Fehmi Koru*
Yeni yılın ilk günü İstanbul’da yapılan İsrail’i kınama amaçlı mitingde ilk kez kullanılmıştı; ardından, aynı mitingden sonra kendisine hesap soran bir gençle takışan kişinin yüzüne inen yumruk sonrasında olay gündeme gelince yeniden kullanıma girmişti.
‘Hilafet bayrağı’…
Birileri sonradan o bayrağın ‘Hilafet bayrağı’ değil ‘Tevhid bayrağı’ olduğunu ileri sürdü.
Her iki bayrağın –‘Hilafet’ ve ‘Tevhid’ bayraklarının- adlarını da o vesilelerle duyduk.
Konu ne zaman açılsa, birileri, o ‘Hilafet bayrağı’ndan hareketle Türkiye’de halifelik tarzı bir yönetimin taraftarları bulunduğunu ve onların bunu sağlamak için harekete geçtiklerini ileri sürüyor, birileri de, bunu ileri sürenlere cevap olarak, onun ‘Tevhid bayrağı’ olduğundan hareketle, konunun yanlış ele alındığını savunuyor.
Ne yalan söyleyeyim, şaşırıyorum.
İki taraf da yanlışı savunuyor çünkü.
Literatürde ‘Hilafet bayrağı’ veya ‘Tevhid bayrağı’ adlarıyla anılan bir bayrak yok çünkü.
Ne var peki?
Özenti ve cahillik var.
Hayatının büyük bölümünü, öğrencilik döneminde kendini yakın hissettiği ‘mukaddesatçı’ gruplar ve örgütlerin düzenlediği etkinliklerde -bazılarının düzenlemesinde de görev alarak- geçirmiş, sonrasında gazeteci olarak benzer etkinlikleri gözlemlemiş biri olarak, hiçbirinde Türk bayrağı dışında bir bayrak gördüğümü hatırlamıyorum.
‘Mukaddesatçı’ denilirdi yurtseverliği ağır basan muhafazakarlara eski dönemlerde, Osmanlı’ya hayranlık vardı, CHP’li yönetimlerin genel uygulamalarından rahatsızlık duyulurdu, ancak hilafete özlem denilecek bir hissiyat kendisine sosyal ortamda temsilci bulamazdı.
Dini toplantılarda bile şimdinin yeşil zemin üzerine ‘kelime-i tevhid’ yazılı pankartlarına rastlanmazdı.
Sanıyorum, daha çok Batı ülkelerinde düzenlenen bazı İslami etkinliklerde belli belirsiz varlığı hissedilen o bayrağın ülkemize taşınmasından ibaret bir yeni durum söz konusu…
İşin özenti tarafı, tartışmanın bu arka-plana ters düşmesinden…
Cahillik daha fazla belirgin…
Tarihin hiçbir döneminde, Hilafet’in Osmalı’ya intikal etmesinden önce ve sonrasında, halifeyi veya hilafeti özel olarak temsil eden bir bayrak hiçbir zaman olmadı.
Olması gerekmedi de ondan…
Peki, bu bayrağın ortaya çıkması ülkemizde birilerinin hilafetin yeniden canlandırılmasını arzuladığı ve bunun için örgütlenildiği anlamına mı geliyor?
Sanmıyorum, ama elbette her ülkede her türlü düşünceyi ve arzuyu şahsında sürdüren birilerine rastlanabileceği gibi, “Keşke hilafet olsa” diye söylenen veya “Türkiye İslam Dünyası’nın lider ülkesi olmalı, bu da hilafetle sağlanmalı” gibi bir düşünceye sahip insanlar da bulunabilir.
Cumhuriyet’in ilk döneminde böylelerinin bulunduğunu biliyoruz.
Nitekim, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan eden kadro, onu ilan etmeden bir yıl kadar önce, 1 Kasım 1922’de saltanata son vermişken hilafeti ilga etmemiş, 18 Kasım 1922 günü, Sultan Abdülaziz’in oğlu Abdülmecid Efendi’yi ‘halife’ ilan etmişlerdi. Hilafet, 4 Mart 1924 tarihinde ilga edilene kadar, onun şahsında varlığını sürdürmüştü.
Acaba neden?
Cumhuriyet’i kuran kadro, vaktiyle imparatorluğun birer parçası iken yeni dönemde ondan kopmuş unsurları olan ve sonradan bağımsızlığına kavuşacak ülkelerle irtibatı koparmamak için, Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye ederken, onun bir özelliği olan hilafet kurumunu korumayı düşünmüş olabilir.
Tıpkı ‘üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk’ şöhretine sahip İngiltere’nin, ‘Commonwealth’ (İngiliz Milletler Topluluğu) yapılanması ile, eskiden kendisine bağımlı ülkelerle irtibatını koruması gibi…
Hilafetin varlığını sürdürdüğü 1,5 yıl içerisinde bunun mümkün olmayacağı görülmüş olmalı ki, sonunda bundan vazgeçildi.
Dün -yani Cumhuriyet’in o ilk döneminde- olmayacağı görülen, bugün bütünüyle imkansız olarak karşımızda.
Bu bir hülya bile olamaz.
Olabilir diye düşünenler varsa yanılıyorlar.
Yanılanların başında da, sanki böyle bir ihtimal varmış ve bunu gerçekleştirmek mümkün olabilirmiş gibi, üzerinde Arapça yazılı ne görürlerse, hemen saldırıya geçenler…
Cehalet tek taraflı değil, sizin anlayacağınız.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.