* Çocukluk ve ilk gençliğimde futbol maçlarını tribünden izlerdim. Bir dönem de -sonradan izlenim yazmak üzere- Fenerbahçe maçlarını Kadıköy’de basına ayrılan bölümden izlediğim de oldu. Son yıllarda koltuk izleyicisiyim; içimden maçlara gitmek gelmiyor.
Birkaç gündür zihnimde şu soruya cevap arıyorum: Fener’in son maçını diğer taraftarlarla birlikte tribünden izliyor olsaydım, hükümeti istifaya çağıran sloganlar atanlara ben de katılır mıydım?
Hükümet yanlısı, AK Partili veya en azından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı delicesine seven biri olsaydım bile katılırdım gibime geliyor.
Fener tribünleri yalnızca muhalifleri barındırmıyor ya? Taraftarlık böyle bir şey, futbol siyasetten daha fazla birleştirici, takım tutmak parti tutmaktan çok daha ileri bir tutku.
Eminim, bunu en iyi bilebilecek kişilerden biri, vaktiyle kendisi de sahalarda top koşturmuş, profesyonelliğe kadar futbol hayatını sürdürmüş Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Zaten dikkat edilirse, “Yalan yalan yalan, dolan dolan dolan, 20 sene oldu istifa ulan” sloganlarının atılmasına AK Parti’den fazla bir tepki gelmedi.
Akıl da bunu gerektiriyor zaten. Futbol taraftarlığıyla siyasi kimlik çekiştiğinde, kaçınılmaz sonuç, futbolun kazanmasıdır.
MHP ve lideri Devlet Bahçeli’nin benimle aynı kanıda olmadığı, Beşiktaş’ın dün akşamki maçında atılan “Hükümet istifa” sloganlarına verdikleri olağanüstü şiddetli tepkiden belli. Parti futbolun siyasete alet edildiğini dile dolayan bildirisinde, liderlerinin BJK üyeliğinden istifa ettiğini de açıkladı.
Devlet Bahçeli de, protestoların engellenmesini, engellenemiyorsa maçların seyircisiz oynanmasını teklif etti.
MHP ve Bahçeli’den gelen teklifler, başka konulardaki örneklere bakılarak, iktidara ne yapılmasıyla ilgili birer telkin gibi de kabul edilebilir.
Slogan atmalar devam ederse maçların seyircisiz oynandığı gerçeğiyle karşılaşabiliriz.
İktidar açısından bunun seçime gidilen ülkede sakıncasını söylemeye bile gerek olacağını sanmam.
Fener maçında taraftarın deprem bölgesi için statta attığı atkılara, Beşiktaş taraftarının deprem bölgesindeki çocuklara gönderilmek üzere getirdikleri oyuncakları atarak katılması, futbol taraftarlığının boyutunu göstermesi bakımından önemlidir.
Protestolara kızanların soruna doğru teşhis koyarak sınırlı bir tepki vermeleri daha uygundur.
Olayın bence esas önemli yönü, futbolseverlerin nereden etkilendikleri konusudur.
Bütün dünyada olduğu gibi bizde de kanaatlerin oluşmasında en önemli etkenin medya olduğuna inanılır. Daha doğrusu dünyada öyle olduğu için bizde de öyle olması beklenir. İnsanlar haberleri ve haberlere yönelik yorumları gazetelerde okur, TV ekranlarından görüntülü olarak izler ve etkilenirler.
Ülkemizdeki medyanın hali ortada. Gazeteler ve TV kanallarının büyük çoğunluğu hükümetin karşısında değil. Nitekim, deprem ve sonrasıyla ilgili yayınlarda hükümeti aşırı rahatsızlığa sevk edecek yönlerle pek ilgilenmedi medyanın büyük bölümü.
‘Muhalif’ denilebilecek gazeteler ve kanallar sayıca da etki olarak da bayağı az.
Futbolseverler de, futbolu önemsemeyen kitleler gibi, ana akım medyadan bilgileniyorlar. Yani hükümete yakın gazeteler ile televizyonlardan. En iyi spor sayfaları onlarda çünkü. En fazla izlenen spor programları da yine ana akım diye adlandırılabilecek kanallarda.
Gazetelerin spor sayfalarını okuyan, kanallardaki spor programlarında görüş açıklayan yorumculara kulak verenlerin, deprem konusunda hükümeti istifaya davet edecek sloganları atmalarını getirecek bir öfkeye kapılmaları pek mümkün değil.
Herhalde insanlar gazetelere yalnızca spor haber ve yorumları için göz atmıyor, kanallarda dolaşırken siyasi haber ve yorumlar da gözlerine takılıyordur.
Ne oluyor yani, okudukları gazeteler ile izledikleri kanallardan hiç mi etkilenmiyor bu insanlar?
Galiba öyle.
‘Merkez medya’ veya ‘ana akım medya’ gibi adlarla anılan onlarca gazete ve yine onlarca TV kanalı, okur ve izleyicilerini etkilemekte fazla başarılı değiller.
Az satışlı oldukları için cılız gözüyle bakılan muhalif gazeteler ile izlenmedikleri sanılan muhalif kanallar ötekilerden daha etkili olmalı.
Biraz da sosyal medya…
İnsanlar -buna futbolla ilgilenen toplum katmanları da dahil- geleneksel medyadan daha fazla sosyal medyaya kulak vermeye başlamış görünüyor.
Bu da bana, bu mesleğin içinden biri olarak, kabulü olağanüstü ağır bir durum gibi geliyor.
Düşünün: Statta atılan iktidar cephesini rahatsız eden sloganları, maçları yayınlayan kuruluş sesleri kıstığı için, geniş kitleler işitemedi. İktidarın itimat ettiği, itibar gösterdiği gazeteler de ertesi gün haberlerinde o sloganlardan hiç söz etmedi.
Peki de, bizler nereden öğrendik statlardaki protestoları?
Sözün kısası, şu sıralarda futbol camiasının slogana dönüşen rahatsızlığının siyasilere dönük yüzü kadar medyaya bakan yüzü de önemli.
İtibar görüyor bazı gazeteler ile gazeteciler, TV kanalları ve o kanalların yorumcularına iktidarın ilgisi büyük; ancak galiba onların esas etkilemeleri beklenen geniş kitleler giderek sesi cılız çıkan medyaya ve kendine özel kuralları -bir dereceye kadar da kuralsızlığı- bulunan sosyal medyaya kayıyorlar.
Maçlar seyircisiz oynansın, muhalif kanallara cezalar yağsın, dinlemeyenler kapatılsın, sosyal medya dizginlensin, direnenler davalarla yıldırılsın…
Teklifler bunlar.
Ancak, bu tür tedbirleri akıllarından geçirenlere, dünyanın geldiği şu evrede, bundan 20 yıl öncesine kadar işe yarayabilen yasaklamaların artık fazla bir anlam taşımayacağını birilerinin hatırlatması gerekiyor.
Umarım, iletişim başkanlığı, RTÜK gibi kurumlar bu görevi de yerine getiriyorlardır.