. Dev bir grup ve 18 bin çalışanın sorumluluğunu yüklendiniz. Krizin de en çetin günleriydi. Zorluk yaşadınız mı ?
Babamı kaybettiğimde 37 yaşımdaydım. Zorluklarla karşılaştım. Tabii kolay değil. İki kriz üst üste geldi. İşi başlatmış olan, felsefesini kurmuş olan bir lider bir gün bakıyorsunuz aranızda yok. O koltuğu doldurabilmek zor, aynı olmanın imkânı yok. O kadar sene beraber koşturduğu, abilerim gibi gördüğüm takım arkadaşlarına bu devamlılığı verebilmek, kamuoyuna bu grubun devamlılığını gösterebilmek... Takdir edersiniz ki, babalarımızın çocuklarıyız biz, böyle. Türkiye'de bu budur. Grup, profesyonelliğe önem verir, yüzde 65-70 profesyonellik ön plandadır, ama bizim kalben birbirimize bağlılığımız ve sevgi-saygı olan bir kültürün parçası gibiyiz. Aramızda manevi bir hava vardır. Onu devam ettirebilmeliyiz.
Dünyadaki büyük gruplarda işin manevi yönünü de arıyor gibi...
İnanın dünyanın birçok yerinde hem turist olarak, hem arkadaşlarımla, devlet büyüklerimizle bulunma fırsatı yakaladım. Diğer ülkelerdeki çalışanları da biliyorum. Bir kere memleketimin insanı çok güvenlidir, esnektir. Değişime, ayrı olmaya, toleransa çok değişik bakabiliyoruz, çok toleranslıyız. Bu anlamda dünyaya değişik bakmak lazım. 40 senedir Şadan Bey burada. Son zamanlarda gruba kattığım genç arkadaşlarla; senelerle burada olanlarla bu kültüre yeni katılanların bir arada olmasını sağlamaya çalışıyorum.
Kuşak çatışması oluyor mu?
Oluyor, olmuştur da. Bu insanlığın tabii halidir. İnsanlık halidir. Burada önemli olan sadece iletişimdir. İnsanlar diyaloğa vakit ayırdıkları zaman, samimiyetle fikirlerini paylaşabildikleri zaman, karşı tarafı dinlemeğe açık oldukları zaman ortak noktalarda buluşmayı becerebildiklerini görüyorsunuz. İnsanlara severek sayarak gittiğiniz zaman, bütün olumsuzlukları yok edebiliyorsunuz. Tabii, tam böyle bir değişimin ve otoritenin, yani babamızın aramızdan ayrılması böyle bir kriz ortamı oluşturmuştur. İşimiz zor. Eskiden girdiklerinde 'Abi' derlerdi, fikirlerini rahat anlatabilirlerdi. Ayhan Bey'in kapısından insan problemli girerdi, çıkarken 'dünyaları çözerim' diye çıkardı. İkincisi, Türkiye'nin içinde olduğu bir kriz vardı. En çok da bizim içinde bulunduğumuz bankacılık sektörünün kriziydi bu. Zaten şimdi yaşadığımız krizle 2001 krizi arasındaki en büyük fark da işte o zaman krizin çok daha fazla bankacılığa uğramış olmasıydı.
'İlk defa biz çıkarmadık bu krizi' diyorsunuz?
Vallahi biz çıkarmadık. Türkiye, son 5-6 senede bir çoğumuzun göremediği, bir çoğumuzun düşünemeyeceği kadar hem ekonomi olarak hem siyaseten ve de kendi içerisinde çok büyük aşamalarından geçiyor. Türkiye şimdi daha fazla konuşan, daha fazla tartışmaya müsait ülke haline geldi. Dünyanın birçok yeriyle incelediğiniz zaman, memleketler komşularıyla ticaret yapmaktadır. Çok önemli ilişkileri var. Bizim yaşadığımız 'mahalle' biraz problemli, fakat 5-6 senedir yapılan açılımlarla artık Yunanistan'a, güneyde Suriye ve Irak ile olan ilişkilere bakıyorsunuz, Türkiye ilişkilerinde kendini de aşmış. Bir de bu ülkeler arasındaki ilişkileri bir araya getirir durumda. Çok büyük değişimler yaşadık bu noktada.
Yani, olumlu buluyorsunuz dış politikadaki adımları ...
Büyük devlet olmak kapısı çalınır olmaktır. Türkiye yavaş yavaş dünyanın problemlerini çözmeye soyunmuş durumda. Bununla beraber Türkiye'nin bankacılık sektöründe yapmış olduğu ekonomideki değişimler, ihracat anlamında komşularıyla olan ticaretini geliştirmesi... Biz artık sadece yüzümüzü Avrupa'ya dönmüyoruz. 360 derece kendi açılımını yapan memleketin vatandaşlarıyız. Bu anlamda Türkiye yavaş yavaş daha fazla anlaşılır, bu bölgede daha fazla 'abilik' rolü üstlenecek duruma geliyor. Türkiye, doğuyu da batıyı da, kuzeyi de güneyi de anlama durumunda olan, kültürüyle, geçmişiyle, tarihiyle önemli bir devlet.
Bunlar bir eksen kayması mıdır?
Eksen kayması değil. Ben hep söylerim, iletişim çok önemli. Bazen koştururken izah etmekte zorlanıyoruz, olabiliyor. Belki daha iyi anlatılarak sorunlar anlaşılabilir. Türkiye'de bu bir eksen kayması değil, Türkiye aslında bir oluşturucu rol oynama zorunda. Ekonomi olarak da bunu yapmalı. Bakın, batınızda yaşlanan bir Avrupa var. Berlin duvarının çöküşünden ve Soğuk Savaş'ın bitişinden sonra kendini komünizmden çıkaran, AB'nin içerisinde bulan, kapitalizm denen hiç bugüne kadar alışık olmadığı bir sistemin içinde son 10 senede büyüyen ve mutlu eden bir Doğu Avrupa ekseni oluşdu. Fakat krizde çok zorlanıyoruz. Demek ki, bunun gölgesini de yaşamak lazım. Hep güneş yok, bazen yağmur da yağıyor. Şimdi, buralarda Türkiye bunu aşmış durumda. Doğu Avrupa'nın maliyet yapısı, Avrupa şirketlerinin ilk iştahla yatırım yaptıkları, ülkelere koydukları maliyetler arasında farklıklar oluştu. Onlar da yavaş yavaş Avrupa Birliği maliyetleri ile aynı seviyeye gelmeye başladı. Türkiye çok daha cazip hala gelmeye başladı. Türkiye aslında petrolü, gazı olmamasına rağmen, bunların sağlıklı, güvenli şekilde dünya piyasalarına ulaşmasında çok mühim rol oynuyor.
Ne gibi?
Moskova'da, Dubai'de elma alıyorsunuz, bıçakla keserken zorlanıyorsunuz. Biz Türkiye'de elimizle çat diye koparıyoruz. Oralara niye bunları satmayalım, bunun ambalajını yapıp kaliteli şekilde niye ihracat etmeyelim? Bunların daha fazla sorgulanması gerekiyor. Zannediyorum Türkiye yeni bir açılıma da gidiyor. Hükümetten mesajlarını açıkçası alıyoruz. Tabii bunlar 5-10 sene süren uzun vadeli yatırımlar, Türkiye'nin bu değişimi yapması lazım. Türkiye'nin 2 değişimi çok daha hızlı yapması lazım. Öncelikle, Türkiye'nin ihracat yaması gerekiyor. Fakat ihracat pazarları hastanelerde acil servise kaldırılmış durumda, yani bizim medet umduğumuz adamlar şimdi serum takıyor. Cari açık diye söyleniyorduk, şimdi iki aydır fazla veriyoruz. Sevinelim mi? Bunu da şuna benzetiyorum; adam şişman, doktorlar şöyle kilo vereceksin, ama şöyle yemeyeceksin, kolesterolünü düşüreceksin demiş. Adam yapamamış. Bir gün çok ağır kaza geçiriyor, adam hastanede yatıyor. Serumla besleniyor, kolesterolü inmiş, kilosu düşüyor. Şimdi sevinsin mi, övünsün mü hasta? Bunlar geçecek. Ama orta vadeli planlarımızı yapalım. Tabii ki ihracat pazarlarımız daraldığından dolayı Türkiye'nin döviz girdisi azalıyor ve döviz girdisi azaldığı zaman istihdamda, özellikle ihracat yapan şirketlerde problem oluyor. Tabii ki insanların tüketimi indiği zaman, yurt içi pazarına üretim yapanlarda problem olmaya başlıyor. Dünyada bir erime oluyor. Bu erime sonucunda 960 milyar dolar büyüyen piyasalara fon akımı olmuş, bu sene 160 milyar dolar bekleniyor. Türkiye ekonomisine giren para azalıyor. İşte A, B, C, D şirketleri bankaların veya fonların yüzünden mallarını satmak zorunda kalıyorlar. Giren para azaldığı gibi buradaki para da çıkıyor. Türkiye bugünleri de yaşadı. Türkiye gerçekten bunu çok güzel yüzerek aştı.
Bundan sonra neler yapılmalı?
Orta vadeli planının yanında piyasalarda güven sağlanmalı. Ben memleketime güveniyorum. Ama yurt dışındakinin bakış açısını da biliyorum. Çünkü biz de yurt dışında başka bir memlekete gittiğimiz zaman bazı kriterler var, aynılarını da onlar bize uyguluyor. Şimdi bu anlamda genel devlet bilançomuzun içindeki gelir ve gider kalemlerdeki değişimlerden dolayı bir de finansal açığımız çıkıyor. Bunların da yerine getire bilmesi bir IMF anlaşması artık mecburiyettir. Tabii kapalı kapılar arkasındaki neler uygulandığını, taktiklerini bilemiyoruz, ama en iyi şekilde bunun da yapılacağına ben şahsen inanıyorum. Bu da yapıldıktan sonra belirli bir büyüklük olacağı için finansman konusunu da rahatlatacaktır, bir de Türkiye'nin şu kriz ortamında güvenin artması için IMF'ye ihtiyacımız gözüküyor. Sonra ne olacak? Yavaş yavaş dünyayla beraber bu iş düzelecek, çok samimi söylüyorum.
Kriz ne zaman biter sizce?
Tabii bunun ne kadar süreceğini söylemek, işte geldik artık şunun şurasına demek bence hatalı olur. Fakat bir problem düşünün, sadece sizin probleminiz, o zaman çok ürkmek lazım. Bir problem ki bütün dünyanın problemi, o zaman rahat olmak lazım. Çünkü o problemi çözmek için bir çok kişi çalışıyor. Müthiş şekilde ‚Uzun süre enflasyonsuz yaşayalım, belli bir parasal disiplinde yaşayalım' diyen ülkeler dahi acayip para basılıyor. Şimdi, bizim TL'de bir problemimiz yok, problemimiz döviz problemidir. Bu da IMF ve biraz da piyasanın açılması ile giderilecek. Şimdi bu tedavi başlandı. Siz de takdir ederseniz ki, antibiyotiği aldığınız an hastalık geçmiyor. 5-6 gün üst üste almanız gerekiyor, sonra vücut düzeliyor. Bence dünyada piyasalara doğru ilaçlar verilmiş durumda. Artık işin kötüye gitmeyeceğini insanlar görmeye başladı. Çünkü bunun Çin'deki ve Uzak Doğu'daki rakamlarını görmeye başladık. Hiç olmazsa iniş o derin çizgisinin yeri yavaşlamaya başladı. Bence 2010'un sonundan itibaren dünya artı büyümeye devam edecek. Ama çok düştük, onun için de artı büyümeyi de çok görmemek lazım. Ama 2009'u dünya genelinde eksi görüyorum.
Hükümet bütçe hedeflerini revize etti...
Hükümetimizin rakamları değiştirmesi iyi olmuştur. Tabii çoğu dostumuz şunu söyleyebilir, işte bu daha da kötü olabilir, daha da iyi olabilir. Ama bu rakamlar çerçevesinde IMF ile stand-by anlaşması yapılacağı için bekleyip görmek lazım. Ama eksi büyüme 3 de olsa, 4, 5 de olsa en önemlisi istihdamdır. Burada maalesef çok yapılabilecek birşey yok. Çünkü bunun belirli bir yüzdesi dünyaya paralel. Belirli bir yüzdesi de bizim elimizde. Bunu daha rahatlatabilmenin yolu kamu harcamalarını daha fazla kesime ulaşacağı şekilde organize etmek.
Alışveriş çeki gibi mi?
10-20 lira cebinize koyup harcayın deme yerine, ekonomide belirli zincirleme refah sağlayacak yatırımlar bana göre daha doğru. Altyapı yatırımı gibi. Amerika'da bile bugün bunlara çok önem verilmeye başlandı. Bu ateşi olabildiğince indirir, ama ondan sonra öyle bir dünyaki son 7-8 seneyi nasıl beraber güzel şekilde yaşadıysak, bunun acısını da beraber yaşayacağız. Burada kurumların çok iyi değişim yapması lazım. Risk ve likidite yönetimi çok iyi yapılmalı. Olabildiğince negatif konuşmalardan kaçınmamız lazım, samimi olunması lazım. Ekonomi çok piskolojik ve sosyolojik bir sistemdir. Beklentiler çok önemli.
Tam bu noktada Başbakan'ın 'Hamdolsun, kriz bizi teğet geçti' sözünü nasıl yorumluyorsunuz?
Tabii gerçekçi olmak her zaman çok önemli. Ama takdir edersiniz ki, bir kurumun başındaki insan dahi ekibini topladığı zaman çok da ümitsiz tablo çizerse olmaz. Bir de liderliğin getirdiği bir vasıf var; motive etme, cesaret verme. Ama bunun yanında da insanlar çok akıllı. Bu problemli dönemde onlara neler yapabileceğini açıklamak. Zannediyorum, bu dönemdeki yapılacakların açıklanmasında biraz eksiklikler oldu. Biraz da olayın Avrupa'sını Amerika'sını gördüğümüz için, orada çok saydığımız, çok büyük kitaplarını okuduğumuz, kapısından ceketimizi ilikleyerek içeri girdiğimiz bürokrasinin de bu krizi görmekte ve önlem almakta, bırakın bunları, teşhis bile etmekteki zaman kayıpları herkesi şaşırtmıştır. Bu, dünyanın belki de küreselleşmeye dönük bir değişimi yapması gereken bir dönemin göstergesi. Yani, küreselleşmeye uygun şekilde kapitalist dünya kendini yeniden organize edememiş. Bunun göstergesi. Açıklar var. Mesela hedge fonlar. Bunların büyüklüğü ne kadar, kimse bilmiyor.
Küresel kriz, Doğuş Grubu'nu nasıl etkiledi? En son grubun amiral gemisi otomotiv grubundan (2008 bilançosunda) 110 milyon TL zarar açıklaması geldi. Krize karşı nasıl tedbirler aldınız grupta? İstihdam kaybı oldu mu? 2009 bütçesini nasıl belirlediniz? Büyüme hedefinden daha çok mevcudu koruma üzerine kurulu bir bütçeniz görünüyor. Acaba bu da mı iyimser kalacak?
Kriz süreçlerinin çok iyi değerlendirilmesi ve planlanması gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz kriz ortamını yakından takip etmekteyiz. Doğuş Grubu olarak, değişimlere ve kriz ortamına karşı hazırlıklı olmak için bütçe, planlama ve maliyet yönetimi süreçlerini sürekli olarak geliştirerek daha dinamik şekilde yönetmekteyiz. Bu yaklaşımların katma değerini içerisinde bulunduğumuz kriz ortamında çok daha fazla hissetmekteyiz.
Doğuş Grubu olarak insan kaynağına ve teknolojiye yaptığımız sürekli yatırım, markalaşma ve hizmet kalitesine verdiğimiz önem ile bu kriz sürecini de en iyi şekilde yönetmek için özen gösteriyoruz. Her türlü olumsuz koşulda dahi hizmet kalitemizden ve müşteri memnuniyetinden ödün vermemeyi temel ilkemiz olarak benimsedik. Çünkü özellikle kriz dönemlerinde müşterilerimizle kurduğumuz güvene dayalı ilişki ve bağlılığın kalıcı olacağını ve uzun dönemde çok önemli rol oynayacağını biliyoruz. Bu çerçevede, biz kısa dönemden ziyade uzun dönemli gelişmelere odaklanıyoruz.
Kriz döneminde, kısa vadeli kararlarımızda temkini elden bırakmamakla birlikte orta vadede sektörlerimizin her birinde ilk üçte olmak ve Grup olarak bölgesel liderlik hedeflerimizi koruyoruz. Bu çerçevede, kriz nedeniyle bazı yatırım planlarımızın ertelenmesini ve özellikle nakit yönetimini gündemimizin üst sıralarına almakla beraber orta vadede büyüme ve karlılığın ancak verimlilik artışı ile mümkün olacağını biliyor ve bu konudaki çalışmalarımızı da sürdürüyoruz.
Otomotiv sektörü ekonomik konjonktüre en duyarlı sektörlerden biridir. 2008 yılı Ekim ayından bu yana ülkemizde etkilerini iyice hissettiren ekonomik durgunluk otomotiv sektörünü de derinden etkilemiş ve daralan pazar Doğuş Otomotiv'e de yansımıştır. Ancak nakit akışı yüksek bir şirket olarak faaliyet karlılığımızı korumaktayız. Bu çalkantılı pazar koşullarında da müşterilerimize en iyi hizmeti sunabilmek için çalışmalar yapıyoruz. Krizin şirket içindeki etkilerini azaltmak için çeşitli tedbirler alarak maliyet kontrolü ve operasyonel giderlerde verimlilik sağlamayı başardık. Şu anda içinde bulunduğumuz finansal kriz nedeniyle kısa vadeli iş planlarımızı revize ettik. Hedefimiz; bu ekonomik krizi 'minimum hasarla' tüm şirket ve iştiraklerimizde en iyi şekilde yönetmektir. Ancak bu revizyonlar uzun vadeli stratejilerimizi değiştirmeyeceği gibi, Doğuş Grubu'nun geleceğe dönük projelerini sağlam adımlarla hayata geçirmesini sağlayacak rotayı çizecektir.
Kriz döneminde Doğuş Grubu bünyesinde önemli bir istihdam kaybı yaşamadık. Şirketlerimizde düzenli olarak yapılan norm kadro çalışmalarına paralel olarak yeniden yapılanma süreçlerini değerlendiriyor ve insan kaynağımızı kuvvetlendirmek ve etkin çalışmayı sağlamak için sürekli düzenlemeler yapıyoruz. Bu sayede kriz dönemlerinde daha hazırlıklı oluyoruz.
Kapitalizm iflas mı etti son krizde? Sizce dünyada devletleştirme yeniden öne mi çıkacak? Yoksa John Maynard Keynes tamamen haklı mıydı? Piyasa dediğimiz şey başıboş bırakmaya gelmeyecek kadar tehlikeli bir canavar mıydı? İshak Alaton "Marx'ın Das Kapital'ini yeniden okuyalım' çağrısında bulunmuştu. Sizce serbest piyasadan geri dönüş mümkün mü?
Yaşamakta olduğumuz küresel krizin faturasının tümüyle serbest piyasa ekonomisine kesilmesini çok doğru bulduğumu söyleyemem. Geçtiğimiz 6-7 yıllık dönemde gerek ticaret, gerek finansal piyasalar gerekse sermaye akımları anlamında globalleşmenin en üst düzeye çıktığı bir dönem yaşadık. Gerek gelişmiş ülkelerin gerekse gelişmekte olan ülkelerin bu süreçten olumlu etkilendiğini ve global refah düzeyinin arttığını göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla, bulunduğumuz noktada bir suçlu aramaktan ve bir sistemi tümüyle çöpe atıp bundan on yıllar önce benzer bir tecrübe ile değiştirilen bir diğer sisteme dönmekten ziyade krizin nedenlerine yoğunlaşmalı, ne gibi faktörlerin öngörülemediğine bakmalı ve ne gibi değişiklikler yapmamız gerektiği üzerinde çalışmalıyız.
Globalleşmenin, finansal ürünlerin ve oyuncuların artması ve karmaşıklaşması yeni düzenlemeleri gerekli kılıyor. Hem makro düzeyde global koordinasyonun sağlanması, global finansal sistemin risklerinin hesaplanması ve gelişmelerin objektif bir yaklaşımla takip edilmesi hem de mikro düzeyde finansal piyasalardaki oyuncuların sağduyulu hareket etmelerini teşvik edecek prim ve gelir paketi düzenlemelerinin yapılması oldukça faydalı olacaktır.
Kısa vadede ise, kamu desteği şart gözüküyor. Nitekim şimdiye kadar özellikle ABD ve Avrupa'da kamunun sermaye enjeksiyonu, likidite sağlanması ve hatta bazı örneklerde kamulaştırma yoluyla aktif rol aldığını ve krizin daha da derinleşmesinin önüne geçtiğini görüyoruz. Ancak, orta vadede kamunun çıkış stratejisini net bir şekilde belirlemiş olması ve payını ne vadede ve ne yöntemle özel sermayeye devredeceğini net bir şekilde ortaya koyması sistemde en kilit rolde bulunan güven unsurunun zarar görmesini engelleyecektir. Sonuç olarak, yeni bir ekonomik dönem başlıyor, finansal piyasaların ve ekonomik sistemin mimarisi günümüz ihtiyaçlarına ve risklerine göre yeniden şekilleniyor diye düşünüyorum.
Avrupa için daha önemli hale geldik, öyle mi?
Şüphesiz. Kültür ve ekonomi bakımından Doğuyu-Batıyı sadece söylemde değil, gerçekte birleştiren ve birleştirme imkânı olacak memlekete sahibiz. Türkiye'nin 10 sene sonrası bence çok daha iyi olacak. Türkiye, şu anda yapısal bir değişim içinde; kaynayan bir dünyadaki konumuyla bu değişimi yaşıyor. Ülke, ekonomisini değiştiriyor; kolay değil bu. Kendini bir krizin içinde buldu ama değişmeye devam ediyor. Tarım ağırlıklı bir memleketten, çok daha değişik bir memlekete geçişin de bedelini ödüyor. Bu anlamda bazen dostlarımız görmez, kasaba, köy, şehirleşme gibi olguların yeniden oluşmağa başladığı bir memleket içerisindeyiz. Yani, sosyal olarak da değişen bir memleketin içerisindeyiz.
Herhalde bir de demokratikleşerek bunlar oluyor...
Bütün açılımlar. Şimdi size şunu söylüyorum; konuşan ve tartışan... İnsanların bu tarafına çok inanıyorum. Doğru yolu her zaman böyle bulduklarına inanıyorum. Özelliği olan bir memleket Türkiye. Genç ve dinamik bir nüfusu var. Nüfusunun yarısından fazlası 35 yaşın altında. Şimdi bu hem avantaj hem dezavantaj. Bu gençleri eğitebilirsek, eğitimle beraber oluşan entelektüel kafa kapasitesini en iyi şekilde kullanırsak 10-15 sene sonra Türkiye bu bölgenin bir büyüme makinası haline gelir. Doğuda iş yapmak isteyenler burayı merkez olarak kullanacak, ülkemizin şirketleri ile iş yaparlarsa bugüne kadar olmadıkları piyasalarda çok daha fazla başarılı olacaklarını görüyorum. Türkiye'nin alt yapısı, teknolojisi, insanı ve anlayışı bence buna çok müsait.
Doğuş Grubu bu değişimin neresinde?
Tabii ki değişim kolay değil. Çok şirket değiştirdik, operasyonları birleştirdik, bazı şirketlerimizi sattık, anlamadığıımız, değer katamadığımız şirketlerimizi bizden daha fazla değer katabilecek dünya markalarına sattık. Onlarda hep ben şunu gördüm, arkadaşlarıma da hep ben şunu söylemişimdir : 'Bir şirket satığınız zaman insanları satmış gibi olmamalısınız.'
Çok ilginç...
Hani bizde vardır, 'Hakkını helal et' dendiği zaman, 'Helal olsun' diyebilmeli insan. Filiz makarna Barilla'daki ortağımızdı bizim. Fakat Filiz Makarna şimdi çok daha büyük. Demek ki o insanların geleceğe bakışı, bizim onlara veremediğimizden daha fazla. Yani ben bugün Bolu'dan geçerken restorana gidip oturduğum zaman güler yüzle karşılanmam önemlidir. Bunu yaparken grubumuzun bildiği işlere kilitlendik. Artık küreselleşen bu dünyada yaptığınız işte belirli ekonomik büyüklüğe gelmeniz rekabet ve devamlılık açısından çok daha önemli. Onun için de belirli sektörlere odaklandık.
Modaya göre yatırıma hayır, öyle mi?
Bilhassa büyük şirketlerde ve holdinglerde eskiden öyleydi. Artık o iştahla, o görüşle çalışmak ve yatırım yapmanın pek faydalı olmadığını ve rekabetin sadece yurtiçi şirketlerden değil, yurt dışından da geldiği bir ortamda güçlü olmak gerektiğini biliyoruz. Çünkü burada 25 bin kişiyle çalışıyoruz. Grubumuzda kimse kimse için çalışmaz, biz beraber çalışırız. O zaman bu bayrağın devamlı koşturulabilmesi için bu kurumun kültürüne ve iş yapma kapasitesine, zaman yönetimine ve içinde bulunduğu insanların yapısını bozmadan ama yeni gençleri de katarak daha zihinleri açık, daha enerji katarak, bazen de içeriye bir yenilik katma babında zorlayan arkadaşları da içeri alarak koşmaya çalışıyoruz. Sizlerin de bildiğiniz gibi finans, otomotiv, inşaat sektöründe varız. İnşaat bizim lokomotif işimiz sayılır, biraz manevi bağımız da var, başlangıcımız, baba yadigârı. Müteahhitlik babadan çocuğa geçmez denir. Çok doğru. Bir kaç abimiz ve kardeşimiz var, onlarla bu işi devam ettiriyoruz. Onlar da, sağolsunlar yanlarında gençleri yetiştiriyorlar. Yurt dışında projelere devam ediyoruz. Romanya'da, Hollanda'da, Rusya'da bankacılıkta büyürken, müteahhitlik işinde de varız. Kiev'in yeni hava terminalini yapıyoruz. Bulgaristan'da metro işini aldık. Yeniden Libya'ya girdik seneler sonra. Orada bir kampus projesi üzerinde çalışıyoruz. Hastane, otoyollar devam ediyor. Yurt içinde bir kaç proje var. Turizmde belli büyüklükte otellerimiz var. Şimdi biraz marina turizmine girdik. Fransa'dan, İtalya'dan bıkıp Akdeniz'den Ege'ye gelen tekneleri hep Yunanistan'a kaptıracak halimiz yok. Biraz paylaşalım arada sırada. İnşallah o da hayırlı olacak.
Türkiye'nin güzelliklerini nasıl özetleyebilirsiniz?
Türkiye Amerika olsaydı, her 10 metrede bir Kodak resim köşesi olurdu. Türkiye'nin her tarafı resim çekilecek bir yer. Tarih dolu; altında da üstünde de tarih var. Sonra sadece birinin tarihi değil. Çok geçmiş bir medeniyetimiz var. Aslında hepimizin işinin dışında biraz vakit ayırıp kendi memleketini tanıyabilmesi lazım. Bazı arkadaşlarıma gıpta ediyorum bu anlamda. Hem çalışıyorlar hem görmüş oluyorlar. Bizim o lüksümüz yok, belki ileri yaşlarda biraz daha rahatlarsak, ben de dostum gibi (Fotoğraf Editörümüz Selahettin Sevi'yi işaret ederek) fotoğraf makinemi alıp gezeceğim.
Nereden geliyor fotoğraf tutkusu?
Lisede okurken fotoğrafçılık dersi aldım. İki sene sonra okulda fotoğraf profesörümüzün asistanı oldum. Tabii, çok karanlık oda temizledim, film sardım. Benim tutkum hâlâ siyah beyazdır. Hâlâ da çok seviyorum. Artık dijitallere uyduk, ama ilk kameram Canon AE1'di. Çok muhteşem kameraydı. Sonra A1'e geçtik, sonra F1'di zannedersem. F1 aldığım zaman 15-20 gün yastığımın altında saklamıştım. Büyük lükstü. Hiç unutmam. Bir de babamlar Avrupa'dan döndükleri zaman 'Franz Beckenbauer' kranpon getirmişlerdi. Onu da unutamam.
Koleksiyon var mı makinelerle ilgili?
Var, AE1'im bile duruyor. Biraz kirliler. Bütün lenslerim duruyor. En son New York'a gittiğimde Canon'un ufak bir kamerasını aldım. Cebimde taşıdığım ufak bir Leica vardır. Leica Delux 2. Onun 3'ü çıkmış. Bir dostuma onu aldım. Bu kadar koşturmanın yanında bunlara da vakit ayırmaya çalışıyoruz.
Maçlara gidebiliyor musunuz?
Gidiyoruz hafta sonları.
Fenerbahçe maçlarına, bu aralar üzülüyor olmalısınız...
Vallahi üzüldüğümüz doğru, ama gelecek sene için umutlarımız artıyor. Biz her halde bu yaz yine şampiyonuz. Hep öyle diyoruz.
Bu yaz?
Fenerbahçe her yaz şampiyondur.
Her halde hocayı göndermeyi düşünüyorsunuz?
Onu en iyi başkan bilir.
Türkiye'nin zenginliği olarak görülmesi gereken kültürel, etnik, dini renklilikler yer yer gerilim için kullanılıyor. Bunları aşabileceğimizi düşünebiliyor musunuz?
Kuşkusuz. Her bilinmeyenin arkasında kuşku vardır. O bilinmeyen açıldıkça, şeffaflaştıkça, güven oluştukça değişir. İnanın, bu iş dünyasında da böyle, sosyal hayatta da. Bunu için iletişim çok önemli. İnanın, yaşamadan olmuyor. Bunu biraz zamana bırakmak lazım. Daha fazla sinerji kurmamız lazım. Türkiye'nin çok önemli bi yapısı var. Bu yapı içerisinde Türkiye her şeyi aşacaktır, yeter ki biz kolkola girmeyi bilelim. Bunun bize ne kazandıracaklarının farkına varalım. Bazen bu farkındalık zaman alır. Toplumun demin de bahsettiğim tartışma ve paylaşmayı öğrenmesi lazım. Kolay değil. Kızıma bakıyorum okulda ve sınıfta. Kendimi düşünüyorum Ankara Çankaya İlkokulu'nda benim sınıftaki halime. Ben folklor oynadım; hem Kars hem Elazığ'ı oynadım. 19 Mayıs müsamerelerine bile çıkmıştım, orada bile tutuktuk. O gün kızımın bir tiyatrosunu seyrettim. Çok müthiş açılıyorlar. Sağlıklı kullanıldığı zaman müthiş bilgi birikimi olan internet var. Uydudan dünyayı seyrediyorlar. Türkiye tutulamayacak bir ülke. Tabii ki inişler çıkışlar olacak, çünkü yalnız yaşamıyoruz, Türkiye'nin de bir mahallesi var. Büyük mahalle dünya. Artık ekonomi olarak, ulaşım olarak, birçok şeyiyle bölgenin önemli merkezi. Ama petrol fiyatlarından, yurt dışındaki siyasi ilişkilerden Türkiye'nin etkilenmemesinin imkânı yok. Onun için aynı hızda ve aynı yolda gidemeyiz. Bazen duraklarda durmanız gerekiyor.
Çok iyimser olduğunuzu söylüyorlar bu konularda...
Öyleyimdir. Çünkü insanlara çok inanan biriyim.
ABD Başkanı Obama'nın Türkiye ziyaretini eleştirenler de var. Övenler de... İki yıl Türk Amerikan İş Konseyi Başkanlığı yapmıştınız. Size göre ziyaretin bugünden fark edemediğimiz ne tür sonuçları olacak? Ufuktaki gelişmeler açısından verdiği mesajları nasıl yorumlamalıyız?
ABD Başkanı Obama'nın ziyareti ABD'nin Türkiye ve bölge ülkeleri ile olan ilişkilerinin kuvvetlenmesi adına çok önemliydi. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin seyri son 5 sene içerisinde değişti. Daha çok savunma ve askeri ilişkileri temel alan geleneksel anlayışın yerini ekonomik ve ticari ilişkilerin gelişmesiyle çok yönlü ve çeşitli faktörlerin etkilediği bir anlayış aldı. Türkiye'nin dış politika anlayışı ile yeni ABD hükümetinin 'soft power' önceliği birbirine paraleldir. Bu anlamda Türkiye ABD için bölgede bir aracı/arabulucu rolü üstlenmektedir. ABD Başkanı Obama Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki konuşmasında ABD dış politikasına dair mesajlarını paylaştı. Önceki yönetimler ile kıyaslandığında diyalog ve müzakere odaklı bir yöntem izleyeceği anlaşılmakla. Bir de unutmayalım ki, ABD dış politikaları uzun vadeli ve bireylerden bağımsızdır. İnanıyorum ki, ilgili makamlarımız tarafından Başkan Obama'nın vermiş olduğu mesajlar milli menfaatlerimiz çerçevesinde en doğru şekilde değerlendirilmektedir.
NATO Zirvesi'ndeki Rasmussen vetosu ile Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki çıkışı Türkiye'yi batıdan koparır mı? Siz nasıl değerlendirdiniz dış politikadaki son gelişmeleri. Yeri gelmişken AB'nin yer yer Türkiye'ye dönük çifte standart uyguladığı görüşlerine katılıyor musunuz? Kıbrıs Rum Kesimi'nin Kıbrıs sorunu çözülmeden üye kabul edilmesi NATO'daki tartışmaya bile üyeliğiniz sıkıntıya girer tehdidi ile karşılık verilmesi gibi...
Türkiye'nin gerek Batı'yla olan ilişkileri gerekse bölgedeki önemi son altı senedir sürdürülen komşularla iyi ilişkiler, artan ticaret potansiyeli ve konumundan kaynaklanan doğal avantajının ön plana çıkarılması sayesinde giderek artmıştır. Ekonomik gücü, genç nüfusu ve medeniyetler arasında köprü işlevi gören sosyal ve kültürel özellikleri ile ülkemiz bölgede stratejileri şekillendiren, dengeleri oluşturan ve gözeten, bölgedeki ülkeler için ağabey pozisyonunda bulunan, rol model oluşturan bir devlettir.
Nisan ayı içinde gerçekleşen G-20 ve NATO Zirveleri ile AB-ABD ve Türkiye-ABD ikili görüşmeleri de bu durumu teyit etmiş, Türkiye'nin başta bölgemizde olmak üzere dünyada oynadığı rolün önemi bir kez daha vurgulanmış, Türkiye dış politika anlayışıyla bölgede güvenilir bir aktör olduğunu kanıtlamıştır. Başkan Obama'nın ilk ikili dış ziyaretini Türkiye'ye yapmış olması, Türkiye'nin Batı dünyasından kopmadığını, aksine, ülkemizin Batı dünyasında jeo-stratejik önem sahibi laik bir demokrasi olduğunun altını çizmektedir. Türkiye-AB müzakere sürecinin ivme kazanmasına eş zamanlı olarak AB'nin de kendi içinde yenilenmesi, dinamikleşmesi ve genişleme politikasını belirginleştirmesi gerekmektedir. NATO, AB ve BM farklı amaç ve gündemlere sahip oluşumlardır. Bu oluşumların birkaçına birden üye olan ülkeler, farklı amaç ve gündemleri birbirine karıştırmamalıdırlar. Kıbrıs konusu her iki tarafın da üyesi olduğu ve sürecin başından beri her aşamasında tartışıldığı platformda çözüme kavuşturulmalıdır ki, kanaatimce bu bağlamda Birleşmiş Milletler en doğru platformdur.
Küresel krizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu krizi analiz etmek için dünya makroekonomisini, piyasaları iyi bilmek lazım. O piyasalardaki yatırımcıları bilmek lazım ve bunların nasıl bir birini etkilediğini iyi bilmek lazım. Türkiye son 10 senede nereden nereye geldi. İskemlesi çekildi, oturdu, sonra ayağa kalktı. Büyük resmi gördüğünüz zaman, krizin ne kadar derin olduğunu gördüğünüz zaman, Türkiye'nin bundan ne kadar etkilenmesi gerektiğinin hesabını yapabiliyorsanız. Türkiye, aslında son 5-6 senede bu değişimleri yapmamış olsaydı, sağlıklı bir bankacılık sektörü olmamış olsaydı, yeniden kendisini yapılandırmış, bilançosu daha güçlü şirketleri olmamış olsaydı, 2001'deki Türkiye olsaydı, bugün herhalde konuşulan ülke olmazdı.
IMF reçetesi kurtardı deniliyor...
Tamam, bir reçete yazıldı, biz imzayı attık, ama bunu uygulayan kim? Herkes. Buna destek veren kim? Türkiye Cumhuriyeti'nin halkı. Bakın, Uzak Doğu'da, çok daha derin krizlerde mağazalar yağmalandı. Hamdolsun, Türkiye'de bir sağduyu var, değişik bir aile yapısı var. Ailesi yapımız çok daha önemlidir. ABD'ye bir çok insan işinden olmuş, dönecek bir ailesi yok. Bizde böyle birşey olsa ailemiz akrabalarımız kucak açar. Türkiye'nin bazı değişik özellikleri var. Bu krizden Türkiye çok fazla etkilenmemiştir. Hayata dikiz aynasından bakmamak lazım, ileri bakmak lazım. Tabii ki, şimdi alınan bazı kararlar var, açıklanan paketler var. Bunlar alınırken Türkiye'nin gerçek problemini analiz etmeliyiz. Bugünkü konyöktürde herşey güzel giderken dahi eksiğimiz ne diye bakmamız lazım. Daha fazla üretmeliyiz, 'Bölgeye daha fazla neyi satabilirim'i görmesi gerekiyor. Bölge insanlarının ülkeye gelip hizmet almasını teşvik etmeliyiz. Türkiye toprağıyla çok bereketli bir memlekettir. Tarım sanayileşmeli, turizm gelişmeli. Nano teknolojilerden konuşuluyor, ama daha oralara gitmeden bizim yapabileceğimiz rekabet avantajımız olan çok daha basit işler var.
İletişim üzerine özellikle duruyorsunuz.
Ailede de, dostlarla, şirkette de, memlekette de öyle. İnsanoğlu, düşünmeye ve diyaloğa vakit ayırırsa çözemeyeceği hiç birşey yoktur. Ama yeter ki iyi niyetli olsun.
Krizde şirketlerimiz için fırsatlar da var mı? Varlık fiyatları dünyada çok düştü.
Tabii, muhakkak vardır. Ama herkes ürkmüş durumda. Öyle kurumlar sallandı ki dünyada. Lehman Brothers'le başlayan bir dönem var. Yani, dünyadaki kapitalist sistemin kan akan damarlarında tıkanıklıklar oldu.
Marx'ı yeniden mi okumalıyız?
Çok samimi söylüyorum; dünya ticaret olarak bu kadar biraraya geldiği bir yerde bunun imkânı yok bence. Fakat, bunun çok iyi denetlenmesi, gözetlenmesi ve otoriteler tarafından paylaşılması gerekiyor. Yani, bu IMF olur, başka bir kurum olur, dünyada birinin riskleri görerek çekiyor olması lazım. Burada da bizim gibi belirli ekonomik büyüklükte olan ülkelerin katılımlarının ve orada temsili ağırlıklarının buna paralel olması lazım. 'İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulmuş ve o günkü ekonomik büyüklüklere göre organize edilmiş bir IMF'nin artık kendi görevini de, kendi içindeki temsil tanımı yeniden organize etmesi lazım, kotalarının değiştirilmesi lazım' diye bunu iki sene once Davos'ta söyledik. O zaman dedik ki ABD'den başlayıp dünyaya yayılacak, dikkatli filan olalım. Haklı çıktık diye sevinemiyoruz tabii. Sahiden IMF'nin kotaları galiba 3'e katlandı. Türkiye, dünyanın 17. büyük ekonomisi, G-20'ye girdik. Eskiden bu memleketten bir dolarla çıkamazdınız. İşadamlığını öğrendik, yabancıya mal satmasını öğrendik.
Sevdiniz mi medya patronluğunu?
Üniversitedeki eğitimim finans üzerine değildi, insan kaynaklarıydı. Tam anlamı da İngilizce Organisational and Consumer Behaviour. Biraz da karakterime uygun. Aldığım eğitim tamamen insanlar üzerine. Belki de bu yüzden iş dünyasında 'patron' lafını hiç sevemedim, hiç sevmeyeceğim de. İşin başında olma hazırlığına okulda aldığım derslerin katkısı oldu.
Gazete almayı hiç düşünmüyor musunuz? Yılın belli dönemlerinde 'Ferit Şahenk, Milliyet'i alıyor, Radikal'i alıyor' söylentileri çıkıyor.
Keşke Şahenk değil, Doğuş deseler daha iyi. Tabii ki, medyaya baktığım zaman, ekrana bakarım, yine fotoğrafçılık tutkumla bakarım. Yani renklere bakarım, insanların giyimine bakarım.
'Nereden girdik bu sektöre?' dediğiniz olmuyor mu? Çünkü medya çok zor bir şey.
Yok, hep derim, dünya standartlarını getirebilmek çok önemli. NTV'nin kendine has bir çizgisi vardı aldığımız zaman. CNBC-e daha çok sermaye piyasalarının daha halka inebilmesi için. Çünkü ilk tecrübem benim Şadan Bey'le başlattığım Garanti Menkul Kıymetler'di. Orada şunu gördüm; 'Ne kadar çok kişi anında fiyatları bilirse o kadar iyi'. Piyasaların derinleşmesi, büyümesi ve daha şeffaf hale gelebilmesi... Buna çok önem veriyorum. CNBC-e bu konuda çok büyük rol oynadı.
Ya National Geographic?
Her ay Ankara'da halamın evinde beklediğimiz, posta kutusundan bazen çıkmadığı zaman üzüldüğümüz bir derigiydi. Allaha şükürler olsun biz İngilizce okuyabiliyoruz, ama İngilizce okuyabilmeyenler için Türkçe'sini yaptık. Sonra bunun en çocuklar versiyonu NG Kids'i çıkardık. Gelecekteki müşterilerimizi yetiştiriyoruz bir anlamda. Arkadaşlarımız güzel tarih ve bilim dergisi çıkardı. Marka ve arkasındaki topluma verdiği şeylere önem veriririm.
Bankacılık ve medya ikisi bir arada zor olmuyor mu?
Her ikisi de kamuoyu önünde kamu yararı için. İnsanların parasının emanetçisiniz bankada. Hep bankaların kredi verip vermediği tartışılıyor. Ama bankaların asli görevi bankalara mevduatını yatıran mudisinin güvenli bir şekilde o parayı istediği zaman alabilmesini sağlamaktır. Ondan sonra ekonomiye katkısı olur. Basiretli tüccarın nereye nasıl parayı yatıracağını düşünmesi lazım. Tabii, bunlar sonraki meselelerdir.
Medyayı nasıl görüyorsunuz?
Medyada insanların kafa yapısının ağırlığını taşıyorsunuz. Çünkü insanların düşünebileceği ve karar verebileceği bilgileri arz etmeniz lazım, insanlar da o bilgiyi aldıktan sonra karar verebilmesi lazım. Bu anlamda insanlara saygı göstermek lazım. İkisi de çok önemli işler. Medyayı ben öyle görüyorum. Yazılı basın bence çok daha değişiktir. Benim için medya aslında yazılı basın. Bizimkine televizyonculuk denir, dergili ve radyolu. Çalışan arkadaşlarımızı seviyorum. Pek onlarla iç içe olma imkânımız olmuyor. Kardeşim var, o koşturuyor. Arada sırada her işte olduğu gibi hatalar olabiliyor. Hatalardan öğrenmeyi bildiğiniz sürece, kendinizi yenilemeyi bildiğiniz sürece hep kazanırsınız. Bugünkü şartlarda Türkiye'de bankacılık yapmak, medyayla uğraşmak hep kendinizi geliştirmeye zorluyor. Onların da bu değişimini görüyorum ve çok memnun oluyorum. Bizim görevimiz zaten başkanlık yapmak değil, kordinatörlük rolü oynamaktır. Garanti Menkul Kıymetler'de Genel Müdürlük yaptım, o zamanlar rahmetli Ayhan Bey'le konuşuyorduk. Bana, 'Bak oğlum, sen artık hesap veren değil, hesap soran tarafta ol.' tavsiyesinde bulunmuştu. Hiç unutamam.
Sizin aynı zamanda bürokrasi ve hükümetlerle işleriniz oluyor. Sizi rahatsız eden, yer yer ayak bağı olan böyle bir tarafı da var mı medya patronluğunun?
Rahatsız olmamız için hem televizyonculuk hem de öbür işleri yapmak için bizi rahatsız edici birşeyin olması lazım. Akşamları kafanızı yastığa rahat yatırabiliyorsanız, bu yeter. İstanbul'da HSBC binası bombalanmıştı. New York'ta TV'yi açtım, NTV'yi gördüm. NBC zannediyorum, ama NTV'ymiş. Olay üzücü, ama bizim markamızın oralarda da izlenmesi güzel. Bana zevk veriyor. Ülker Godiva'yı aldı, ben de New York'da bir tatlı kitapçısından bir avuç Godiva çikolatası aldım. O benim malım. Bunlar gurur verici şeyler. Biz bu ülkelere girerken ne kadar bekletildiğimizi, pasaportumuzun fırlatıldığı günleri gördük. Onun için bana çok iyimser diyorlar. Ben bu tip değişimlerden ve gelişmelerden memnun olan insanım. Onun için bazı şeyleri zamana bırakmak lazım.
Grubun medyadaki seyri nasıl olacak? Yeni dergi ve TV projeleri var mı? Bu arada Kral TV'nin farklı bir konsepte taşınacağı belirtilmişti satın aldığınız dönemde. Burada bir değişiklik olacak mı?
Doğuş Grubu olarak medyadaki büyüme hedefimiz devam ediyor. Bildiğiniz gibi Şubat ayında dünyanın en prestijli dergi grubu olan Conde Nast ile bir anlaşma imzaladık. Bu anlaşma çerçevesinde Vogue başta olmak üzere Türkiye pazarına uygun olduğunu düşündüğümüz Conde Nast dergilerini yayınlayacağız. Aynı zamanda NTV markasını farklı alanlara açarak zenginleştiriyoruz. Bu doğrultuda NTV Tarih ve NTV Bilim dergileri yeni yayınlamaya başladığımız iki önemli ürün. Televizyonda ise var olan kanallarımıza ve Doğuş ailesine yeni katılan Kral TV'ye olan yatırımımız devam edecek. Kral TV'nin karasal lisansını kullanarak kuracağımız yeni ulusal kanalımızın da Türkiye ekonomisinin gidişatına bağlı bir takvimle yayın hayatına başlamasını planlıyoruz.
Araç muayenede artık bütün istasyonlar TÜVTURK'e devredildi. Zorlu bir Danıştay sürecinden sonra ipi göğüslediniz Akfen ve Alman ortağınızla. Memnun musunuz ilk sonuçlardan?
Proje'nin en başından bugüne kadar Ulaştırma Bakanlığı ile tam bir işbirliği içerisinde çalıştık. Zor ve yoğun kuruluş döneminin ardından 189 istasyonumuzun tamamı şu anda faaliyete geçmiş bulunuyor. Artık bu kuruluş döneminden daha da zor sınavların bizi beklediği operasyonel döneme girmiş bulunuyoruz. Yeni muayene sisteminin getirdiği zorunluluklar, muayene için kuzey-güney ayrımı ve yoğunluktan kaynaklanan uzun bekleme süreleri müşteri şikâyetlerine neden oldu. Yeni sistemle trafikte güvenliğin sağlanması amacıyla araçların gerekli şekilde ve yeterli ölçüde gözden geçirilmesi konusunda büyük bir hassasiyet gösteriyoruz, ancak takdir edersiniz ki gerek bu titiz çalışma gerekse müşteri alışkanlıklarının değişimi zaman alıyor. Biz bu süreci hızlandırmak adına istasyonların performansının artışı ve randevu sisteminin benimsenmesi ile birlikte birçok iyileştirmeler sağladık, müşteri memnuniyeti açısından önemli mesafe katettik. Şu anda gündemimizdeki en önemli konuların başında ise, istasyon alanlarının sosyal olarak daha olumlu bir yapıya kavuşması geliyor. Bu kapsamda, istasyonlar bünyesinde kafe ve parekende satış noktalarını yakında faaliyete geçireceğiz. İyileştirme ve yenilikler konusunda çalışmalarımız devam edecek.
ABD'li ortağınız GE krizde kâr açıklayan ender küresel şirketlerden. İsabetli bir ortak seçtiğinizi zaman daha iyi gösterdi. GE ile yeni hedefler, yatırımlar neler? Garanti üzerinden birlikte yurt dışına açılma planları vardı. Bu hâlâ geçerli mi?
GE ile Türkiye Garanti Bankası'nda yakaladığımız sinerjiyi yurtdışına taşıma planımız hala geçerli ve uluslararası genişlemede Romanya, bizim için öncelikli pazar durumunda. Buradaki tüketici finansmanı operasyonlarımız devam ediyor, ayrıca Garanti olarak da yatırımlarımızı ara vermeden sürdürüyoruz. 2 senede 2 şubeden 49 şubeye ulaştık. Yine 2 sene önce burada 65 kişi çalışırken bugün 700 kişiye ulaştık. Ülkenin ilk uluslararası ödül programı sunan çipli kredi kartını piyasaya sunduk. Pay-pass teknolojisini burada ilk kullanan bankalardan biriyiz. Özellikle bireysel bankacılık ve KOBİ bankacılığında yeni ürünlerle Garanti'nin burada sunduğu kaliteli hizmeti Romenlere götürüyoruz. Garanti'nin bildiğimiz inovasyon kültürünü Romanya'ya taşıyoruz ve taşımaya devam edeceğiz. Garanti'nin yurtdışındaki etkinliği Romanya ile sınırlı değil. Garanti'nin, merkezi Amsterdam'da olan Garanti Bank International (GBI) ve Moskova'da faaliyet gösteren Garanti Bank Moskow (GBM) adında iki bankası daha mevcut. GBI, Hollanda ve Romanya dışında Almanya, İsviçre, Ukrayna ve Kazakistan'da da şube ve temsilcilikleri aracılığıyla faaliyette bulunuyor. Özellikle ticaret finansmanı, özel bankacılık ve yapılandırılmış finansman alanlarına yoğunlaşan Hollanda'da 15 ayrı dil konuşan 165 kişilik bir ekibimiz var. GBM, temel olarak kurumsal ve ticari bankacılık alanlarında 81 personeli ile faaliyet gösteriyor.
Çok gündeme gelmese de Doğuş inşaat olarak uluslararası pek çok büyük taahhüt işinde imzanız var. Aslında Grubun ilk göz ağrısı inşaat. Rahmetli babanızın da bir anlamda en büyük mirası doğuş markası ile yaptığınız taahhüt işleri. Şu anda yurt içi ve yurt dışında inşaat grubunuzun yürüttüğü yeni projeler nelerdir?
İnşaat grubumuz uzun yıllardan beri yurt dışında ve yurt içinde başarı ile tamamladığı projeler sayesinde uluslararası inşaat şirketleri arasında önemli bir yere ve saygınlığa sahiptir. Son yıllardaki genişleme stratejisi çerçevesinde 5 ülkede birçok projeyi hayata geçirmeye devam etmektedir. Yurtiçinde özellikle İstanbul'un toplu taşıma anlamındaki sorununun çözümüne yardımcı olacak 3 önemli projede yerel ve uluslararası ortaklarımızla birlikte yer alıyoruz. Doğuş inşaat önümüzdeki dönemde şu an aktif olarak çalıştığı Fas, Ukrayna, Bulgaristan ve Libya başta olmak üzere çeşitli ülkelerde finansmanı güvenilir uluslararası finans kuruluşlarından sağlanan proje porföyünü genişletmeyi planlamaktadır.
Ergenekon davasınız siz nasıl görüyorsunuz? Sizin kanaatiniz ne?
Tabii bu bir hukuki bir süreç olduğu için ve sahiden yüzde yüz her türlü bilgiyi haiz olmadığımız için bunun hakkında konuşmam çok zor. Ben devletime inanan bir insanım. İnşaallah bu süreç doğru bir süreç olarak Türk tarihine geçer. Tek isteğim budur. Onun dışında keşke her gün iyi haberler çıksa, iyi şeyler olsa Türkiye'de. Onun için bekleyeceğiz, göreceğiz.
Ya Kürtçe TV açılımı ve diğer reformlar...
Bunlar belli şekilde Türkiye'nin yeni açılımları. Kimsenin sui istimal etmemesi lazım. Bazen serbestlik hazımsızlığa sebebiyet verebilir. Türkiye renkli bir memleket. Renkleri olan, bu renklerin de Türkiye'ye değer katığı bir memleket. Biz 72 milyon insanımızı kucaklayıp sahip çıkacağız. Bırakın sadece kucaklamayı, sahip de çıkacağız. Sabah kızımın okulundan geldiler, projenin adı 'Eşit eğitim hakları'. Bizim kız özel okulda okuyor. Gitmişler devlet okuluna, oradaki ortamı görmüşler. Rapor hazırlamışlar. Sponsor bulup oralara yardım edecekler Bakın çocuklar nasıl yetişiyor? Bizim zamanımızda yerli malı haftası olurdu. Dengeler değişiyor. Ben yarınlara inanıyorum. Yani ben gitsem bu memleket benim çoluk-çocuğuma sahip çıkacak.
Yerel seçim sonuçlarını siz nasıl yorumladınız?
Yerel seçim sonuçları, Türkiye'de katılımcı demokrasinin gayet samimi bir şekilde benimsendiğinin önemli bir göstergesidir. Yaşanmakta olan global ekonomik kriz nedeniyle artan işsizlik ve zorlaşan yaşam koşullarına rağmen Türk halkı demokratik sürecin ayrılmaz bir parçası olan seçimlere yüksek katılım göstermiş ve iradesini sandıkta ortaya koymuştur. Bu seçimlerde katılım oranı yaklaşık yüzde 83 gibi bir oranla 1984'ten bu yana gözlenen en yüksek seviyede gerçekleşmiştir. Bu çerçevede, coşkulu ancak olaysız ve sağlıklı bir seçim dönemi yaşanmış olması halkımızın demokrasi kültürünü içselleştirdiğinin önemli bir işaretidir.
İyi Fenerlisiniz? Yöneticileriniz arasında Beşiktaşlı, Galatasaraylı var mı?
Var elbette. Aclan (Acar) Bey iyi Galatasaraylıdır. Ergun Özen (Garanti Bankası Genel Müdürü) fanatik Fenerli. O da benim gibi ...
Beraber maç seyrediyor musunuz?
Galatasaraylılar'la maç seyretmiyorum. Fenerliler'le maç seyretmeye çalışıyorum.
Locanız var Şükrü Saraçoğlu'nda.
Tabii, locaya Adnan ve Hüsnü (Akhan) beyler geldiği zaman şans getiriyor.
Kim geldiğinde kaybediyorsunuz?
Vallahi biz kimse gelmediğinde de kaybediyoruz.
Hiç üzülüyor musunuz kaybettiğinizde?
Tabii, çok üzülüyorum, bu sene futbol kalitesi düşük görünüyor. Ama bu arada birşeyi kaçırıyoruz. O da çok ilginç, haftalardır, aylardır liderlikte koşan bir Anadolu takımı var. Çok güzel. Son 1-2 haftadır Sivasspor'u ve Bülent Hocayı eleştiriyorlar falan. İşte bu. Değişim ve olgunluk. Hepsi olacak. Bülent Hoca oturur. Sivasspor'a, Trabzonspor'a ayıp ediyoruz.
Ligde de rekabet oluşmaya başladı.
Evet, bakıyorsunuz milyonlarca dolar harcamış bir Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş var. Öbür tarafta çok sınırlı bütçeyle hareket eden takımlar var. Spor da aslında bir birlik beraberlik ve konsantrasyon işi. Milyonlarca dolar para almış oyunculara karşı çok cüzi miktarlarla top koşturan yürekli çocuklarımız var ve çok daha iyi top oynuyorlar. Demek bu iş sadece parayla olmuyor. Beraberlik çok önemli birşey. Ben buna seviniyorum, bu bizim Milli Takımımız'ın kalitesini artıracaktır. Sporda da Türkiye'nin önünde fırsat doğuyor.
Orada da bir uluslararası açılma var.
Geçen gün halter kaldıran kızlarımızı seyretim, altın madalya aldılar. Tabii, bu işleri daha bilinçli hale getirmek lazım. Sadece eğitilenleri değil, eğitenleri de daha iyi hale getirmeliyiz. Mesela, Garanti Bankası ile bizim yeni bir projemiz var öğretmenlere yönelik. Türkiye'nin cüzi imkanlarında öğretmenler yetişiyor. Sosyal sorumluluğun bir parçası da, eğitimin daha iyi olması için bizlerin birşeylerin yapması lazım. Onun için buna dönük İbrahim Betil Bey'le beraber, Milli Eğitim Bakanı'mızın teşviki ile çok güzel bir projeye başlıyoruz. Bir hafta sonra basın toplantısı yapacağız. Daha once öğretmenler eğitilecek. Sonra o öğretmenler de diğer öğretmenleri eğitecek.
Fenerbahçeliler, sizi başkan olarak görebilecek mi?
Fenerbahçe bizim ailenin müthiş bir parçası.
Bir damat gelse Galatasaraylı...
Hiç önemli değil. Daha da zevkli hale gelir ortam. Benim dedem (annemin babası) Gençlerbirliği'nde kalecilik yapmış. Dayım da çok iyi top oynardı. Anne tarafım, hepsi Galatasaray'lıdır. Beni GS'li yapmak için ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Biz tabii Ankara'dayız. Bizim evde çalışan Mehmet abimiz vardı. O da koyu GS'li. Fakat herhalde Ankaragücü'nün renginden dolayı FB'li oldum.
Sahalarda top koşturdunuz mu?
Lisedeyken top oynadım. Üniversitede Boston College takımında bir sene oynadım. Tabii ABD'de futbol sadece çalım atma, pası verme değil, müthiş bir fiziki gücü isteyen bir spor. Onların antremanında dilimiz yerlere sarkardı. Bir Fransız, bir Lübnanlı, biri Filistinli, bir İtalyan, bir Venezüellalı arkadaşım vardı. Biz Amerikalılara karşı beraber futbol oynardık. Frikiki çok daha iyi atardık, iyi pas verirdik, hava bakımından çok daha iyiydik. Ama ısınmalarda falan çok zordu...
Günde 8 cola içtiğinizi söylüyorlar.
Doğru içerdim, şimdi artık yeşil çay içiyorum.
Bitki çayını tavsiye eder misiniz, daha mı rahatlatıcı?
Çok. Bir de Türkiye'de aslında sebze, meyve, bitki çayı; bunlar müthiş. Bazen ben tişörütü, blucinimi giyiyorum, kafama da bir şapka takıyorum, kimse tanımayacak şekilde Eminönü mısır çarşısına gidiyorum. Neler var orada neler.
Şoföre izin verip direksiyona geçer misiniz? Ne zaman?
Araba kullanırım, hafta sonu.
Hangi marka ve modeli tercih edersiniz?
Benim araba minibüs, Volkswagen (VW). Bazen Ankara'ya giderken onu kullanıyorum. Yöneticileri de dolduruyorum içine. Cep telefonu da yok. Bir yere kaçamıyorlar (gülüyor). Bir tane Porsche Cayenne'im var. Onu ara sıra kullanıyorum.
En çok beğendiğiniz araba hangisi?
Samimi söylesem, Porsche benim için bambaşka. Çok daha lüks arabaları kullanamazdım diye bakıyordum. Audi'yi çok seviyorum. Yeni A5 harika bir araba. Ve şimdi esas Seat bir araba çıkarıyor, A4 kasasının üzerine inşa etmişler, super bir araba. Seat'ın bu arabayla birlikte çıkışa geçeceğine inanıyorum.
Özellikle New Age müziğe çok ilgilisiniz...
Her ortamın kendi özelliğine uygun müziği dinleyen biriyim. Her ortamın değişik havası.
Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur dinliyor musunuz?
Evet diniliyorum. Çok severim. Zeki Müren de, Müslüm Baba'yı da dinlerim. İtirazım Var'ı ne kadar harika yorumladı değil mi ama? Öbür tarafta Enya, Era, Enigma dinlerim. Çok güzel sufi müziğinin yorumlarını yapıyorlar yurt dışında, onları da dinlerim. Değişik klasik müzik de dinlerim.
Sinemaya zaman ayırıyor musunuz? En son hangi filmi seyrettiniz?
Tabii. En son 'Recep İvedik 2'yi seyrettik. 'Recep İvedik 1' daha güzeldi.
Nerede?
Zannedersem İstinye Park'ta.
Yine şapkalı ve blucinli mi?
Hayır.
Tanıyan olmadı mı?
Farketmedi kimse.
Orası güzel bir mekan oldu, bir de mescit açtınız. Adına dua odası dediniz.
Oraya yabancılar da geldiği için öyle yazdık.
Projeyi kim yaptı?
İstinye Park'ın A'dan Z'ye herşeyini oluşturanlar bizim ortaklarımızdır. İkisi de Zafer Bey'dir. Hem çok saydığım hem çok sevdiğim kişilerdir. Onların emeği bu işte bambaşkadır. Onlar projeyi kendileri götürdüler. Bizim grubumuzdan Ergun Bey ve Süleyman Sözer ilgilendi. İnanın uzun süre projeyle ilgilenmedim dahi.
Çok az biliniyor, Niğde'lisiniz? Niğde'ye gidip gelir misiniz?
Yılda 2-3 kere giderim. Bazen gittiğim zaman kimse bilmez.
Orada akraba, eş-dost var mı?
Amcamın hanımı, yengemiz oradadır. Arada sırada büyük amcamın oğlu-biz emmioğlu deriz-o gidip geliyor. Tabii ki Ramazan ayında gideriz. Çadır kurarız. Bütün Ramazan boyunca Doğuş grubu olarak iftar veriyoruz. Öyle geleneğimiz vardır.
Bayramda orada mı oluyorsunuz?
Yok, ben gidip bir gün kalıp dönerim. Bu sene kız kardeşim gitti Ayhan Bey'in mevlidine. Ben İstanbuldaydım. Devam ettiriyoruz.
Babadan kalan gelenekleri de yaşatıyorsunuz?
Eskiye tutunmadan, eskiyi sahiplenmeden geleceği yakalayamazsınız.
Anadoluluk ve İstanbul tartışılıyor. Bu yanlış bir ayırım mı? Mesela TÜSİAD bunun merkezine koyuluyor. Bir tarafta TÜSİAD'çılar var, diğer tarafta Anadolu sermayesi var ve bunlar çatışan 2 kutup gibi gösteriliyor.
Yine iletişim önemli demek zorundayım. TÜSAİD'da benim çok samimi çalışma arkadaşlarım var, hepsi dünya tatlısı. Bazı şeyler artık böyle kalıplaşmış. Ne kadar yanlış deseniz de değiştiremiyorsunuz. Hepsi belli seviyeye gelmiş insanlar, Türkiye'yi seven insanlar. Belki de bir kaç meslek kuruluşu var, o yüzden böyle bir tanım farklılıkları oluşuyor. Ben TÜSİAD'da, Anadolu'yu, memleketini çok seven biri olarak biliniyorum. Bir gaye için, bir çalışma için uğraşıyorlar. Adresimiz İstanbul olsa da, nüfusumuz Niğde. Zaten problemimiz bu ayrımları yapmamızdır. Bunları yapmamak lazım.
'D' harfinin sizin için önemini merak ediyorum. Annenizin, eşinizin, kızınızın, holdinginizin ilk harfi 'D'. 29 harf içinde en değerlisi sizin için 'D' olmalı.
Yok, Fenerbahçe'nin 'F'si de ola bilirdi. O şans eseri. Bende tabii 4 'D', 1 tane 'F' var. Tek 'F' kız kardeşim Filiz. 3 'D', annem, hanım, kızım, son 'D' 25 bin Doğuşlu. Onun için hep diyorum, Allah 25 bin Doğuşluya koşturma gücü veriyor. Sıkılmaya, yorulmaya hakkımız yok. Bizim vitaminimiz, aldığımız haz, sevgi ve saygıdır. Gerisi geliyor zaten. Verileni en güzel şekilde taşımak lazım, en güzel şekilde anılmak lazım. İnşaallah, hata yanlış yapmadan insanın üzerine düşen bütün görevlerini yaprak geride bir şeyler bırakıp gitmesi lazım.
Teknoloji ile aranız nasıl? Favori cihazınız var mı?
Çok iyi, favori cihazım iPhone.
Siz de mi iPhone'cusunuz?
Ama Blackberry de çok güzel. Yani ikisinin arasında gidip geliyorum. Sağ olsun, Süreyya Ciliv abimiz, Turkcell'den aynı numara çift kartımız var. Bazen Blackberry'i kullanıyorum, bazen iPhone'u.
Düzenli spor yapıyor musunuz?
Yapıyorum, zaten düzenli spor yapmasam, her halde 120 kilo falan olurdum. Çünkü hamur işini ve kebabı çok seviyorum. Yani kendime bakan insanım, sabah kahvaltısında yulaf, meyve, yoğurt, öğlen salata tavuk veya zeytinyağılı birşey yiyorum. Ama akşamı hiç sormayın. Hele maça gidiyorsak, bizim Hüsnü Bey organize ettirir Kebapçı Hamdi dayıdan. O fıstıklı kebapları aldırır Locaya. Ölçü kaçar tabi yemekte.
Ne yapıyorsunuz spor olarak?
35-40 dakika koşu bandında koşarım ya da E-flex diye bir alet var onu kullanırım, 35-40 dakika da ağırlık yaparım. İlk ağırlık yaparım.
Spor yapacağınızı yöneticilere söylüyor musunuz?
Belli saatten sonra beni bulmaları için spor salonuna gelmeleri gerekiyor. Zaten bir çoğu da gelir. Bazı kulüplere gittiğim zaman oradaki jimnastik yapanlar yapmamaya başlıyorlar. Bu da biraz saygıdan ve sevgiden mi, bilmiyorum. Ama inşaallah haziran gibi Doğuş Power Center'de tam bir fitness kulübü açacağız. Tabii bu işin hobi tarafı. Ama çok bilinçli, bu işi bilen zınba gibi hocaların nezaretinde tamemen dünya standartlarında; makina ekipmanı, diyeti, besini olan bir yer açacağız. Belki Türkiye'nin en büyük jimnastik salonu olacak.
VW'nin Türkiye'de üretim olacak mı?
Ben her zaman şunun söylüyorum, Türkiye otomotivde çok önemli bir yere sahip. Büyük piyasalara çok yakın. Türk yan sanayi de otomotivde çok önemli bir yerde. Fakat VW'nin bir değişim durumu var, şirketi Porsche ailesi aldı. Sistem oturduktan sonra muhakkak Türkiye'ye bakacaklar. Ama şimdi bunun yanına Avrupa'da ve diğer piyasalarda atıl kapasite olayı çıktı. Yani oralarda biraz taşacaklarki, Türkiye'ye bakabilsinler. Fakat eğer VW, bir yatırım yapacaksa, bunun ilki Türkiye olması lazım. Yanlı bir şekilde söylemiyorum, onların yerinde ben olsam diyorum. Dünyanın belli başlı 7-8 üreticisi Türkiye'de. Ticari, binek, ağır vasıta; hepsi Türkiye'de üretiliyor ve her geçen gün de lokal üretimin araba içindeki payı artıyor. Opel ve Toyota'nın geldiği zamanlarda, Tofaş varken bile otomotiv yüzde küsürlerdeydi. Ama Türkiye otomotiv sektöründe çağ atladı. Ama ben olsan VW'nin yerine Türkiye'ye yatırım yaparım.
Kurtlar Vadisi'ni seyrediyor musunuz?
Hiç seyretmedim.
Etrafta soran olmuyor mu?
Çok fazla TV seyretmem.